Denizle sohbet | İhsan Kurt

Temmuz 18, 2024

Denizle sohbet | İhsan Kurt

“Deniz de bir dua kitabıdır. Tanrı’dan söz eder. Hafif renkler, hafif kokular, ilkbahar ruhları.”

Sartre

Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde sabah ve akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara, biri de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi.

Ahmet Hamdi Tanpınar.

Sohbet, tanıdıklarla, dostlarla yapılır. Bu sohbetlerin bahanesi çay ya da kahve olabilir. Ortak konuları, ortak anıları olanlarla yapılan sohbetlerin tadına doyum olmaz.

Sohbetin diğer adı olan muhabbet, karşı karşıya, biraz da diz dize, göz göze yapılan konuşma demektir. Dil değil, ışıl ışıl parlayan gözler konuşur, anlaşır. Samimi, içten, yalanı dolanı olmayan sohbetler kaldı mı bilemiyorum. İnsanlar bazen bir nesne ile de konuşur. Bazıları bunu gizler, bazıları açıkça yapar. Bazı nesnelerin anısı, öyküsü vardır. Bu nesneler, acı tatlı tüm anıları çağrıştırır. Bir süre sonra insan, bu nesnelerle anılarını yeniden yaşar. Nesnelerin dili olmadığını herkes bilir. Ancak her insan, yaşadıklarıyla onlara bir anlam yükler ve onlar da insanların hayatında bu anlamlarla hatırlanır.

İnsanın gezdiği, gördüğü yerler, her kent, her eser, her doğa güzelliği de iz bırakır. Şairler boşuna dağlarla konuşmamış, ırmaklarla coşmamıştır. A. Karakoç, “Dağ ile Sohbet” şiirinde şöyle der:

“Ormanın var, pınarın var, taşın var/ Dört mevsimde bulut saçlı başın var/ Bilmem ama bir uzunca yaşın var/ Mühlet nedir ne değildir de hele”

Tanpınar’ın “Yıldızlı gece ve denize, dağın içimizde uyandırdığı yalnızlık duygusundan gittim” dediği gibi ben de dağlardan, tek başına kalmış ahlat ağaçlarının olduğu bozkırlardan denize kavuştum.

Edebiyatta sadece dağlar değil, denizler de sohbet edilmeye değer bulunmuş, önem verilmiştir. Bu konuda duygular ve düşünceler dile getirilmiştir. Bu defa “gönül” yerine “Deniz, gel seninle muhabbet edelim” diyor ve sohbete başlıyoruz.

Siz hiç denizle sohbet ettiniz mi bilemiyorum ama Tanpınar, Antalyalı bir genç kıza yazdığı bilinen mektubunda “Deniz insanla durmadan konuşur” der. Ben de diyorum ki denizin gözlerini keşfetmesini bilenler veya denizin gözlerini görenler onun lisanını da anlarlar. Mesela Sait Faik ve Halikarnas Balıkçısı gibi yazarlar, denizle en iyi sohbet edenlerdendir. Onunla yakınlaşmaya başladığınızda, denizin lisanını da anlamaya başlarsınız. Deniz bazen derinlerden, bazen uzaklardan konuşur. Siz ona yaklaşmadan önce o size sesini değişik yollarla ulaştırır. Mesela dalgalanır, durulur, köpüklenir, kudurur. Kirletildiğinde maviliklerini kaybeder, morarır. İnsanlara mesajını sesiyle, süsüyle, acısıyla, ağlayışıyla verir. Yeter ki denizi dinlemesini, onun dilinden anlamasını bilelim.

Denizin bizim kullandığımız sözcüklere ve cümlelere ihtiyacı yoktur. Sözcüklerini ve cümlelerini, hatta gerektiğinde öfke ve sevgilerini de kendi yaratır. Kendine özgü bir dili vardır. Dalgaların çarpışmasından ortaya çıkan seslerden, denizin şen şakrak olduğunu, uğultular yaydığında öfkelendiğini, sakinleştiğinde huzurlu olduğunu anlayabiliriz. Çünkü deniz, yüzüne ne maske takar ne de yapaylığa tenezzül eder. Ne halde bulunduğunu ve neler hissettiğini doğrudan yüzüne yansıtır. Onu dinlemenin, anlamanın ve ona cevap vermenin sadece bir lisan değil, aynı zamanda insan olmanın gereği olduğunu kavrayanlar, denizle sohbete başlayabilirler. Hatta isterlerse dost bile olurlar. Fakat denizin dostluğuna fazla güvenilemeyeceği hep söylenir.

Bazı günler sahilde yürürken, deniz dalgalarının bazen okşadığı, bazen çarptığı kayalıklara oturur denizle konuşurum. Karşımda, gözlere yakın duran adalara denizle selam gönderir, adalardan Reşat Nuri’nin, Hüseyin Rahmi’nin, Sait Faik’in ve daha nicelerinin selamlarını alırım. Bu sohbetlerde sadece bedensel yorgunluğum değil, ruhsal yorgunluklarım da son bulur. Yıllardır aranmış da yeni kavuşulmuş bir sevgili gibi onu uzun uzun seyrederim. Hayallerimi kurgular, her türlü kaygı ve korkularımı denize anlatırım. Ayakları yere basmayan düşüncelerimi, arzularımı, belki de kirlenmişlikleri denizin rengarenk sularında yıkar durularım. İşte bundan sonra denizle sohbet daha bir anlamlı, daha bir güzel, daha bir derin olur.

Özellikle deniz durgunsa, denizle sohbetin tadına doyum olmaz. Önce uzun uzun onu dinlersiniz, dinledikçe dinlenirsiniz. Huzur dinginliğinde bir deniz türküsünün nağmeleri gibi sarıp sarmalar sizi. Havalar hep on sekizlerden, kavak yellerinin estiği zamanlardan çalar. O günlerin dalgalı bir deniz olup karşınıza oturduğu, sizi içine alıp savurduğu zamanları yeniden yaşamak mümkün olmasa da durgun denizin sularında bir gerçek gibi seyredersiniz.

Denizle sohbet, bu dünyanın gamından, kederinden soyup kendisiyle baş başa bırakır. Karaların ağırlığından, berrak suların hafifliğine, ayna yüzlü hafifliğine davet eder. Güneşin batmaya hazırlandığı saatlerde, insan durgun denizin gözlerini seyretmiş gibi olur. Denizin gözlerini görmesini ve ona sevgiyle bakmasını bilenler, onun konuşmalarından hazine değerinde anlamlar çıkarabilirler. Bu gözlerdeki dalgaların seyri, gizemli anlamlar taşır. Işığın sığ kısımlarda taşların ve yosunların hayal alemine sürükleyen manzarası sadece gözünüzü değil, gönlünüzü de okşar.

Gözümde bir damla su, deniz olmuyor; deniz kocaman bir göz olup beni büyülüyor. Bozkırlarda yaşadığım zamanları unutturmak istercesine gözleri bazen maviye, bazen yeşile bürünüyor. Kurumaya yüz tutmuş, yangın sarmış zamanlarımı meltemlerini yollayarak yeniden diriltiyor. Yelkenli sandallarda akşamın rengini sunuyor cömertçe. Rüzgarların ıslığı ile eski zamanlardan kalma bir melodi tutturuyor sevenler ve sevilenler için. Besteler ki giden gemilerin belki de en ağır yükleri olup kalkışlarına karışıyor. Gemiler gidiyor, ömürler gidiyor, denizin gözlerinde kalıyor bütün biriktirdiklerim. Ben denizin gözlerinde kalıyorum. Deniz, dilimde tuzu yerinde bir sohbet tadı bırakıyor. Susuyorum, sadece dinliyorum. Vapurlarıyla, dalgalarıyla, sandallarıyla, balıkçılarıyla, balıklarıyla, martılarıyla hep deniz konuşuyor:

Çocukluğumda deniz bir masal ülkesi, deniz olan yerler masal diyarlarıydı. Önceleri televizyonda seyrettiğim deniz, benim hayalini kurmaya çalıştığım denize hiç benzemiyordu. O zamanlar, denize karşı bir korku duydum hep. Denize hasret duyanları anlamıyordum. Hatta deniz, benim gibi bir bozkır insanını neden çağırır, neden çeker pek düşünmemiştim. Sartre’ın “Deniz de bir dua kitabıdır. Tanrı’dan söz eder. Hafif renkler, hafif kokular, ilkbahar ruhları…” sözünden de anlaşılacağı gibi, denize nasıl bakarsanız, deniz de size öyle bakıyor. Neyi hissetmek istiyorsanız deniz de size onları veriyor. Çünkü insanla deniz, sadece doğal bir görüntü ve uğultudan çok öte bir şeydir.

Deniz kenarında dolaşırken hafif esen rüzgâr bedeninizi ve ruhunuzu okşar. Uzaklarda denizin mavi sularının sonsuzluğuna bakarak, anın tadını hem hayallerin saltanatıyla hem de geleceğin güzel düşleriyle çıkarabilirsiniz. Bu hisleri farklı şekillerde yaşayanlar da olabilir; örneğin acılarını denizin tuzlu sularına bırakanlar, gözyaşlarını denize katanlar olduğu gibi. Denizin dalgalarının kıyıları dövmesi, onun hırçın zamanlarının belirtileridir. Denizin dalgaları sakince kıyıları okşarken, beyaz köpükler oluşturarak sahilin doğal şarkısını dans ederek ve sizin şarkınıza katarak söylediğini de sanabilirsiniz.

Denize veya gökyüzüne bakarken, üzerine basılan kumların bazen yürüyüşünüzü zorlaştırdığını fark edip yere baktığınızda gördüğünüz deniz kabukları, renk renk taşlarla renkli düşler kuranlara katılırsınız belki de. Mesela ta ilerilerde kumdan kaleler inşa eden çocuklara özenip, çocukluk günlerinize dalıp, kumdan kalelerin nasıl alındığını veya nasıl yıkıldığını hatırlarsınız. Yalnızlığınıza ara verip, deniz kenarında yürüyüş yapan insanlarla sohbet ettiğinizde insanları daha çok seversiniz belki de. Belki onların dertlerine acır, kendi dertlerinizmiş gibi üzülür, çaresizliği yaşarsınız. Ama bütün bunlar bir anlıktır, iz bırakmadan denizin okşayan rüzgarlarıyla denize karışıp gider. Aynı denizi, doğayı paylaşmanın dinginliğinde bir ortak yan inşa edilmesiyle rahatlamak da var burada. Güneş gökyüzünde parlarken, denizin yüzeyinde dans eden ışıklarla birlikte, deniz kıyısına kurulan sahneye renklerini cömertçe kattığına şahit olmak ise ayrı bir doyumdur.

Eğer yanınızda sevdiğiniz, sohbetinden keyif aldığınız birileri varsa, deniz kenarında zamanı durdurduğunuzu sanacağınız yürüyüşlerde sohbetler yapmanın da tadına doyum olmaz. Yahut sevgilinizin elini sıkıca tutarken birlikte ilerlerken, geleceğe dair hayaller kurarken de yaşadığınızı anlarsınız. Günbatımı veya gün doğumu saatlerinde denizin muhteşem renk oyunlarına tanıklık ederken dalıp başka dünyalara gitmek de güzeldir. Benim de ara sıra rastladığım gibi, fotoğrafçıların deniz kenarında güzel manzaralar yakalamak için makinelerini ayarlayıp merakla beklerken denizle neler konuştuklarını kim bilebilir.

Dinlemesini bilene, denizin derinden konuştuğunu çok hissettim. Sahilde dolaşırken fark ettim ki denizin gücünde ve sonsuzluğunda duygular ve düşünceler yıkanıyor, insan bir içsel huzur bulabiliyor. Denizle sohbetin, biraz da doğanın büyüleyici güzellikleri arasında adımlarımı atarken dünyanın yüklediği dertlerden, kaygılardan uzaklaşarak anın keyfini çıkarmak olduğunu anlıyorum.

edebiyathaber.net (18 Temmuz 2024)

Yorum yapın