“ Derrida okumak kendi yüz tikleri üzerinde çalışan bir adamı izlemek gibidir.” William Karrigan
Derrida 20.yüzyılın Bertrand Russel, Heidegger, Husserl, A.Gramsci gibi düşünürleri arasında yer alan fakat bunlardan “en yenilikçiliği” ile ayrılan Fransız bir filozof. Derrida anıldığında hemen ilk akla gelen ve neredeyse onun adı ile özdeşleşen, sosyal bilim literatürüne dil biliminden geçen “yapısökümcülük” akla gelir. Daha sonra da “aporia” ve “söz-merkezcilik” terimleri (Yeri geldiğinde Derrida’ya ait terimlerin yer aldığı “Derrida Sözlüğü”nden bahsedilecektir). Yani fikirleriyle aynı zamanda özgün terminolojileri olan, felsefeye yeni kavramlar kazandıran bir filozof. Derrida fikirlerini ortaya koyduğu eserleriyle sadece edebiyat eleştirisini değil dil, felsefe, iletişim ve politika gibi disiplinleri, bunlar hakkındaki geleneksel anlayışları doğrudan etkilemiştir. Bu etkileşimler Derrida’nın düşünceleri üzerinde daha fazla duranların sayısını da artırmıştır. Hakkında daha çok yurt dışında kitaplar incelemeler yazılmış, son yıllarda eserleri Türkçeye çevrilmekle kalmamış doğrudan Türkçe kitaplar da kaleme alınmış, akademik çevrelerde tezler de yapılmıştır.
Benim bu yazılarımdaki amacım Derrida okumaları yapanları ve de yapacak olanları öncelikle Derrida ile ilgili yazılanlardan haberdar etmek, akademik sınırların dışında da Derrida’nın düşüncelerinden, fikirlerinden yararlanılmasının getireceği kültürel kazanımlara işaret etmektir. Çünkü Derrida okumaları yapanlar ve yapacak olanlar öncelikle Derrida’yı yazanları okumalarıyla farklı ve zengin bakış açılarından haberdar olacaklar, filozofun eserleriyle ilgili çözümlemelerini ve değerlendirmelerini de geliştireceklerdir.
Derrida okumalarında ilk üzerinde duracağım kitap bir önceki yazımda adını andığım Davıd Mıkıcs tarafından yazılan ve çevirisini Mustafa Bozkurt Gürsoy’un yaptığı Jacques Derrida Kimdir -Entelektüel Bir Biyografi-adındaki kitaptır. David Mikicks bu kitabı yazma sebebim, der “Derrida’nın kafa karışıklığının yol gösterici olmasıdır; bize, şu sıralarda sahip olduğumuz, bir hamlede etik sorumluluk ve tahayyül çeşitliliği meydana getirme arzumuz hakkında bir şeyler söyler.”(s.258)
Kitap; Derrida’nın hayatı, kişiliği, eserleri, öne çıkan belli başlı kavramları (yapısöküm gibi), düşünürlerle iletişimleri, onların fikirlerine yönelik yorum ve eleştirileri değişik sayfalara dağınık şekilde verilmekte, bazen de farklı cümlelerle tekrarlar da yapılmaktadır. Fakat bu okumada mümkün olduğu kadar konular benzer paragraflara dahil edilerek verilecektir. Kitabın değişik sayfalarında anlatıldığına göre Derrida’nın hayatı düşüncelerinden ve düşünürlerden ayrı olarak pek değerlendirilemez. Kişiliği de eğitimi de eserler vermesi de düşünürlerin fikirlerine yaklaşımı da kesin sınırlarla ayrılamaz. O bütün bunları içiçe yaşar. Mikics’in kitabında yazdığına göre Derrida’nın hayatı işaret edilen alanlarda bir bütünlük gösterir. Onun için Derrida’dan bahsederken hayatı, fikirleri, düşünürleri, kitaplarına ayrı başlıklar ayırarak anlatılamaz. Verilecek örneklerde ve açıklamalarda da görüleceği gibi kitabın genel yaklaşımının da böyle kurulduğu anlaşılmaktadır. David Mikics, Derrida ile ilgili bu kitabında onun; birincisi hayatı, çabaları, ikincisi düşünürleri eleştirileri/kendisine yöneltilen eleştiriler/, katkıları ve üçüncü olarak da kitapları (kitaplarında ifade ettiği kavramlar) gibi konuları paragraflar içerisinde ama kitabının sayfalarına dağıtarak işlemiştir. Mikics bu şekilde kitabında sadece Derrida’nın fikirlerine yer verip onları yorumlamıyor aynı zamanda Derrida’nın hayatından, okulundan, mücadelelerinden, katıldığı toplantılardan, yazmış olduğu kitapların öykülerinden de bahsediyor
1965’in yazında en bilinen eseri Gramatoloji’nin çekirdeğini oluşturacak iki makale yazdığı, 1967 yılında Gramatoloji, Yazı ve Fark, Konuşma ve Fenomenler adlı kitaplarını yayımladığı işaret ediliyor. Sonra da hayatından sahneler aktarılırken “Önce bir öğrenci, sonra da bir öğretim üyesi olarak Derrida, siyasi kaynaklı kötü muamele yüzünden Ecole’de yalnızlaşmış ve mutsuz hissetmişti. Hayatının geri kalanı boyunca da siyaset bakımından bir radikal olmaktansa liberalliği tercih ettiği”(s.85) anlatılıyor. Derrida’nın fikir basamaklarının oluşmasında onun yaşadıkları, özgeçmişi ile içiçe somut örnekler verilerek anlatılmıştır. Doğduğu, yaşadığı yerler, sosyal ve gerektiğinde siyasi mücadeleleri, bir durum/olay karşısında gösterdiği davranışları, aldığı tavırları kitabın sayfaları arasına dağıtılmıştır. Örneğin Sartre’ın Bulantı, Edebiyat Nedir gibi eserlerinin yanında aşağıda adı geçen başka yazarların önemli eserlerini okuduğundan da bahsedilirken Derrida’nın disiplinler arası düşüncelerine daha bir açıklık getirilmektedir.
Mikics kitabının birinci bölümüne “Cezayir’den Ecole Normale’e: Sartre, Hegel, Husserl” adını vermiştir ama doğal olarak anlatım daha çok Derrida üzerinde yoğunlaşmıştır. Derrida’nın düşüncesinin yaşamından ayrı tutulamayacağını belirten yazar onun ta baştan beri “dışlanmış bir entelektüel ve asi” olduğunu yazar. Bunun için de Ecole Normale Superieure’ün katı kurumsal sistemine rağmen onun düşünsel meyvesini verdiği vurgulanır ki bu durum daha çok Derrida’nın özgür kişiliği ile de ilgilidir. Nitekim Mikics, Derrida’nın kişiliği ile ilgili olan tanımlaması da onun kişisel, bilimsel özgürlüğe düşkünlüğünü ortaya koymaktadır: “Hayatı boyunca, devasa başarısına rağmen, Derrida kendisini bir tür yabancı, akademik ve entelektüel hayatın iktidarına zıt gitmeye meyilli, uyumsuz biri olarak gördü. Hemşerisi Cezayirli Camus gibi o da kendisini daima muhalefet içerisinde gördü. Sonraki yıllarda kendisine, yapısöküm adı verilen bir kurum kurduğu ima edildiğinde de kızdı; hatta başarısının zirvesindeyken dahi kendisini akademik çevrelerde yeğlenen yeni bir yöntemin kurucusu olarak görmektense bizim sıradan okuyuşlarımıza karşı bir isyancı olarak öne çıkarmayı tercih etti”(s.38)
Kitabın yazarı Derrida’nın 1949 yılında 19 yaşında Fransa’ya gelmesinden sonra adı geçen felsefecilerle ilgili düşünceleri de aktarılır. Örneğin Derrida “Teatral senaryoları felsefi düşünüşü için gerekli gören psikolog Sartre’ı nahoş bulur.” Çünkü O “daha saf ve daha soyut bir düşünme şeklinin, yani Edmund Husserl fenomenolojisinin peşindedir, Husserl’i Hegel’e tercih eder. Sebebini de Husserl’in felsefesinin saflaştırılmasına bağlar”(27-28). Kendisine zor anlaşıldığı konusunda eleştiriler getirilen Jacques Derrida bu eleştiriyi hak ediyor mu veya ne kadar hak ediyor bu ayrı bir konu. Fakat onun daha iyi anlaşılması için ülkemizde kitaplar yazılması da dikkatlerden kaçmıyor. Bazı kitaplar gibi bu kitap da Derrida’yı anlamak için kaleme alınmış bir eserdir. Yazarın tam bir isabetle adını koyduğu gibi entelektüel bir biyografidir. Edebiyat-Felsefe düşünceleri ve eleştirisine değinilir. “1960’ların ortasında Derrida çoktan edebiyata karşı en takınaklı filozof olma yolundaydı. Fakat felsefeyi edebiyata dönüştürmekten de uzaktı.” Derrida’nın benzeri görüşleri aktarıldıktan sonra onun “artık felsefe edebiyatın alışkanlığı olan dolaylı ve kıvrak anlam oyunları üzerinde asla üstünlük ilan edemeyecekti”(s.63) yargısına vardığı da yazılmıştır. Kitap sadece filozoflar, görüşleri, eleştiriler aktarılarak yazılmamış aynı zamanda kitabın bütünlüğü içerisinde Derrida’nın eserlerinde /özellikle Gramatoloji ‘de/ ortaya koyduğu kavramlarla ilgili açıklamalar da yapılmıştır.
Yazar Mikics, Derrida’nın “felsefi bir kuşkucu olarak kendisini büyük gayretler sarf edip temayülleri itibariyle legosentrist olan metinleri incelemeye”(s.50) adadığından bahseder ve Gramatoloji ’den, Yazı ve Fark adındaki eserlerine göndermeler yaparak Derrida’nın bazı düşüncelerini, yorumlarını da aktarır. Bu yorumların birinde şöyle bir yargıya da varır: “Herhangi bir şeyin farklı bir açıdan bakılıp yorumlanmasının onu bambaşka bir hale getireceğini vurgulayan Derrida, belki de her şeyin üstünde, bir rastlaşım/olumsallık filozofudur. Onun nazarında mutlak diye bir şey yoktur; değişen şartların düzensizliğinden ve dolayısıyla yeni anlamlardan korunmak mümkün değildir”(s.51). Bu fikirlerin dışında yazı-konuşma ilişkisi, tartışmaları, öncelikleri, üstünlükleri, benzerlikleri açıklığa kavuşturulmaya da çalışıldığı anlaşılmaktadır.
Mikics, Yazı ve Fark ile Gramatoloji ’deki asıl temanın ampirizm ve onun felsefenin dışıyla kurabileceği muhtemel ilişki meselesidir olduğunu yazar. Yazı ve Fark kitabında yayınlanan çoğu fikirlerin “Tel Quel ve Critique” gibi teori dergilerinde 1963-1966 yılları arasında yayınlanmış makalelerden oluştuğu da belirtilmektedir. Kitabın ikinci bölümünde Derrida’nın Yazı ve Fark ile Gramatoloji kitaplarına genişçe yer verilmiştir. Önceki bölümde adı geçen düşünürlere ek olarak Saussure, Nietzsche, Freud, Levinas, Rousseau, Descartes, Sokrates, Foucault’un düşünceleri de dikkate alınarak Derrida’nın görüşlerine yorumlar getirildiğini okuyoruz. Nitekim kitabın yazarına göre Derrida “yapısöküm, paradoksları ifşa etmek yoluyla besleniyordu. Bu yüzden de farklı zamanlarda Nietzsche’nin üstinsanın kahkahalarına, Levinas’ın kederlerine ve Freudcu travma anlayışına başvurmuş. Hatta Freudcu bilinçdışı Derrida ’ya daha çok fikir çağrıştırmasına rağmen travma konusu onu daha çok zorlamıştır. Ancak o Freud’dan sadece istediği şeyleri almıştır”(s.79). Bu kitabın sayfaları arasında Derrida’nın hocası olan Foucault’u önce çok iyi incelediği daha sonra da onu (Deliliğe Övgü eserinde “delilik” üzerindeki görüşlerini) birçok konuda eleştirdiği hatta bir yazısında onu apaçık bir şekilde reddettiği de Mikicks’in aktarmaları ve yorumları arasında yer alır. Hatta sayfalarca Foucault’un “delilik” konusundaki düşüncelerini Derrida’nın eleştirdiği de yazılmıştır.
David Mikics’ın kitabı hem Derrida’nın biyografisini, insan kişiliğini tanımaya hem de çok zengin görüş ve düşüncelerinin aydınlatılmaya çalışılmasında okuyuculara rehberlik yapan bir kitaptır. Yazarın kitabın girişinde belirttiği gibi, onun bu kitaptaki amacı, “körlük ettiği noktalarda Derrida’nın basiretine yakalanan büyüleyici birkaç düşünürün, Derrida tarafından yapılan okumalarını ele almaktır.” Yazarın bu cümlelere “birkaç düşünür” diye kastettikleri de başta hocası Edmund Husserl olmak üzere Sartre, Hegel, Husserl, Platon, Austın, Nietzche, Freud, Gadamer, Celan, De Man, Heidegger, Marx ve benzerleridir.
Derrida’nın fikirlerinin Sartre, Hegel, Husserl, hatta Levinas ile karşılaştırılmaları, bunlara yönelttiği hem eleştirileri hem de katkıları bu ilk bölümün özünü oluşturmuştur. Elbette bunların dışında ara sıra başka düşünürlerden da bahsedilmiştir. Ancak Derrida anlatılırken adı geçen düşünürler içerisinde en fazla adı geçenin Hannah Arendt, Herbert Marcuse, Martin Heidegger’in de hocası olan Edmund Husserl olduğu da anlaşılmaktadır. Belki de Derrida’nın doktora tezini Husserl üzerine yazması bunda etkili olmuştur.
Yazar kitabının girişinde daha çok Derrida’nın ya da Derrida ’ya özgü bazı terimlere açıklık ve yorumlar getirme uğraşını gösteriyor. Bu şekilde Derrida’nın düşüncelerinden bir kısmı da aydınlatılmaya çalışılıyor. Kitabın diğer bölümlerinde Derrida’nın fikirlerinin Sartre, Hegel, Husserl, Platon, Austın, Nietzche, Freud, Gadamer, Celan, De Man, Heidegger, Marx gibi düşünürlerin görüşleri doğrultusunda, bazen etkisinde, bazen de bunlara karşı olduğu açıklamalarıyla vurgulanır. Aslında bu kitap bazı konularda bir düşünce tarihini, bir filozoflar resmi geçidini izlemiş gibi zevk alarak ama dikkatlice okunması gereken bir eser. Tabii ki bütün sayılan isimlerin görüşleri içerisinde Derrida’nın düşüncelerinin gizil dehlizlerine ışık tutulduğunu da seziyorsunuz kitapta. Derrida’nın yapısökümcülüğü duyurduğu kitabının Gramatoloji olduğu vurgulanır. Sonra da birkaç sayfada “yazı”, “konuşma”, “iz” gibi kavramlarla ilgili fikirler ortaya konur ve gerektiği yerlerde de karşılaştırmalar yapılarak eleştiriler getirilir. Örneğin Derrida‘ya göre Descartes, Sokrates, Heidegger gibi tüm filozoflar yazının karşısında konuşmayı desteklemekte birleşmişlerdir. Oysa Derrida’nın Gramatoloji eserinde işaret ettiği gibi “yazı konuşmadan üstündür”. Yazar, Derrida’nın adı geçen kitabından alıntılar yaparak “iz” kavramını da izah etmiştir. Mikics bu konuları biraz da Derrida’nın düşünce karmaşıklığı içerisinde, kendisi de karmaşıklıktan sıyrılamayarak izah etmeye çalışmıştır. Bu açıklamalarda çelişkili fikirleri de okuyabiliyoruz. Çünkü bir yerde “yazının üstünlüğü”, bir başka sayfada “konuşmanın” üstün tutulduğu Gramatoloji ’ye atıfta bulunularak verildiği görülebilmektedir.
Mikics kitabının birinci ve ikinci bölümlerinde olduğu gibi üç, dört ve beşinci bölümlerinde de Derrida’nın diğer birçok düşünürlerle olan düşünceleri, eleştirileri /bazıları tekraren/ de verilmeye çalışılmıştır. Bunlar arasında Platon, Austın, Nietzche, Freud, Gadamer, Celan, De Man, Heidegger, Marx da var. Fakat bu düşünürler içerisinde daha çok Nietzche, Freud ve Heidegger’in görüşlerinin öne çıkarıldığı gibi, elbette eleştirilerin de daha çok bunlara yönelik olduğu vurgulanıyor.
Kitabı okurken, yazar David Mikicks’in, Derrida’nın önemli yazılarında ve eserlerinde tartışılan metinleri okuyup incelemek için büyük bir çaba gösterdiği de anlaşılmaktadır. Türkçeye kazandırılan bu kitabın, Derrida’nın bazı fikirleri kadar olmasa da benzer tartışmaları içinde sakladığı görülecektir. Aynı zamanda Derrida’yı sadece akademik çevre içinde kalmasını önleyerek aydınların onun fikirlerinden, terminolojisinin getirdiklerinden faydalanarak tartışacakları, yeni yaklaşımlar getirebilecekleri de umut edilir. Sadece yapısöküm kavramının içeriğini anlamak ve bunun felsefenin dışında diğer bilimlere uygulanmasıyla kazandıracakları bile kitabın değerini ve önemini anlamak için yeterli olacaktır.
edebiyathaber.net (23 Ocak 2023)