Hayal Et Hikâyeleri’nin sisleri henüz dağılmadan yeni öykü kitabı Demir Dövme Öyküleri ile Murat Başekim yine düş dünyamıza konuk oluyor. Hatırlatmak gerekirse Murat Başekim, yerli fantazya edebiyatının en dikkat çekici öykü derlemelerinden DG ile ismini duyurmuştu. DG’yi, tarihsel-fantastik romanı İskit izledi. Yazar, korku-fantazya yazınını yaratıcı ve etkili bir biçimde yerelleştirdiği üçüncü kitabı Hayal Et Hikâyeleri ile bu alandaki yerini sağlamlaştırdı. Son kitabı Demir Dövme Öyküleri ile yazar, aynı izleği korumakla beraber tekinsiz patikasını bu sefer tek bir karakterin; Çankırılı kaporta ustası Demir’in etrafında örüyor.
Demir’le ilk olarak Hayal Et Hikâyeleri’nde tanışmıştık. Anadolu bozkırında serpilmiş, okullu değil alaylı bir cadıcı, gönülsüz, mecburi bir hortlak avcısı olarak karşımıza çıkan Demir, kitabın kuşkusuz en akılda kalıcı karakteriydi ve boy gösterdiği son öyküde maceralarının devamını müjdeler gibiydi. Murat Başekim beklentilerimizi boşa çıkarmadı ve Demir’i bizlerle tekrar buluşturdu.
Kimdir bu Demir? Tam adıyla Demir Yavuz Camızoğlu, Çankırılı bir kaportacı ustası. Ekmek derdine Almanya’ya göçmüş. Genç bir kızı kurtarmaya çalışırken Neonaziler tarafından hadım edilmiş. Ama hayatındaki asıl trajedileri kendisine musallat olan karanlıklara karşı verdiği mücadeleler esnasında yaşamış, gurbet ellerde her şeyini yitirmiş bir demirci. Erkekliğini Nazilere, oğlunu cadılara, karısını da gururuna kurban vermiş. Demir Dövme Öyküleri’nde kahramanımız yeni bir başlangıç yapmak için memlekete dönüyor. İpsiz, ‘sapsız’ ve beş parasız döndüğü ülkesinde hayata tutunmaya çalışırken, yürüdüğü yere çoraklık, bereketsizlik getiriyor ve kem varlıkları, kara siluetleri peşi sıra çekiyor. Uğursuz gölgeler Demir’in yakasını bir türlü bırakmıyor. Her öyküde Demir’in başka bir tür karanlıkla savaşını izlerken altlarda daha derin ve acımasız bir hayat mücadelesine tanık oluyoruz.
Demir’in mücadelesini daha iyi anlayabilmek için onun tipik bir Batı kahramanı ile arasındaki farkları ortaya koymakta yarar var: Batılı süper kahramanların adı üzerinde, süper güçleri vardır. Demir’in süper gücü yoktur. Aslında iman gücü bile yoktur. Yaka bağır açık, güneş yanığı iman tahtasıyla ve meşhur inadı, sebatıyla karşı koyar amansız düşmanlarına. Baş açık, yalınayak ve yalın çekiç savaşır. Yegâne silahı olan çekici Asgard’da değil İskitler’de sanayi’de dövülmüştür. İleri teknoloji ile donanmış gereçleri de yoktur Demir’in; zırhlı siyah Batmobil değil, külüstür beyaz Doğan’dır bineği. ‘Örümcek Adam’, ‘Yarasa Adam’ değil ‘Erkek Adam’ olmaya çalışır Demir. Mecburdur biraz da buna. Ancak Demir’i diğer kahramanlardan ayıran en önemli fark, görünmez olmasıdır. Doğaüstü değil, sınıfsal bir görünmezliktir Demirinki: gerçek bir lanetli gezgin gibi nice zorlu işe girip çıkar ekmek için. Her daim horlanan, ezilen, aşağılanan, en iyi ihtimalle yok sayılan bir zümrenin mensubudur. O, ‘En Alttakiler’dendir.
Öte yandan, Demir’in madun halini asıl perçinleyenin iktidardan koparılma olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Ne de olsa cinsiyetçi, ataerkil bir kültürün biçimlendirdiği, günahıyla sevabıyla bizden bir memleket erkeğidir o ve şimdi mülksüz kalmıştır. Ancak Başekim’in bu ‘güçsüzleşmeyi’ ele alış biçimi asla bu kadar basit değil. Hadımlık kitap boyunca Demir’in bir yandan laneti, trajedisi ama bir yandan da kem varlıklara karşı amansız canhıraş savaşlarında beklenmedik kurtarıcısı olarak farklı işlevlere bürünürken yazarın elinde güçlü bir imgeye dönüşüyor. Yoksunluğuyla zenginleşen Demir daha da özgün bir karaktere evriliyor ve bu lanet / imtiyaz kitabın ayırt edici motiflerinden biri haline geliyor.
Demir Dövme Öyküleri’ni Başekim’in önceki kitaplarından ayıran özellik ise mizah ve ironinin çok daha ön planda olması. Önceki öykülerinden alışkın olduğumuz tekinsiz atmosferin yekpareliğini Demir Dövme Öyküleri’nde bulmak zor. Felaketler ve dehşetengiz serüvenler yaşanırken Demir’in susmak bilmeyen muzip, tedirgin, safdil iç sesi beklenmedik bir anda kahkaha attırabiliyor. Öykülerin temposu ise çok yüksek; Demir Dövme Öyküleri gerçekten de bir solukta okunan bir kitap.
Murat Başekim, benimsediğimiz üslubuyla bu yapıtında da büyülü gerçekçiliği tersyüz ediyor. Zira kitapta bahsi geçen tüm kadim mitolojiler yazarın prizmasından geçerken şaşırtıcı bir ustalıkla yerelleşiyor ve ete kemiğe bürünüyor. Karanlık efsanelerden sızmış nice tekinsiz siluet, Demir’e ve bu öykülere üşüşüyor. Memleketi mesken tutmuşlar; mahalle esnafı kadar yakınlar bize. Biz gündelik telaşların içinde hayatlarımızı kovalarken bir köşeye sinmiş, uyandırılmayı bekliyorlar.
Tüm bunlar olurken kulağı kesik, ayağı ezik, kolu çolak bir demirci, iki cehennem arasına masa atmış ölümle karşılıklı bakışıyor.
Pullar dizilmiş. Oyun başlıyor.
Özgür Tacer – edebiyathaber.net (12 Mayıs 2015)