Delili, Ritim Sanat Yayınları etiketiyle (Mart 2023, İstanbul) yayımlanmış bir ilk kitap. Giriş kısmını saymazsak 15 bölümden oluşan 180 sayfalık kitabın künyesinde, öykü ya da roman olduğu belirtilmemiş. Bölümlerin ana izlek ekseninde bağdaşması bir roman olduğunun kanıtı bana göre. Her bölüm başlığı, ilgili metnin başından, ortasından veya sonundan alıntılanmış cümleler; ayrıca yazarın uygun gördüğü birkaç kısa cümle de her bölüm altında italik ve tırnak içinde verilmiş. Bu arada hemen belirteyim ki kurgusu da anlatısı da güzel olan bu ilk kitabın, gözden kaçmış ‘alıntı’ özelliği olsun ya da olmasın bu tür ayırımlar editörlük çalışmasıyla ya tırnak ya da italik biçimde düzeltilebilirdi. Kaldı ki teknik ve yazımsal pek çok hata da var: yer adı olan Kaş’ın baştan sona küçük harfle yazılıp sonuna gelen eklerin ayrı yazılmaması, ‘…kafa kafaya verdik uzanıyorduk…’, ‘taksite böyleyim’, ‘oğlanı nerede bulduğunu sorsak da inat etti söylemedi.’, ‘okulunu okumakta olduğum mesleği…’ gibi…
Delili, Kızılırmak boylarında bozkırın göbeğindeki Saklıpınar köyünü ve köylülerinin hem kişisel hem de ortak hayat hikâyelerini anlatır. Ana izlek Hasan ve ailesidir. Bu ilk romanı için Dilek Ekici, insanın kendisiyle ve geçmişiyle olan ilişkisini sorgulamaya çalıştım, mitolojik unsurlara da yer vererek, diyor. Giriş’teki cümleler anlatıya dair, ama Hasan’ın mı, bölümlerden birinin anlatıcısının mı belli değil. Daha çok da düşüncesini Hasan’a ödünç vermiş olan yazarın görüşleri girişteki cümleler. Sonunda ‘deliliğimi sev’ diyor. Gerçek hayatta da edebiyatta da ‘delilik’ belki de Ersamus’tan bu yana kanıksadığımız klinik ‘delilik’ dışında adeta bir tür metafor gibi sıklıkla işleniyor; ama bana göre, ‘çirkin ördek yavrusu’ olmak gibi bir sonuç yazarın sözcüklerle bize görünür yapmaya çalıştığı sonuç; belki de istemedikleri bir hayatın içine doğanların başına gelenler toplamı anlatılan ‘delilik’ler. Yazarın derdi Hasan’ın, ailesinin hayat hikâyesi ve yan hikâyeleri vermek ama bununla birlikte satır aralarında bölüm anlatıcılarına dedirttiği düşüncelerine de dikkat çekmektir aynı zamanda. Kitabı okuyup bitirenin sonunda gerçek bilgelik mi delilik, yoksa kendini bilge sanmak mı gerçek delilik ikilemiyle karşı karşıya geleceği kesin bence.
Gerçek hayatın kendisi en güvenilmez anlatıcıdır. Doğumumuzdan süresini bilemeyeceğimiz ölümümüze kadar ki yolculukta nerede, ne zaman, nasıl, neden ve kim için başımıza nelerin geleceğini hiç bilemeyiz. Yaşadıkça görürüz başımıza gelen şeyler toplamı olduğunu ömrümüzün, hayatımızın. Hoşumuza gitmeyenleri değiştirme, silme veya dönüştürme olanağımız yok, olamaz da. Çünkü hayatlarımız su gibi… Delilideki kişiler de bizim gibi başlarına gelecek olanları hiç bilmez. Ama onların insan Tanrısı yazar bilir, yarattığı yazınsal dünyadaki kişilerin başlarına nelerin gelip gelmeyeceğini… Biz de en başından sonuna kadar okumadığımız sürece yaratılan dünyayı da, ortamları da, atmosferi de kişileri de bilemeyiz. Bunun bilincinde olan Dilek Ekici, Saklıpınar’a Hasan’ın 1. bölümde gelmesi ve 15. bölümde de köyden gitmesi arasına sığdırdığı anlatısını; ister baştan sona gerçeklerden veya yaşanmışlıklardan kotarmış, isterse tümüyle kurgulamış olsun oldukça sahicileştirmiş kişisel ve ortak hayat hikâyelerini… İlk ve son bölümlerin elöyküsel anlatımlı, diğer on üç bölümün benöyküsel anlatımlı olması anlatım açısından terslik gösterse de içselleştirdiğini iyi dile getirmiş, Ekici. Kurgusu da anlatısı da dili de iyi…
2. bölümün anlatıcısı hüzünlü, acılı ve dağılmış bir ailenin tek çocuğu olan Hasan’dır. Onun sözleriyle kendisini, annesini ve babasını tanırız. 3. bölümün anlatıcısı da Saklıpınar’ın çobanı Topal Hüseyin’dir. Hem kendisinin hem ailesinin hikâyesini hem de onun gözünden Hasan’ı daha iyi öğreniriz. 4. bölümün anlatıcısı da Hasan’ın baba dostu, arkadaşı, komşuları Yusuf’tur. O hem kendi hayat hikâyelerini, hem de Hasan’ın ve ailesinin hikâyesini anlatır bize. 5. bölümün anlatıcısı yirmili yaşlarındaki Hasan’dır yine. Çünkü ailesinin yaşadığı felaketten sonra çocuk yaşta devlet korumasına alınmış ve yurtlarda büyüyüp kendisini yetiştirmiştir. 6. bölümün anlatıcısı da Hasanların komşusu annesinin kankası, komşu Yusuf’un karısı Saliha’dır. Saliha, daha çok Hasan’ın annesi Zehra’dan söz eder. 7. bölümde Hasan, yurda yerleştirilişini ve yurttaki hayatını, yaşadıklarını anlatır. Bu konudaki düşüncelerini sıralar. 8. bölümün anlatıcısı aynı yurtta kalan, Hasan’dan birkaç yaş büyük ve yurt müdürünün yönlendirmesiyle Hasan’ı koruyup kollayan Asım’dır. Asım’ın hikâyesi de can yakıcıdır. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden kanıksadığımız türden… Hikâyesinde onu Saklıpınar’a getirtecek olan sebep de çarpıcıdır. Üçüncü bölümün anlatıcısı köyün çobanı Topal Hüseyin’in nişanlısı ile kaçan ve kederli bir hayat sürmek zorunda kalan Mustafa ile yurttan yaşı gereği çıkıp çalışmaya başlayan Asım’la birkaç yıl birlikte aynı evde yaşar… Karısı onu çoktan terk etmiştir. Kızını, Mustafa öldükten sonra köydeki ailesine, yani Topal Hüseyin’e getirmişlerdir… Asım da kendisinin, ailesinin ve Hasan’ın, Mustafa’nın hikâyesini anlatır bölüm boyunca. 9. bölümde Hasan geçmişiyle yüzleşmeye çalışmasını anlatır içli, duygulu sözlerle… 10. bölümün anlatıcısı da Asım’ın ev arkadaşı ağabey yerine koyduğu; Topal Hüseyin’in çok sevdiği kardeşi Mustafa’nın kızı Devrim’dir. Devrim, kendisini, ailesini, babasını anlatır Hasan’a, dolayısıyla da okura… 11. bölümde Asım, Devrim’in babası olan ev arkadaşı Mustafa’nın kızına ölmeden önce bıraktığı emanetleri vermek için köye gelişini anlatır. Sonunda Devrim’le yaşamak için köye ev yapmaya karar verir. 12. bölümün anlatıcısı Devrim’dir. Asım’ın ona verdikleri emanetlerle ailesine ve çevresine olan kırgınlıklarıyla yüzleşir. 13. ve 14. bölümlerde Hasan’ın, daha çok geçmişiyle yüzleşip kendini sağaltmaya çalışmasından söz edilir.
Dilek Ekici, ilk kitap olmanın kimi kusurlarına rağmen iyi bir çalışma çıkarmış ortaya. Dediğim gibi ilk ve son bölümlerin elöyküsel anlatımlı olması metni en azından benim açımdan zayıflatmış. Aradaki benöyküsel anlatımlı on üç bölümde Hasan’ın, köyün şifacısı, bilge kadını Kına Bibi’nin, Asım’ın, Topal Hüseyin’in, Yusuf’un ve diğerlerinin hem kişisel hayat hikâyeleri, hem de ortak hayat hikâyeleri hiçbir boşluk bırakmadan iyi ve doğru biçimde ilişkilendirilmiş. Kurguyla Delili; M. Ender Öndeş’in Ben Feride Bu Benim Sesim adlı romanına benziyor. Bölümlerin anlatıcılarına dedirttiği mesel, masal ve mitolojik söylenceler açısından da bana, romanın ana izleği dışında mekân, zaman ve metinlerarasılık gibi sonuçlar yüzünden Kızılırmak boylarının çevresindeki coğrafyanın yazarları olan sevgili Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları ile Suna Büyükgül’ün Mahkeme Cini’ni de anımsattı… Sanırım, bundan böyle Dilek Ekici adını sıklıkla duyacağız, çünkü daha iyilerini yazacağının habercisi bu ilk kitabı.
Yazarı tanıyalım:
1986 Kayseri Sarıoğlan ilçesi doğumlu Dilek Ekici. Sekiz yaşındayken ailesiyle Tokat’a taşındı. 2004’te Tokat Anadolu Lisesinden mezun oldu. 2009’da Gazi Üniversitesi Çorum Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okudu. 2010’da Cumhuriyet Üniversitesinde tezsiz yüksek lisans yaptı. Sinop Üniversitesinde Halk Bilimi üzerine tezli yüksek lisans yaptı. Pek çok ulusal ve uluslararası projelerde yer aldı. Edebiyat Nöbeti ve Mersin Sanat Edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı. Songül’ün Sol Bacağı adlı öykü dosyası ile 2. İlyas Halil Öykü Ödülleri yarışmasında üçüncülük aldı. 2011’den beri Samsun Alaçam’da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapıyor.