Söyleşi: Gülşah Akbulut
Demet Çizmeli’nin ilk kitabı Dünyanın Ortasında sıradan insanı güçlü bir dille okura sunuyor. Alakarga Yayınları’ndan bu yıl çıkan kitap dokuz öyküden oluşuyor ve okuru öyküye bağlayacak şekilde işlenen geniş tarih bilgisi, derinlikli gözlemler, efsanelerden süzülen bilgiler, yöresel dil kullanımı dikkat çekiyor.
Öykülerin heyecanını kaçırmadan birkaç kelam etme hakkımı kullanayım, örneğin Firari adlı ilk öyküde Pavliko’nun insan yanının devletlerin acımasızlığı, ülkelerin sınırları, savaşın karanlığı içinde nasıl ezildiğine şahit oluyoruz: “Zihnindeki sakin, şırıltılı dere bir anda bulanıp çamurlaştı.” Kitaba ismini veren ve Türk edebiyatının önemli isimlerinden Fürüzan’a ithaf edilen Dünyanın Ortasında adlı uzun ve çok katmanlı öyküde Halkevleri’nden toplumdaki kadınlara, Cumhuriyet’ten çocuk işçilere kadar pek çok konu ayrımsız bir hayat gözüyle ele alınıyor.
Kitaptaki tüm öyküler için aklınızda bulunması gereken de şu belki: Öyküler sizi karşısına zorla oturtmuyor, siz onları bırakıp gidemiyorsunuz. Nasıl bir bağ kurduğumuzun ipuçlarını Demet Çizmeli’nin yanıtlarında arayalım isterseniz.
Tiyatro eserleri yazmaya devam ediyor musunuz? Devlet Tiyatroları’nda oynanan oyunlarınız da var, ilk öykü kitabınız yayınlandı. Sizce yazarın kendini yakın hissettiği bir tür olmak zorunda mı?
Dramatik Yazarlık bölümünde okurken radyo oyunları ile yazmaya başladım. Ankara Radyosu’nda seslendirilen radyo oyunlarım oldu. Daha sonra tarihi üç oyunum Devlet Tiyatroları repertuarına alındı ve sahnelendiler. Öykü kitabı onların ardından geldi. Yazarın kendini sadece bir türe yakın hissetmesi gerekmiyor. Anlatmak istediğiniz şey bir türle sınırlandırılamaz.
Pandemi süreci sizin üretkenliğinizi nasıl etkiledi? Hem bireysel hem de sanatsal düzlemde…
Kaygılı bir yapıya sahip olduğumdan salgının başlangıcında kendimi ve sevdiklerimi korumaya yönelik önlemlere odaklandım. İç yolculukla geçen bu süreçte birikenleri şimdilerde fark etmeye başladım. Yazıya dönüşümünü ben de merak ediyorum.
Sizce keşfedilmek diye bir şey var mı? İnsan ne zaman evet bir kitap çıkarabilirim der ve dünyanın ortasında nasıl ortaya çıktı?
Taşrada yazan biri olarak keşfedilmek diye bir şey var diyebilirim. Bir kitap çıkarma isteği ise benim için zamanı doğru değerlendirerek disiplinli çalışmayla ve tabir yerindeyse demlenmeyle ilgili. Bütün bu çalışmaların sonunda kendini hazır hissetmek ve cesaret etmek ilk adım galiba. Dünyanın Ortasında’yı yazmak için kendimi çok bekledim.
Bazı öykülerinizde sıradan insanın acı hayatı içinde de gülümsenecek anlar olduğunu hatırlatan cümleleriniz var, sahici bir atmosfer yaratıyorsunuz, okuyucu olarak bu mizah dozu artsa diye düşündüğüm zamanlar oldu. Acı ve hüznü ikinci planda tutarak mizahı ön plana çıkarmayı düşündüğünüz çalışmalarınız var mı?
En mutsuz/umutsuz olduğumuz anlarda bile bizi yaşama bağlayan gülümseten bir şey mutlaka çıkar karşımıza. Hüzünle mizahın iç içe geçişi yaşamın harcında vardır. İkisini bir arada vermeyi sadece daha çok seviyorum. Mizahı öne çıkaran bir çalışma denemedim şimdiye kadar.
Öykülerinizde yerelden evrensele uzanan bir seyir var, öykülerinizde sıradan insanı ele alırken bu dengeyi kurmaya çalışmanın zorluklarını yaşadınız mı?
Öykülerdeki sıradan insan beni evrensele götürdü diyebilirim.
Tarihi figürleri, durumları da kullanıyorsunuz öykülerinizde, kurgu gereği zaman ya da kişiler üzerinde değişiklik yaptığınız oldu mu? Mesela kitabınızdaki son öykünüz Billur Piyalelim’de…
Öykü kişileri sıradan insanlar. Tarihe geçmiş ve önemli bir role sahip kişiler değiller. Sıradan kişilerden esinlenmeler olabilir sadece. Onları tarihin bir dönemine yerleştirirken o dönemin özelliklerini araştırıyorum. Ne yer ne içerler, nasıl giyinirler, neler okurlar gibi soruların cevaplarını araştırıyorum. Onları bu tarihsel dekorun içine yerleştirmek, birlikte o sokaklarda gezinmek, aynı çeşmeden su içmek, aynı kemanın tellerine dokunmak, eski bir evin avlusunda dolaşmak gibi. Mesela Billur Piyalelim’de öğretmen olan Bezmiye 1915 sonlarında Mustafa Kemal’in Gelibolu başarısından haberdardır. Karagöz dergisi okumaktadır. Kendi zamanı hakkında bilgi sahibidir. Bu öyküler için tarihi öyküler değil, başka bir zamanın öyküleri diyebilirim. O nedenle kurguyu istediğim gibi yapabiliyorum.
Kitaba da adını veren ve Füruzan’a itaf ettiğiniz Dünyanın Ortasında öyküsü teknik bakımdan farklı bir öykü, öğrencilerimin de okurken zorlandığı bir öyküydü ki bu iyi bir şeydir çoğu zaman. Bu uzunlukta ve çok bölümlü bir öykü planlamak kısa öykülere göre daha zor mu sizce?
Uzun öykü planlamak oyun kurmak gibi benim için. Bir oyunu kurarken nasıl hazırlanıyorsam öyküye de öyle hazırlanıyorum ve etraflıca düşünüyorum. Dolayısıyla uzun bir öykü tasarlamak ve yazmak beni daha çok kendine çekiyor. Zor ya da kolay olması değil de o malzemenin içinde ne kadar gezinmek istediğime bağlı.
Firari adlı öyküde sıradan insanın acısını Pavliko ile derinden hissediyoruz. Sanatın dünyayı iyileştirebileceği umudunu kaybettiğiniz zamanlar oluyor mu?
Yaşadığımız çağda umudu kaybetmemek mümkün mü? Kimi zaman benim de bu hoyrat çağda neden didiniyorum dediğim zamanlar oluyor. Fakat kaygılardan arınınca tekrar tekrar sanata sarılıyorum.
Yusuf Atılgan uzun süre Hacırahmanlı’da yaşamıştır, İstanbul’a gitme gereği duymamıştır bilen bilir. Siz de Erzurum’da yaşıyorsunuz, İstanbul’a gitme hayaliniz var mı?
İstanbul eski kartpostallarda kalan eşsiz güzellikte, şimdi ise karmaşa ve kaostan ibaret bir şehir benim için. Zamanı yorulmadan, dilediğim gibi kullanabildiğim, sevdiklerime zaman ayırabildiğim ve rahatlıkla çalışabildiğim yer Erzurum. Bir gün Erzurum’dan ayrılırsam gitmeyi isteyebileceğim yer İstanbul değil.
Öykülerinizde türkülerden, yöresel kelimelere, yerel anlatılara önemli bir zenginlik var bunlara rağmen Erzurum’da olmanın dezavantaj olduğunu düşündünüz zamanlar oldu mu?
Erzurum’da yaşamak iklimin sertliği, sığ ve daralmış yaşamlar içinde yorulmak olsa da beni sürekli besliyor. Binlerce yıllık bir tarihin ve onun beslediği kültürün üzerinde oturmak ve ondan faydalanmak daha avantajlı benim için.
edebiyathaber.net (24 Ağustos 2020)