Derrida üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Simon Glendinning “Derrida” (Çev. Nursu Örge. Dost Y, 2014) adını verdiği kitabının değişik sayfalarında Derrida’nın felsefi bir akım olan yapıbozumun babası olduğunu özellikle vurgular. Bu küçük kitapta ayrıca Derrida’nın zamanının büyük bir bölümünü Platon, Aristoteles, Augustinus, Montaigne, Descartes, Leibniz, Rousseau, Kant, Hegel, Nietzsche, Marx, Husserl, Heidegger, Levinas gibi felsefe tarihinden gelen kişilerin eserlerini okuyarak ve tartışarak geçirdiği de işaret edilir.
Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi David Mikics’in Derrida’nın kişiliği ile ilgili benzeri düşüncelerine bu kitabın yazarı Glendinning de katılıyor. Öğrencilerinden biri olarak Derrida’yı tanıdığını hatırlatan yazar onun kendisini oldukça açıklayıcı olarak düşündüğü “Benim mesleğim felsefe ve ben felsefe öğreten biriyim. Ancak tam anlamıyla bir filozof olduğumu söyleyemem” sözleriyle tanımladığını yazar. Sonra da “Aslında, Derrida, hiç kimsenin “tam anlamıyla” bir filozof olamayacağını düşündüğünü” ve Derrida’nın kendi “İçsel kalesinde bir başına yaşayan” biri olduğunu da söylemeden geçemez.
Glendinning kitabında Derrida’nın amacının ne/neler olduğunun ipuçlarını da verir: “çalışmalarında daha çok ‘felsefenin ardından’ hiç bitmeyecek bir düşünme edimini yerleştirmeyi amaçlamıştı; bu öyle bir amaçtı ki, (kendini bir sonu varmışçasına konumlayan) felsefi miras vasıtasıyla, yine onun “ötesi”ne açılan kapılar aralanacaktı”(s.29) der. Derrida’nın çalışmalarında sürekli sorgulanan bir anlayış olduğu ve “bu anlayışa göre öznellik, saf içkinlik ile gündelik olmayan olarak, kendinden var olan bir bilincin içsel alanı olarak tanımlanacağı, ayrıca başkaları ile olan somut ilişkilere de -etik, politik veya gündelik yaşamdaki konukseverlik bağlamında- her zaman önem verildiği görülür”(s.34) şeklinde bir açıklama da getirilir.
Yazar, Derrida’nın diğer eserlerinden bazılarının adını anıyor ama en fazla “tam bir baş yapıt, Derrida’nın çığır açan çalışması” dediği Gramatoloji üzerinde uzun uzun duruyor. Kitabın Birinci Bölümünün “Yazı Yazı Olmadan Önce”, İkinci Bölümünün “Doğa, Kültür ve Yazı” olduğu işaret edildikten sonra bu ana bölümlere bağlı alt bölümler altında kısa bilgiler veriliyor, yorumlar yapılıyor. Örneğin Derrida’nın yazmaya olan özel ilgisinin kaynağını onun yazının konumuna dair duyduğu şüphe olduğu ifade ediliyor. (Gramatoloji kitabı İsmet Birkan tarafından Türkçeye de çevrilmiştir.)
Derrida hakkında yazılmış olan bazı kitapların da işaret ettiği gibi bu kitapta da Derrida’nın karşıtları tarafından sert şekilde eleştirilmesinden de bahsediliyor. Yazar onun eleştirilme sebepleri arasında üslubunun gösterildiğini belirtiyor. Derrida’nın metninin her zaman net bir ayrım getirmediği, insanın kafa karıştıran, baş döndüren bir yazın biçemi olmasından dolayı da eleştirildiği belirtiliyor. Ayrıca “yarı ikon kırıcı bir dil” olarak adlandırılan yapıbozumun eklenmesi sonucu, entelektüel ortamlarda yüzyıllarca benimsenmiş her şeyi yıkmakla veya bozmakla tehdit ediliyormuş gibi algılanmasının da Derrida’ya daha çok eleştiriler getirilmesine sebep olduğu Glendinning tarafından dile getirilmiştir. Kitapta elbette bunlara karşıt görüşlere de yer veriliyor.
Kitap, Derrida’ya Cambridge’de fahri doktora verip vermeme konusundaki tartışmalar, eleştiriler, açıklamalar “Derrida Olayı” veya “Cambridge olayı” olarak genişçe anlatılıyor. Özellikle bu olay anlatılırken Derrida’ya karşı olan eleştirilerden bazılarının bilimsel bir zihniyet yerine tutucu, çapsız yaklaşımların sergilenmesinden anlaşılıyor. Hatta Derrida’nın hiçbir eserinden alıntı yapılmadan eleştiriler yapıldığı vurgulanırken bunun ne kadar düşündürücü olduğu da anlaşılıyor.
Kitabın yazarı Glendinning, Cambridge’de Derrida’nın çalışmalarına yöneltilen eleştirileri ve düşmanlığı geçmişte gençleri yozlaştırmakla suçlanan Sokrates olayına benzetir. Sonra da imalı bir şekilde şunları yazar: “Ben de Derrida’nın “yozlaştırdığı” o gençlerden biriydim ve yoz kalmaya devam ediyorum. Dolayısıyla benim bakış açıma göre, Cambridge’de olup bitenler (ve Derrida’nın kariyerini baltalamış pek çok başka vakada olanlar) bir akademik bütünlük ve düşünsel dürüstlük ifadesi değildi…”(s.25).
Aynen olmasa da adı geçen Cambridge olayının bazı tarafları bize Amin Maalouf’un Claude Levi-Strauss’un ölümüyle boşalan yere Fransız Akademisi’ne seçilmesindeki bazı tartışmaları da hatırlatıyor.
Derrida’nın düşüncelerinin temelini oluşturmada daha çok hangi filozofların (yazının başlangıcında isimleri geçen) izlerini sürdüğü, felsefi mirastan ne kadar faydalandığı veya bunları hangi açılardan eleştirdiği de kitabın tartışmaları arasında yer alıyor.
Jacques Derrida’nın bilimsel-düşünsel kişiliğine yönelik bilgiler dağınık olarak bazı sayfalarda okunabiliyor. Örneğin Derrida’nın “kamusal olmaktan, umumi olmaktan ve bir halk aydını modeli olmaktan” kaçınan, özgün bir kişiliğe sahip olduğu da işarete ediliyor. (Hatırlanacağı gibi bundan önceki yazıda Mikics de “Jacques Derrida Kimdir” adındaki kitabında benzer görüşleri aktarmıştı).
Bu kitapta Derrida’yı yorumlayan, onun metinlerini araştıran, yine onun metinlerine onun terimi olan “yapıbozum” yöntemi ile yaklaşan isimlere de yer verilmiştir. Derrida’nın kendine özgün olarak ifade ettiği yapıbozum, differance ve benzeri terimlere de Derrida’nın eserlerine göndermeler yapılarak açıklamalar getirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Kitapta Derrida’nın felsefi bir tema olarak yazmaya duyduğu özel ilgi, “yazının yapısı” tartışılıyor. Derrida’nın Yazma edimini “ yazar figürünün öne çıkarılmasını veya “fetişleştirilmesi”ni, ona göre yazının merkezini teşkil eden bir olguyla karşılaştırdığı” ve “Yazmanın”, kişinin kendini geri çekmesi demek” olduğu düşüncesine de yer veriliyor.
Yapısöküm terimi gibi -C. Ramond’un Derrida Sözlüğünde 7 sayfa içinde açıkladığı- “différance” (farklılık, farklılaşma) terimi Derrida’nın eserlerinde önemli bir yer tuttuğu için bu kitapta da terime bu başlık altında yer verilmiş. Différance belirli sayıda farklı algılar düşüncesi diye açıklanmış ve hakkında geniş açıklamalar da yapılmış. Kitabın yazarı S. Glendınnıng, différance’yi anlamanın yolunun “hem cazip hem de oldukça sezgisel bir kimlik ile ayrım anlayışını terk etmeye çalışıp, yerine bir şeyi başka bir şeyden farklı kılan ve kendisi yapan nedir sorusundan yola çıkarak yeni bir anlayış getirmek” olarak açıklar. Kitaptaki açıklamasında Derrida’ya göre her kimlikte mutlaka bir de “bölünmüş kimlik” bulunur ve bunda “kendindeki farklılık” veya “ilk yabancılaşma” olarak ifade edilir.
Simon Glendınnıng’ın “Derrida” adını verdiği bu kitabında “Yinelenebilirlik” ve “Politika ve Adalet”, “İnsan ve Hayvan”, “Yeni Baştan” başlıkları altında, bu konulara Derrida’nın getirdiği açıklamalar üzerinde yorumlara da yer vermekte ve bütün bunlar yapıbozum açısından irdelenmektedir. Kısaca bu kitap, okuyucuyu Derrida’yı farklı bir okumaya da davet etmiş olmaktadır.
Yazar, kitabının sonlarında bu kitabın ”Derrida’ya dair çok kısa bir giriş olmasına rağmen bir o kadar da zorlu olduğunu” işaret eder ama Derrida’nın metinlerine de “sonsuz bir şükran duyduğunu” gizleyemez. Öğrencisi tarafından yazılan Dokuz bölümlük bu kitabın Derrida ile ilgili ön ve özet bilgiler edinmek isteyenlere derli toplu bir anlayış kazandıracaktır.
edebiyathaber.net (21 Şubat 2023)