Kapitalizmden kaçış var mı?
“Bu roman reklam mı almış?” diye sordu kitaba yeni başlayan bir arkadaşım. İlk başta gülünç görünen bu soru aslında romanın anlatımı, karakterleri ve sorguladığı meseleler açısından metni tam da vurucu yerinden yakalayan bir soruydu. Hepimizin bir şekilde “reklam aldığı” bu hayatta Deliduman günümüzün dilinden, tam da bugünün insani ve toplumsal koşullarından yakalıyordu okuru.
Emrah Serbes’in son romanı olan Deliduman’ı okurken, yani, AVM’leri, internet siteleri, otopark dolan mahalleleri, Facebook’u, Twitter’ı, HES’leri ile istila edilen hayatlardan bir kaçına odaklanırken kendi yaşamlarımızdan uzaklaşmıyoruz aslında.
Romanın ana örgüsü de tam olarak bugünün dünyasından, yetenek yarışmalarından yola çıkıyor ve Gezi Direnişi’ne kadar uzanıyor ve Metin boyunca da Çağlar İyice’nin gözünden görüyoruz tüm bu konuların nasıl da birbiriyle ilişkili olduğunu. Yetenek yarışmasından Gezi Direnişi’ne uzanan yolun esasen nasıl da kısa olduğunu görüyoruz ki metnin anlatıcı konumundaki Çağlar İyice karakterinin bu yolu hem tek bir yönden ve taraflı ele almaması, hem de kendine has diliyle kurduğu anlatımı sayesinde, metnin oldukça mizahi anlatımı ile ilerliyoruz bu yolda.
Roman boyunca aşina olduğumuz markalarla tanıdık yollardan geçiyoruz, tabii bu aşinalığın belirli bir toplumsal kesim için geçerli olduğunu belirtmek de lazım. Romanın ana karakterlerinden Çağlar ve Çiğdem İyice iPhone’dan, Gittigidiyor’dan, Kipa’dan, İzmit Outlet’ten ve niceleriyle yığınlaşmış, tıpkı benzer ekonomik ölçütlere sahip diğerleri gibi ve bu konumlarından ayrı düşünülemezler. Yine de Çağlar İyice tüm bu aynılığın içinden farklı sesle konuşan bir karakter olarak metnin hem dilsel hem de felsefi boyutta derinleşmesini sağlıyor. Sonuçta, hem kendiyle, ailesi ve sistemle, hem de varoluşsal boyutlarda dertleri olan bir karakterle karşı karşıyayız. Dolayısıyla, sistemin hem tam içinden hem de oldukça dışından konuşan bir ses hâkim metne.
Değişen mekânlar ve Gezi
Romanın bir diğer karakteri Çağlar’ın dayısı olan belediye başkanının konumu ve Çağlar ile konuşmaları kapitalizmin betonlaştırdığı yaşamlarımızın küçük yerleşim birimlerine dahi ne denli sızdığını, rantın aile ilişkilerini dahi şekillendirdiğini, insani değerlerin nasıl sekteye uğratıldığını netleştiriyor. Anıların yaşanmasına dahi müsaade edilmeyen bir yapının içinde Çağlar İyice’nin isyanı aslında çok da insani bir boyuttan ilerliyor: “Peki, sen bu insanlara ne yaptığının farkında mısın? Sen bizim hayatımıza ne yaptığının farkında mısın? Sen benim çocukluğuma ne yaptığının farkında mısın? Hani nerede Eski TİGEM? Babam arkadaşlarıyla otururdu bahçesinde, muhabbet ederlerdi, bira içerlerdi, ben taso oynardım küçük havuzun önünde, şimdi otel inşaatı. Hani nerede Eski Aydın Sineması? Dedemle patlamış mısır yerdik en festival filminde bile, şimdi kapalı otopark” (Serbes 214). Gezi’yi de Çağlar’ın gözünden görmemiz bize pek çok olanak ve daha farklı açılardan görünecek bir ortam sağlıyor. Sonuçta, kimi yerde dinci olmakla, tencere tava çalmamakla suçlanan, parktan kovalanan ve zaten direnişe katılımında aslında kardeşini bulma amacı olan bir karakter gözünden anlatılan Gezi, aslında tam da Çağlar İyice’nin dertlerini ortaya çıkaran bir hareket olarak da yorumlanabilir. Sonuçta, Çağlar İyice’nin bireysel dertleri esasen tam da Gezi’nin dertleri değil midir?
Deliduman pek çok yönüyle incelenmeye açık, günün dilini yakalamış ve ona derinlik kazandırmayı başarmış, okunmaya değer bir roman olarak çıkıyor karşımıza ve “uykusuz gecenin askerlerine” bir selam çakıyor.
Şenay Çınar – edebiyathaber.net (22 Ağustos 2014)