Deniz Yüce Başarır: “Hem bir kültür mabedi hem de bir okul Kent Oyuncuları.”

Kasım 10, 2021

Deniz Yüce Başarır: “Hem bir kültür mabedi hem de bir okul Kent Oyuncuları.”

Söyleşi: Hatice Balcı

Deniz Yüce Başarır’ın kaleme aldığı Perde Kapanmasa Görecektiniz, Kâmran Yüce’nin arşivinden Kent Oyuncuları’nın 1986’ya kadar uzanan hikâyesini anlatıyor. Ansiklopedik boyutlardaki eser İBB Yayınları’ndan geçtiğimiz Eylül sonunda çıktı.  Kitapta, topluluğun tiyatro yolculuğu merkeze yerleşirken portrelerden yazılı belgelere, afişlerden dergi ve kitap kapaklarına, sahne fotoğraflarına kadar sayısız malzemeyle muazzam bir içerik – ve bir o kadar da heyecan verici- karşımıza çıkıyor. Başarır’dan, bir dönemin tanınmış/ismi unutulmuş şahsiyetlerinin sahne performanslarına/ürettikleri işlere, yazarın kendi anılarıyla harmanlanan turne yolculuklarına, dönemin belli başlı tiyatro topluluklarının faaliyetlerine değin o kadar çok şey öğreniyoruz ki her bir sayfayı çevirirken büyüleniyoruz. 

Kâmran Yüce, Kent Oyuncular’nın kurucu kadrosunda yer alan sanatçılardan biri. Aslında Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Kâmran Yüce ve Şükran Güngör’den oluşan çekirdek ekibin onları tiyatroyla buluşturan ilk gençlik dönemlerine de uğradığımızdan, hikâyenin başlangıcı 1940’ların sonuna dek uzanıyor. Türkiye tiyatrosunun kurucu babası Muhsin Ertuğrul’un gözde öğrencileri olarak Ankara’da yetişen ve yıllarca başkentte çalışmalarını yürüten Kenter’lerin İstanbul’daki sanat maceraları, 1959’da, Birleşik Sanatçılar adındaki toplulukla Karaca Tiyatrosu’nda başlıyor. 1961-1962 sezonunda Kent Oyuncuları’na evriliyorlar. 

Deniz Yüce Başarır’la Perde Kapanmasa Görecektiniz üzerine konuştuk.

Sayın Başarır, daha kitabın kapağını açmadan anlıyoruz ki Kâmran Yüce Kent Oyuncuları’nın belleği. Oyuncu kimliğiyle, yazdığı şiirlerle, yayımcılık faaliyetleriyle çok yönlü bir sanatçı ve aynı zamanda titiz bir arşivci. Süreci anlatabilir misiniz bize, nasıl doğdu kitabınız?

Evet, babam Kent Oyuncuları’nda yalnızca bir oyuncu olarak çalışmadığı için evimizde her zaman oyun fotoğrafları, gazete kupürleri, tekstler, dergilerin taslakları ve kendileri dururdu. Onun ölümünden sonra da hepsini bir araya toplayıp unuttuk aslına bakarsanız. Ne zaman ki İstanbul büyükşehir belediyesi Kenter tiyatrosuna sahip çıktı, benim zihnimde bir şimşek çaktı. Biliyorsunuz, 2019 yılında Yıldız Kenter de hayatını kaybedince, Harbiye’deki binanın akıbeti bir anda önem kazanmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu da Yıldız Teyzenin tiyatroda yapılan cenaze töreninde oraya sahip çıkacağına dair bir söz vermişti. İşte verdiği sözü tutacağı kesinleşince, ben de dedim ki, “artık başka bir devir açılıyor o bina için. Ama bu binanın nasıl var olduğunu, hangi mücadelelerden geçildiğini, o sahneden kimlerin gelip geçtiğini, kimlerin emeği olduğunu bir hatırlayalım.” Hemen eşim Başar Başarır’a gittim ve arşiv konusunda bana yardım etmesini istedim. O da bizim tozlu arşivi aldı önüne, fotoğrafları, dergileri, şiirleri, elimizde ne varsa taramaya başladı. Titiz ve çalışkan biridir, yakinim olur diye söylemiyorum. Sayesinde bu hikâyenin ilk izleği çıkmış oldu.

Eseriniz Kent Oyuncuları ile yolları kesişen simaların/sanatçıların da resmi geçit alanı gibi. Kimler yok ki bu şahsiyetler arasında: Necati Cumalı, Behçet Necatigil, Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç, Nezihe Araz, Zeynep Oral, Altan Erbulak, Oğuz Aral, Lütfi Akad, Aziz Nesin, Erol Simavi, Melih Cevdet Anday, Ülkü Tamer…saymakla bitmiyor. Ayrıca Erol Günaydın, Kemal Sunal, Genco Erkal, Mustafa Alabora, Uğur Yücel, Göksel Kortay gibi pek çok oyuncunun da Kenterler’in sahnesinden gelip geçtiğini öğreniyoruz. Bütün bu çok renkli çatıya 1970’lerle birlikte sizin anılarınız da karışıyor. Tüm bunları algılamanın ötesinde biz oturduğumuz yerde duramazken siz neler hissettiniz eserinizi yaratırken?

Ben zaten biraz da bu isimleri anmak için sıvadım kolları. Müthiş kalabalık bir geçmişi var o tiyatronun. Ayrıca bilmediğimiz, perde gerisinde olan insanların da emeği var. Tiyatro bir ekip işi çünkü. Tek isimle sınırlı kalacak bir iş değil. Aslına bakarsanız hiçbir iş öyle değil ya. Öyle gibi sananlar çok oluyor. 

Deniz Yüce Basarır-Kâmran Yüce, 1986

Arşive daldığımda, sandığımdan da daha çok isim çıktı karşıma. Çok etkileyici bir resmi geçit bu. Kenter kardeşlerin hocalıklarının da payı var bu kadar çok isme o sahnede rastlamamızda elbette. Hem bir kültür mabedi hem de bir okul Kent Oyuncuları. Son yıllarına kadar da bu özelliğini sürdürüyor. Bu hikâye benim kişisel tarihimle de kesiştiği için zaman zaman gözyaşları karıştı yazdıklarıma, zaman zaman kahkahalar… Ama galiba daha çok gözyaşı. Ne de olsa henüz 19 yaşındaydım babamı turne yolunda bir trafik kazasında kaybettiğimde. Onunla geçirdiğim çocukluk yıllarımı hatırlamam, detaylar için hafızamı zorlamam gerekti. Aktarırken yeniden yaşadım ve özlemim arttı. Ama bir yandan da tüm o insanlarla özellikle de babamla yeniden buluşmuş oldum. Babamın ne kadar çalışkan, titiz, özverili ve entelektüel bir adam olduğunu biliyordum fakat bir çeşit sağlamasını yapmış oldum onunla ilgili fikirlerimin. Kitap için sohbet ettiğim tüm dostlarının onun hakkında anlattıklarıyla da ortaya çıkardığı işlerle de. Kent Oyuncuları dergisi bu kitabın ana izleğini oluşturdu diyebilirim. Sırf o dergilere bakarak bile bu toplulukla ve Türk tiyatrosu tarihiyle ilgili çok şey söylenebilir. 

Kitabınızdaki çok etkileyici noktalardan biri, Yıldız Kenter’in başı çektiği kararlı duruşa katılan oyuncuların ve diğer çalışanların her hal ve şartta sergiledikleri mücadele. Zamanında önemli bir sanat olayının taşıyıcılığını yapan Kent Oyuncuları pratiğinin, -babanız Kamran Yüce’nin yürüttüğü, o günün   sahne meraklılarına yenilikçi bir içerik sunan yayıncılık faaliyetlerini de düşünürsek- “yeni”yi üretebilmek/takip edebilmek adına, şu anda, tiyatro sanatına ve sanatseverlere öğrettikleri/gösterdikleri nelerdir size göre?

Tiyatroya sadık onlar. Her ne olursa olsun, tiyatro yapmaktan vazgeçmiyorlar. Sadakat ne büyük bir değer öyle değil mi? Az bulunan bir değer üstelik. Hele günümüzde… Tiyatroya, yani mesleklerine tutkuyla bağlılar. Tutku da çok önemli bir özellik bence. Yaptığınız işten heyecan duyabilmek, sadece bir iş olarak görmeden, hayatınızın her alanına yaymak, düşünmek, gelişmek için çaba harcamak… Bir yola baş koymak yani! İşi iş için yapanlar, yüreklerini koymazlar. Sadece para, prestij, unvan için yapılan işler gücünü kaybeder böylece. Etkisini de…Başka bir önemli özellikleri de, 70li yılların ortasına kadar ekip olmayı başarmaları. Bu ‘biz’ olma hali de onları ileriye taşıyor. Oysa biz şimdi ‘benim dediğim olur’ diyenlerin çağındayız, hiçbir eleştiriyi kabul etmeyenlerin, içine sindiremeyenlerin çağında. Birbirinin sözünü dinlemeyenlerin, birbirinin fikrine asla saygı duymayanların ağırlığı ve saldırganlığı var üzerimizde. 

Deniz Yüce Başarır-Yıldız Kenter, 2001

Kent Oyuncuları Harbiye’deki binalarına kavuşuyorlar. 1968’in aralık ayında yeni binada Hamlet oyunuyla perdelerini açıyorlar. Kitabınızda bu süreçte yaşanan mali sorunları da uzun uzun anlatmışsınız. Örneğin binanın inşası devam ederken bazı koltuklar satılıyor ve üzerlerine katkı sahiplerinin adlarının yer aldığı plaketler yerleştiriliyor. Fakat yıllar sonra koltuklar yenilenirken plaketler kayıplara karışıyor; haklı olarak yakınıyorsunuz. Sizce bu hassasiyeti gösterebilmek neden önemliydi, biraz anlatır mısınız? 

Biz milletçe yenilemeyi seviyoruz. Eskidense hiç hazzetmiyoruz. Oysa yenilerken, geçmişin ruhunu kaybetmemek çok önemli bana sorarsanız. Kurumları kurum yapan geçmişine sahip çıkmaktır. O plaketler Kent Oyuncuları’nın tarihinin bir parçasıdır. Onların hikâyesini hiç bilmeyen herhangi bir seyirci, önündeki koltuğun sırtındaki plaketi ve onun üzerinde bir isim yazılı olduğunu gördüğünde küçük bir merak duygusu geçecektir yüreğinden. O merak bir ilgiyi doğuracaktır. O ilgi de tiyatroyla farklı bir bağ kurmasını sağlar. Ben olsam o salonu tekrar açarken, plaketleri tekrar koyarım koltukların arkasına. Hikâyelerini salona girmeden duvarlarda anlatırım, o duvarlara oradan gelip geçen oyuncuların fotoğraflarını koyarım. Gişe memurunu, yer göstericiyi, dekoratörleri anarım. Dergilerden bazılarını çerçeveletirim. Metinlerden bazılarını… O zaman sadece bir oyun seyretmiş olmaz seyirciler, bir tarihe de tanıklık etmiş olur. 

Kâmran Yüce ve Yıldız Kenter, Çöl Faresi, 1968

Eseriniz özellikle politik baskıların arttığı, ekonomik tabloların kötüleştiği dönemlerde sanatta, tiyatroda ne gibi kayıplar yaşadığımızı düşündürüyor insana. Bir yükseliş dönemleri oluyor tiyatronun bir de düşüş…Yaşanan bunalım zamanlarının döngüselliğini gördükçe “neler yapılabilir”i sorguluyorsunuz. Sonra o 1975 yılı. Ayrışmalar, küskünlükler gelip dayanıyor topluluğun kalbine. Fakat barışılıyor da. Görünenin ardına düşülebiliyor, aşılabiliyor kırgınlıklar. Bunlarla ilgili neler söylersiniz?

70ler zor zamanlar. O yılların baskısı ilişkilerini de etkilemiş diye düşünüyorum. O biz olma hali ne yazık ki yavaş yavaş bozulmuş. O günkü ruh hallerini, onları bu hale neyin sürüklediğini ancak hissedebiliyoruz, emin olmak mümkün değil. Ben sadece şunu biliyorum, babam çok kırgındı o yıllarda. Birçok teklif almasına rağmen, hiçbir yerde sahneye çıkmadı Kent Oyuncuları’na geri dönene kadar. Yuvasından kovulmuş gibi hissediyordu sanırım. Tiyatro onun yuvasıydı çünkü. Babam yuva fikri olan bir adamdı. Dedim ya, sadakat güzel meziyet. Sadık ve kendini adayan bir baba ya da eş olduğu gibi, Kent Oyuncuları’na da sadece bedeniyle değil, ruhuyla da sadıktı. Ama işte oluyor böyle şeyler. Bazen yanlış anlamalar, ülkedeki gerginliğin ilişkilerimize de yansıması, güç dengelerinin değişmesi kötü etkiliyor ekip fikrini.

Müşfik Kenter ve Yıldız Kenter, Salıncakta İki Kişi, 1969 (Milliyet gazetesi arşivi)

Topluluğun kurulduğu andan itibaren her sezon sergilenen oyunları tek tek anlatıyorsunuz. 1986’ya, babanızı kaybettiğiniz seneye kadar. Ve oyunlar sahnelenirken yıldız oyuncuların yanı sıra perdenin gerisinde duran tiyatro emekçilerini, görünmeyen isimleri de anıyorsunuz her fırsatta. Üstelik grafikerinden ışıkçısına, karikatüristinden dekorcusuna, oyunların çevirmenlerinden sergilendikleri mekânlara, oradan tiyatro yayıncılığına kadar uzanan çok kapsamlı bir tarihçe bu. Birleşik kaplar gibi duruyor önümüzde. Oluşturduğunuz bu zengin içerik okurda nasıl bir pencere açar sizce? 

Umarım ahde vefa denilen şeyi hatırlatır. Küçücük bile olsa emek veren herkesin adını anmaya başladığı zaman insan, güçlenir bence. İktidarından ya da kişiliğinden hiçbir şey kaybetmez ekibine sahip çıkarak. Yöneticiler görüyorum, her şeyi tek başlarına kendileri yapmışlar gibi davranıyorlar. Başarıda o ekipteki herkesin payı olduğunu unutuyorlar. Onlara şunu söylemek isterim, siz o emekçileri yok sayarak, kazanamazsınız. Emekçilere sahip çıkarak gelir bana sorarsanız başarı. Aslında başarı ne ki! İnsanlık asıl ahde vefa duygusuna bağlıdır. Yani umarım bu kitap biz olma halinin önemini ve vefanın sadece İstanbul’da bir semt adı olmadığını hatırlatır.

Yıldız Kenter ve Müşfik Kenter, Hamlet, 1968

Küçük yaşlardan itibaren babanızla kurduğunuz yakın bağlar; oyunlara, turnelere gidip gelmeniz; topluluğunuz birçok üyesiyle yakın iletişiminiz … tüm bunlar yaşamınıza, seçimlerinize nasıl yansıdı sizce?

Babam ve tabii annem koşulsuz sevgileriyle bana hayata karşı güven aşıladılar. Sevgi ve emekle her engeli aşabileceğimi hissettirdiler. Aşamadıklarımı da bıraktım öyle kalsınlar. Vardır bir sebebi. Yani gerektiğinde bırakabilme gücü de vermişler gizli gizli demek ki. Meslek seçimlerimde de sanırım babamın çok payı oldu. Her şeyden önce seslendirmeye başlama sebebim odur. Ölümüyle ama olsun… Yayıncılıkta da onun payı varmış, kitabı yazarken fark ettim. Bugüne kadar hiç öyle düşünmemiştim. Ama hepsinden önemlisi, yaptığım tüm işleri tutkuyla ve coşkuyla yapmamı sağladı onların varlığı. Oyuncuların içinde büyümenin bir avantajı da, meslek hayatımda her türlü zor kişilikle iletişimde olabilme gücü verdi bana. “Herkes insan, kimseyi gözünde büyütme, kimseyi küçümseme” diye bir prensip edindim, o yolda da yürüdüm. 

Son yıllarda tiyatro jürilerinde görev aldığınızı söylerken 2010’larda İstanbul tiyatroyla direndi diyorsunuz. İncelediğiniz dönemle karşılaştıracak olsak, günümüzde, ülkemizdeki tiyatro sanatının geçmişinden ayrıştığı en önemli yanları nelerdir sizce? 

Pandemiye kadar müthiş bir çeşitlilik vardı şehrin tiyatro hayatında. Pandemide hiçbir destek görmedikleri için çok zor günler yaşadı tiyatrocular hala da etkisi tam geçmiş değil o zor zamanların. Önce bunu vurgulamak isterim. 

Kâmran Yüce, 1950’ler, İzmir

60lı yıllar Türk tiyatrosunun altın çağı olarak tanımlanıyor. Gerçekten çok ilgi var tiyatroya. İnsanların sosyal hayatının bir parçası, en kaliteli ve ulaşılır eğlence türü. Televizyon egemenliğini ilan etmemiş henüz. Giyinip kuşanıp Beyoğlu’na çıkıp, tiyatroya giriyorsunuz ve hem eğleniyorsunuz hem de birileriyle aynı ortamı, aynı duyguyu paylaşıyorsunuz. Özel zamanlar. 70ler’de ise bu denge sarsılıyor. Televizyon evlere taşıyor eğlenceyi. Sonra terör dalgasıyla birlikte, iyice sokaktan elini eteğini çekiyor halk. 80ler darbeyle birlikte yeniden eğlence hayatını hareketlendiriyor. Bunda televizyonun yasaklar yüzünden sıkıcılaşmasının da payı var. 90lar özel televizyonla birlikte yeniden bir darboğaza sürüklüyor tiyatrocuları. 2000’ler ise televizyonun ve geleneksel basının yitip gitmesine şahit kıldı bizi. Bunda elbette siyasi iktidarın rolü büyük. Söyleyecek sözü olan sanatçıları üretkenliğe, birlik olma, bazen isyan edip bazen dert paylaşma isteği olan seyircileri de tiyatroya taşıdı. Salonlar küçüldü o eski zamanlara göre ama prodüksiyonların sayısı arttı. İtalyan sahnelerden seyirciyle aralarında yükseklik ve düzey farkı olmayan oyunculara geçtik yavaş yavaş. Elbette tamamen ölmedi İtalyan sahneler ama alternatifler arttı. Teknoloji de girdi işin içine, başka sanatlarla kaynaştı tiyatro. Hareket tiyatrosu önem kazandı. Beden önem kazandı. Çağın değişimi elbette sanatın her alanında olduğu gibi tiyatroya da yansıdı. 

60lara dönüp bakarsak bir kez daha, beni en çok etkileyen şeylerden biri, bu insanların, mesela Yıldız Kenter’in ya da Müşfik Kenter’in sadece tiyatroyla birer star olmaları. Basının hepsine gösterdiği yoğun ilgi. Eleştirilerin titizliği… Keşke bugün de yakalayabilsek bu hassasiyeti…

Son olarak ekleyecekleriniz var mı Sayın Başarır.

Çok güzel sorulardı. Ekleyecek hiçbir şey bulamıyorum valla. Bu kadar detaylı okuduğunuz ve hazırlandığınız için ben size çok teşekkür ederim.

Rica ederiz Sayın Başarır, asıl biz teşekkür ederiz. Sadece bugünün okurları için değil gelecek kuşaklar için de gerçekten çok değerli bir armağan eseriniz. Tekrar çok teşekkür ediyoruz. 

edebiyathaber.net (10 Kasım 2021)

Yorum yapın