Ölümüm
Saçları is kokulu sevdiceğim
Kaç yangından arta kalansın sen
Hâlâ kaç yangını kovalamaktasın
En kötüsü oldu Yunemah, korktuğundan da kötüsü. Unutuluşun derin kuyusuna yuvarlanmaktan kurtulamadın. Artık sen de oradasın. Ezelden beri varolmadığın gibi, ebediyeti de kucaklayamadın. Zerrelerine ayrışan bedeninin hâlâ buralarda, bir ağaç yaprağında sabah güneşini selamladığını ya da avare bir böceğin yardımıyla çiçek çiçek dolaştığını düşünerek avunabilirsin. Daha da ileri gidebilir, ömrünü uğruna harcadığın, varlığının biricik amacı varsaydığın bu yapının hâlâ ayakta kaldığını umabilirsin. Yapıtının bunca zaman sonra bile tanımadığın insanlar tarafından hayretle seyredilmesi huzursuz ruhunu bir nebze rahatlatabilir. Şunu bil ki Yunemah yaşamını, inşa etmekle geçirdiğin bu devasa yapı, ufak tefek birkaç hasarı saymazsak olduğu gibi duruyor. İnsanlar binlerce yıldır ona bakıyorlar. Adeta sanat eserine öykünen bu tarihi kalıntıyı onca yokluğa rağmen yapmanı övseler de, ömrünü böylesine harcadığın için sana acıyor, içten içe alay ediyorlar. Onlara kızmadan önce bir şey daha belirteyim ki öfkeni, bu beklenmedik konuklar arasında insaflıca bölüştürebilesin. Ziyaretçilerin yanlızca geveze turistlerden, meraklı gezginlerden oluşmuyor. Bir de kanını, canını emmeye gelen tekinsiz kişiler var, ben varım. Havanın karardığı, etrafta kimsenin olmadığı zamanları kollarım. Gözlerim karanlığa alışkın, ellerim beceriklidir. Senden çaldığım yalnızca sonsuz hayat değildir elbette. Mezar taşını süsleyen altın kartal kabartmasını beceriksizce kazıyarak yiğitliğini ve cesaretini, zorlu bir çarpışmada kazandığın kutsal mızrağını alarak şerefini, göksel tahtını simgeleyen heykellerle imparatorluğunu çalarım. Artık geri dönüşsüz bir yoldasın. Ruhun geri dönse bile, yaşarken kazandığı asalet ünvanlarından hiçbirini bulamayacak, baştan başlamak zorunda kalacaksın. Söyle Yunemah, hadi söyle, sırf bu yüzden vazgeçer, unutulmaya razı olur muydun?
Kral olduğunu da nereden çıkardım, sıradan bir işçiydin belki de. Lahitinin sadeliği bunu gösteriyor. Öyleyse senden çaldığım yalnızca ölümsüzlük olmalı. Peki ya benim kazandığım ne? Ah Yunemah, nasıl benziyoruz bir bilsen. Bir ev yaptırırım belki. Henüz hayattayken çürümeye başlamış bedenimden daha uzun yaşayacak bir taş yığını. Sonra bir tane daha ve bir tane daha, ömrüm yettiğince çok sayıda. Doğacak çocuklarım için bir yuva, sadece barınmaları için değil, öldükten sonra beni hatırlasınlar, ansınlar diye. Şimdi kanlı canlı karşımda dursaydın, suratımın ortasına okkalı bir yumruk indirirdin belki. Dur hemen öfkelenme, henüz hiçbir şey bilmiyorsun.
Senin yaşadığın zamanları düşlüyorum. Tüm günü, elindeki keskileri, delici taşları kaya yüzeylere sürte sürte büyük şatolar inşa etmekle geçiriyorsun. Geniş kaya yüzeyleri bütün heybetiyle yükseliyor önünde. Başını kaldırıp zirveye doğru baktığında kalker kayaların kireçli yüzeylerini görüyorsun. Onlarca işçiyle beraber gün ağarınca başlıyorsun çalışmaya Yorgunsun. Elindeki keskiyi çatlaklardan birine dayayıp yavaşça oyuyorsun kayayı. Dikkatli olmalısın. Kalker kayalar gevrektir. İstediğin büyüklükte bir tabakayı kaldırmak için ne kadar güç harcaman gerektiğini iyi hesaplamalısın. Karanlık basınca tüm günün yorgunluğu hücum ediyor üzerine, bir de gökyüzünde akbabalar beliriyor. İnşa etmekte olduğun mezar şatolarına doğru pike yapıyorlar, sanki gözdağı vermek istiyorlar. Kalbine bir hançer saplanıyor böyle zamanlarda. İnsanın dirisine dağdağalanan bu gavurların, ölüsüne neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorsun. En çok korktuğun neydi acaba? Ölümün sinsice yaklaşıp seni beklemediğin anda, henüz sonsuz hayat için hazırlığını yapamadan yakalaması mı?
Mezarının çevresi, öbür dünyada kullanman için hazırlanmış eşyalarla çevrili. Boş bir testiyi kulağıma götürüyorum. Sesler duyuyorum. Ayinlerden kalma boğuk çığlıklar, huzursuz ruhunun haykırışlarına karışıyor. Buradaki eşyalar tıpkı istiridye kabukları gibi bulundukları mekânın seslerini toplar, yoğunlaştırır ve birbirine bakan eğimli yüzeylerinde sonsuza dek sürecek bir ses yankısına neden olur. Alışkın kulaklar, eşyalardan yayılan çığlıkları mezar odasına girdiği anda duyabilir. Bense seslerle birlikte yaşarım. Gecenin sakinliğinde uykuya dalarken, sabah gözlerimi açtığımda, günün herhangi bir zamanında ama illaki sessizlikte. Belki de bu yüzden çok konuşurum. Tedirgin zihnimin oynadığı küçük bir oyundur bu, çaldığım yaşam tomurcuklarının intikamı, bir meslek hastalığı.
Bilmiyorsun Yunemah. Senin değerini en çok ben bilirim. Sana nasıl öykündüğümü, varlığımı anıtlaştırmak, senin gibi sonsuz kılmak istediğimi bilmiyorsun. Seninkinin yanında nasıl gülünç bir çaba. Sen kazanamayacağın savaşlardan bile bir destan çıkarmayı biliyordun. Hiçbirimizin cesaret edemediğini yaptın, en büyük düşmanınla uzlaşmayı başardın. Yüzyıllardır koynunda yatıyorsun. Hâlâ düşmanın mıyım, şimdi söyle? Sen Yunemah sonsuz bir uykuyu uyumaktasın. Sen zamanın ve zamansızlığın anıtısın. Anlat bana, zamansızlık nedir. Anlat ki eksikliğinde oluşacak boşluktan zamanı tanıyabileyim.
Benim sözlerim bitti. Artık seni dinlemek isterim.
Derya Sönmez – edebiyathaber.net (4 Aralık 2012)