Söyleşi: Abdullah Ezik
Vedat Sakman, şarkıları, besteleri, müziği ve karakteriyle Türk müzik dünyasına damgasını vurmuş özgün bir isim. Deniz Durukan’ın talebiyle ortaya çıkan ve hem Sakman’ın biyografisini hem de döneminin Türkiyesi’ndeki değişimleri anlatan Müzisyen’se bu açıdan oldukça kıymetli bir eser. Gerek eser gerekse Sakman üzerine yine hem müzisyen hem de kitabın yazarı olan Deniz Durukan ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sanırım ilk olarak Vedat Sakman ile hikâyenizin nasıl başladığını sormak gerek. Zira kitaba gelene kadar ilk önemli aşama bu. Sakman ile dostluğunuz nasıl başladı ve gelişti?
Vedat Sakman’ı kitap çalışmasından önce tanıyordum. Müzik yazarlığımdan dolayı bir tanışıklıktı bu. Kitap fikri gündeme gelip de onunla çalışmaya başladığımda daha yakından tanıma şansı buldum. Onu tanıdıkça, anlamaya, farklı yönlerini keşfetmeye başlasam da bende oluşan asıl duygu, sanki onu hep bu kadar yakından tanıyormuşum hissiydi. Asıl şaşırdığım bu oldu. Sanırım birçok konuda ortak duygulara sahip olmamızın bunda etkisi vardı.
Müzisyen kitabıyla birlikte gerek Sakman’ın hayatına dair önemli bir kaynak edinmiş bulunuyoruz (ki bilgiler Sakman’ın kendisine de dayanıyor), gerekse Türkiye’nin geçirdiği kültürel ve sosyolojik değişimleri görüyoruz. Bu aşamada, kitabı yazma fikri nasıl gelişti ve tüm bu süreç boyunca Sakman’ın biyografisiyle beraber bir Türkiye portresi de çıkarırken zorlandığınız anlar oldu mu?
Vedat Sakman kendini anlatma konusunda hem bonkör hem de iktisatlı davrandı. Bonkörlüğü kendini saklamadan anlatmasıydı. Bu konuda çok samimiydi. Sır olmadı bu hikâyede. İktisatlı olması da “ben, ben” diye başlayan cümleler kurmak istememesinden kaynaklanıyordu. Karşındaki insana kendisini anlatarak sıkmak istemeyen, bu tarz hassasiyetler taşıyan biri. Bu konuda biraz uğraştım. Vedat Sakman’ın biyografisiyle beraber, memleket meselelerini, onu etkileyen olayları, teknolojik gelişmeleri, değişen kültürel yapıyı da anlattık. Elbette bunun için bazı okumalar, araştırmalar, onun yakın çevresiyle görüşmeler yaptım.
Vedat Sakman’ın müzik dünyasıyla hayatı arasında sıkı bağlar kuruyorsunuz. Sakman, kendi kendine benzersiz bir müzik evreni oluşturuyor, diyebiliriz sanırım. Hangi şartlarda olursa olsun Sakman kendi çizgisini daima korumayı biliyor ve yoluna devam ediyor. Peki size göre onu bu çizgiye yönlendiren nedir ve nasıl oldu da ilk günkü kararlılığı ve ilkeleriyle kariyerine devam edebildi?
Bu onun hem karakteriyle hem de hayattaki ve müzikteki tavrıyla ilgili. O karakter ve tavır Sakman’ın yüklendiği kimliği, misyonu işaret ediyor. Müzisyen, o kimliğin bir tezahürü. Bu büyük bir sorumluluğu beraberinde getiriyor. O bilinçle yola çıktığı için baştan beri aynı kararlığı gösteriyor Vedat Sakman. Elbette bunda bir halk ozanı olan babası Mazhar Sakman’ın içinde bulunduğu gelenekle, Vedat Sakman’ın çocuk yaşta karşılaşması ve Anadolu’nun kadim bilgisiyle yoğrulması da etkili. Âşıklık geleneğinin içindeki muhalif tavır ve ozanların müziğe olan saygısı onun mizacını oluşturan etkenlerden biri. Aynı zamanda Vedat Sakman 68 kuşağından. Bunun da büyük önemi var. Bu kuşak bir aydınlanma hareketini temsil ediyordu. Eşitlik, özgürlük, adalet, iyi sanat, estetik… Tüm bunların toplamı, onun karakterini oluşturmasında mihenk taşı olmuş. Müziğe yaklaşımında estetik kaygı ön planda. Başka türlüsünü hiç düşünmemiş. O yüzden popülist söylemlere prim vermemiş.
Sakman’ın özellikle anne ve babasıyla ilişkisi, ailesi, onu zaman zaman ciddi şekilde zorlamış. Üstelik bunlar çocukluğundan itibaren onu etkilemiş. Bir yandan da anne ve babası arasındaki kültürel farklar, eğitim anlayışı, politika gibi konular söz konusu. Tüm bu iletişim ve iletişimsizlikler arasında sizce Sakman kendisini nasıl yetiştirdi? Bu iki farklı uç arasında kendi karakterini nasıl inşa etti?
Baba bir Orta Anadolu şehri olan Konya’da doğup büyümüş, anne Girit kökenli, İzmir’de büyümüş, aristokrat bir ailenin kızı. Anne ve baba iki farklı kültürün temsilcisi. Aynı zamanda bu iki kültürün çatışması da var Sakmanların evinde. Vedat Sakman bu çatışmanın tam ortasında kalmış. En büyük kırılması da bununla başlıyor. Onun meselesi aslında bu coğrafyanın yıllardır bitmeyen, Doğulu muyuz, Batılı mıyız tartışmasına da dokunuyor. Dolayısıyla hepimizin travması bu. Anne ve babasının ayrılma nedenlerinden biri bu kültürel farklılık. Babası oğlunun velayetini alınca, Konya’da kalıyor Vedat Sakman. İlk başlarda, o üzüntüyle babasını ve Konya’yı onu annesinden ayıran sebepler olarak görüyor. Bundan dolayı çocuksu bir tepkiyle yaklaşıyor tüm bunlara. Aslında, iki kültür arasında kalmanın çelişkisini yaşıyor. Sonraki yıllarda, yani büyüyüp olgunlaştığında bu iki kültürün, onun şansı olduğunu da fark ediyor. Her iki kültürü de içselleştirdiğini, varoluşunun temellerinde bu iki kültürün büyük etkisi olduğunu görüyor. Hem Anadolu’yum hem Batı’yım demesi bundan. Bu zenginlik, bu geniş yelpaze onun müziğe yaklaşımını da olumlu yönde etkiliyor.
Kitabınızda Sakman için kullandığınız şu ifade özellikle dikkatimi çekti: “hayatı düzenleme arzusu”. Bana kalırsa bu oldukça çarpıcı bir ifade. Kitap ekseninde düşünüldüğünde ve Sakman’ın kariyeri baz alındığında şüphesiz ifadeniz daha da derinlik kazanıyor. Bize biraz Sakman’ın hayatı düzenleme arzusundan bahsedebilir misiniz? Nedir bu arzu, nasıldır, ne zaman ortaya çıkmıştır?
Doğuştan gelen mizacının yanında, bu düzenleme arzusunu tetikleyen bazı faktörler de var. Çocukluğunun bir bölümü babaannesiyle geçmiş. Babaannesinin kendi evini değil ama gittiği evleri düzenleme alışkanlığı Vedat Sakman’ı etkilemiş kanımca. Babaannesi, ölen kocasının ardından ikinci bir evlilik yapıyor. Ama ilk eşini unutamıyor. Kendi evini düzenlememesi sanırım bundan. Eğer düzeni sağlarsa, ilk eşini unutmuş olacak ve yeni evliliğine de sarılacak. O yüzden kendi evi dışındaki evleri düzenleme arzusu var. Vedat Sakman’ın da anne ve babasının ayrılmasıyla evinin düzeni bozulmuştur. Yine anne babasının uyumsuzluğu da toparlama arzusunu kışkırtmış olabilir. O yüzden, hem müziğe hem de hayata dair hissettiği o düzenleme tutkusu biraz da çocuklukta yaşadıklarından kaynaklanıyor. Ama “düzenleme” arzusunu sadece bu sebeplerle açıklamak eksik olur. Sanatsal ve estetik kaygı da var işin içinde. Yeniden tasarlamak, gördüklerini dönüştürmek sanatın işlevi. Düzen aynı zamanda disiplini de temsil ediyor onda. Sanatla uğraşıyorsanız disiplinli olmak zorundasınız. Sanat savrukluğu kabul etmez, ama duygularınız savrulabilir.
Konya, sanırım gerek Sakman için, gerekse annesi Tomris Hanım için yabancılaşmanın fiziksel ve mekânsal karşılığıdır. Hayatı tecrübe ederlerken uğradıkları bu durak her ikisini de önemli ölçüde yönlendiriyor. Kimi yönleriyle olumlu kimi yönleriyle oldukça karanlık. Peki size göre Sakman için şehirlerin değeri/karşılığı nedir? Onu yönlendiren veya hapseden şehirlerden bahsedebilir miyiz?
Yukarıda da söz ettiğim gibi bunun temelinde kültür çatışması var. Evet, bundan dolayı bir yabancılaşma söz konusu. Vedat Sakman’ın annesi evlilik yoluyla gittiği Konya’ya alışamıyor. O kültür ona yabancı. Tomris Hanım’ın o şehre yabancı kalması, Vedat Sakman’ı da etkiliyor. Bir şehir annesine yabancıysa, onu içine almıyorsa, ister istemez çocuk da o şehre yabancı kalabiliyor. Tanpınar, Beş Şehir kitabında “Konya, insanı ya sıtma gibi yakalar, kendi âlemine taşır yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız” diyor. Bu durum Tomris Hanım için de geçerli. Konya, Tomris Hanım’a ömür boyu yabancı kalıyor. Ama Vedat Sakman için bu durum ilerleyen yaşlarda değişiyor. Daha doğrusu, oradan aldığı bilgiyi ve kültürü dönüştürüyor müzikle. Kimliğinin bir parçası oluyor. Yabancılığı, öteki olma durumunu, yani Konya’yla arasındaki mesafeyi ancak bu şekilde kırıyor. Yine de Sakman’ın içinde bu duygunun tortusu kalmıyor değil. Zaman zaman bulunduğu ortamda düşünsel anlamda bir bozulma, gerileme olduğunda da buna benzer bir yalnızlık yaşıyor. Mesela İstanbul’da çok tanınan, popüler bir müzisyen olduğu bir dönemde bu şehirden ayrılıp Ankara’da yaşaması da bundan kaynaklanıyor. Popüler müzik camiasındaki yozluk, İstanbul’dan uzaklaşmasına neden oluyor. Ankara’yı tercih etmesi ilginçtir. Ne babasının şehri Konya’yı ne de annesinin şehri İzmir’i tercih etmez. Bu iki şehir de Konya-İzmir arası yaşadıklarını hatırlatır ona. Ankara sakin bir şehirdir ve toprak kokusunu, Anadolu’yu duyumsatır. Dört buçuk yıl Ankara’da kalıp, bütün hayatını orada geçirmeyi düşündüğü sırada, çalıştığı mekândaki zihniyetin, İstanbul’da yaşadığı zihniyetle örtüştüğünü gördüğünde yine aynı yalnızlığı yaşar ve tekrar İstanbul’a döner. Daha doğrusu, o zihniyetteki insanlarla bir arada olmak istemez. Yoksa mücadeleden kaçış değil bu. Müziğini inatla, aynı tavırda sürdürmesi bir mücadele örneği.
Birçok olumsuzluklarına rağmen onu en mutlu eden şehir İstanbul. İstanbul onun üretimine yön veren, kendini iyi hissettiği, “ıssızlığını” azaltan bir şehir. Daha doğrusu onun kaçış şehri.
Bir saz ve söz ustası olarak baba Mazhar Sakman, Vedat Sakman’ın sözlü kültürle tanışmasında en önemli nokta. Sakman’ın çocukluk yılları ve Anadolu da düşünüldüğünde burada halk kültürünün özel bir yeri var. Sakman ile sözlü kültür arasındaki etkileşim onun müziğinde de sürülebilir. Sözlü kültürün ondaki etkisi sizce nedir? Sözlü kültür haricinde onun müziğini meydana getiren önemli tanışmalardan/kesişmelerden bahsedebilir miyiz? (Önemli isimler, belki dinlenen bir şarkı/ağıt veya kitap…)
Doğduğu andan itibaren müziğin içinde olması onu şekillendiriyor. Genetik yatkınlık da önemli. Dört kardeşler ama müziğin peşinden giden sadece Vedat Sakman oluyor. Babasının halk ozanı olması, evde piyano dahil her türlü enstrümanın bulunması, eve gelen halk ozanlarıyla yapılan müziğe şahit olması onu etkiliyor. Babaannesi de mâniler yakan, Konya’da tanınan, saygın bir kadın. Mesela babaannesinin söylediği “beşiğin ardı gurbet” deyişi, sonraki yıllarda “Ateş Oldum” şarkısını yazdırıyor ona.
Dolayısıyla babaannesinin mânilerini, ağıtlarını, babasının sazını, sözünü dinliyor. Çocuklukta bu sesleri içselleştiriyor farkında olmadan. Baba evinde Batı enstrümanları da var. Babası bir dönem bando şefliği de yapmış, halkevlerinde dersler vermiş. Vedat Sakman halkevlerinde de diğer Batılı, nefesli sazları görmüş, tanımış. Evdeki transistörlü radyodan klasik müzik dinlenirmiş. Geleneksel müziğin yanı sıra Batı müziğine dair melodileri de keşfetmiş. Annesi de Batı müziğini biliyor, dinliyor. Onun da etkisi var. Yine ilk gençlik yıllarında çiçek çocukları, beat kuşağı, tüm dünyayı etkisi altına alan Beatles, John Lennon’ın yazdığı “Imagine” şarkısı onun müzikteki tavrını da belirliyor. Blues ve caz da var birikiminde. Tüm bu farklı tarzlarda dinleme tecrübesi, kendi içinde bir sentez oluşturmuş.
Sakman’ı bir yerde “hüzün yorgunu” olarak tanımlıyorsunuz. Bunda sanırım karakteri kadar babaannesinin evinde sıklıkla işittiği ağıtların da payı vardır ve dağılan ailesinin. Tüm bu değişimlerin, ayrılıkların onun üzerindeki etkisini nasıl yorumlarsınız? Bu hüzün onun doğasından mı gelir yoksa koşullar mı onu bu hüzne sürüklemiştir? İçindeki hüznü müziğe nasıl böylesine başarılı bir şekilde dönüştürebilmiştir size göre?
Hüzün; ayrılıkları, yolculukları, yalnızlığı işaret ediyor. Kendi özel hikâyesindeki ayrılık ve kopuşlar, sürekli şehirlerarası gezmesi, çocuk yaşta tek başına, kimi zaman ayakta uyuyarak yaptığı uzun tren yolculukları gibi daha birçok hüznü sırtlanarak gelen biri Vedat Sakman. İnsan ne yaşarsa onu götürüyor yanında. Ancak onun yalnızlığı, sanatçının yaratım esnasındaki yalnızlığıyla da pekişiyor. Her yazdığınız şarkıda kendi gücünüzün üstüne çıkma isteği ve sürekli kendinizi aşma gayreti yalnızlığı da beraberinde getiriyor. Yaratım aşamasında her duyguya yüreğinizi açmak, her sesi duymaya çalışmak, kendinizle baş başa kalmayı gerektiren bir süreç. O buluşmalardan acı da çıkıyor, sevinçler de.
Son olarak, Sakman’ın ortaya çıkan bu değerli esere tepkisi ne oldu?
Çok duygulandı. Kitaptaki çocuğa bakıp ağladım, dedi. Bu duygusal olarak verdiği ilk tepkiydi. Onu elbette asıl etkileyen müzik yolunda verdiği mücadelenin değerlendirilmesi ve gelecek nesillere yazılı olarak aktarılmasıydı.
edebiyathaber.net (18 Mart 2019)