Devlet edebiyat kanonu oluşturulabilir mi? | Metin Celâl

Mart 13, 2024

Devlet edebiyat kanonu oluşturulabilir mi? | Metin Celâl

Milli Eğitim Bakanları’nın en sevdiği şey müfredatı değiştirmektir. Müfredat, bilindiği üzere “ders programı” demek. Her yeni göreve gelen bakan mevcut müfredatı beğenmez ve hemen değiştirmeye girişir. Bakan Yusuf Tekin’in yaptığı da bu oldu. Partisinin yirmi yıldan fazladır iktidarda olduğuna yani kendi partisinden bakanların daha önce defalarca müfredatı değiştirmesine aldırmadan ya da bunu dert etmeden müfredatı değiştireceğini açıkladı. Tabii ki müfredatın değişmesi demek ders kitaplarının içeriklerinin, sınavların sorularının da değişmesi anlamına geliyor ki yüz binlerce ders kitabının çöpe atılması, ders ve sınava hazırlık kitaplarını yeniden üretilmesi gibi büyük bir yayıncılık faaliyetine ve israfa da neden oluyor. Bu değişikliklerin böyle bir hareket sağlamak ve bazı yayıncıları nemalandırmak, bazılarını da devre dışı bırakmak gibi bir amacı olduğunu da düşünüyorum. Her yeni müfredat değişikliği aynı zamanda eğitim yayıncılığının yeniden dizayn edilmesi anlamına geliyor. Bakanlarımız muhafazakâr sanılsalar da sürekli değişimden yanalar.

Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi bizim devlet yöneticilerimiz de insan mühendisliğine meraklılar. Kendi siyasi görüşlerine, kafalarındaki ideal insan modeline uygun vatandaşlar yetiştirmek isterler ve bunun yolunun da eğitimden geçtiğini zannederler. Ders programlarını da bu arzularına göre düzenlerler, beğenmezler yeniden düzenlerler. Bu böyle gider. Toplum mühendisliğinde başarılı olmuşlar mıdır? Düzene uygun kafalar yetişmiş midir, Türkiye’nin mevcut haline bakıp karar verebilirsiniz. Ben başarı oranlarının pek yüksek olduğunu sanmıyorum. Ama onlar ısrarlı. Bu müfredatla olmazsa seneye yeni bakan getirip yeni müfredat hazırlatıp denemeye devam edecekler. Yüz yıl sürse de istedikleri tipte vatandaşı yetiştirecekler. Hayran kalınacak bir azim.

Tabii edebiyat müfredatı ile de bir türlü ele geçiremediklerinden yakındıkları “kültürel iktidarı” ele geçirmek, kendi anlayışlarıyla dizayn etmek istiyorlar. Müfredatta, dolayısıyla edebiyat ders kitaplarında yer verdikleri yazarlar da onların nasıl bir edebiyat görmek istediklerinin aynası oluyor.  Tuğba Çelik “Muhafazakâr Edebiyat Kanonu” adlı çalışmasında edebiyat ders kitaplarında eserlerine yer verilen şair ve yazarları inceleyerek bizleri yönetenlerin nasıl bir edebiyat görmek istediklerini araştırmış.

Kitabın arka kapağına da alınan şu cümleler nasıl bir sonuca vardığını anlamamızı sağlıyor; “Yaşam biçimini ve kabulleri derinden etkileyen edebiyatın öğretimi, ister istemez politiktir. Türkiye Cumhuriyeti’nin emekleme yıllarında edebiyat ders kitaplarında Atatürk devrimlerinden yana sanatçıların eserlerine yer açılırken, 1950’lerden sonra bu kitaplara Osmanlı kültürüne özlem duyan ve giderek muhafazakâr sanatçıların metinleri seçilir oldu. Son otuz senede edebiyat ders kitaplarına Necip Fazıl, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Namık Kemal ve Peyami Safa egemendir. Bu sanatçılar Batıya karşı önyargılı ve geçmişten gelenlere bağlı kalmayı seçmişlerdir” diyor.

Şair ve yazarlarımız ders kitaplarında yer almayı önemserler. Kimlerin ders kitaplarında yer aldığı, kimlerin neden yer bulamadığı tartışılır. Ders kitaplarına girmek devletin onları kabulü anlamına gelir, şair ve yazarlar nedense hep devletin kendilerini benimsemesini ister. Ama bir başka bakışa, yani okurun yaygın kanısına göre ders kitabına giren şair ve yazar edebi ömrünü tamamlamış demektir. Artık o devletin şair ve yazar olarak kabul ettiği ama okurun “Aman uzak durayım!” dediği bir konuma gelmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın en önemli sorunlarından biri ders kitaplarının okunmamasıdır. Bunun birinci nedeni tabii ki çağdaş gereksinimlere uygun ders kitapları yazdırılmamasıdır ama diğeri de devletin insan mühendisliği arzusunun ders kitaplarında açıkça fark edilmesidir.

Bundan elli yıl önce de böyleydi. Lise edebiyat ders kitapları öğrencileri edebiyattan, dolayısıyla kitap okumaktan soğutmak için özel olarak hazırlanmış gibiydi. Divan edebiyatına büyük bir yer verilir, öğrencilerin tek bir sözcüğünü anlamadığı şiirler okutulup sınavlarda “Bu şiirde ne anlatılıyor” diye garip sorular sorulurdu. Divan edebiyatının o örneklerinden tek birinin tek bir dizesini bile anımsamıyoruz. Çoğu okul arkadaşlarımız o şiirler yüzünden edebiyattan soğumakla kalmadı, nefret eder hale geldi. Çünkü seçilen şiirler de öğretme yöntemi de yanlıştı. Divan edebiyatından geriye kalan birkaç sayfada ise Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlarına yer verilirdi. Bu bölümlerde de amaç milli duyguları alevlendirmekti sanırım. Çünkü bol bol kahramanlık şiiri okutulurdu. Bunların da cumhuriyetin ilk yıllarında yazılan, yazdırılan şiirler olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu şiirler ezberletildiği için Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiri gibi bazılarının birkaç dizesi belleklerimizde yer etmiştir. Ama kimsenin bu şiirlerden etkilendiğini, benzerlerinin peşine düştüğünü, ezberlediğini ve edebiyat anlayışını ona göre oluşturduğunu sanmıyorum.

Tuğba Çelik

Ortaokul Türkçe ve lise edebiyat derslerinden aklımda kalan sadece iki ad var; Sait Faik ve Cahit Sıtkı Tarancı. Bir de deneme anımsıyorum; “Karanfiller ve Domates Suyu”.  Bu deneme Sait Faik’inmiş. Sanırım içeriğinden önce ismi etkilemişti beni. Çünkü domatesi biliyordum ama suyunun sıkıldığını hiç görmemiştim ve domates suyunun karanfillerle ilgisini de anlayamamıştım.

Lisede bir edebiyat zevki edindiysem bu edebiyat öğretmenimiz sayesindedir. Mehmet Başaran iyi bir yazar olmasının yanında muhteşem bir edebiyat öğretmeniydi. Müfredatın derste işlenmesini zorunlu tuttuğu konuları beş dakikada öğretir, kalan 40 dakikada da bize çağdaş edebiyatı anlatırdı. Beş dakikalık bölümde de Divan edebiyatını öyle farklı açıdan ele alırdı ki sevmesek de nefret etmezdik. (Muhteşem Bir Öğretmendi (okudugumkitaplar.blogspot.com) .

Tuğba Çelik 1950 – 2018 yılları arasındaki dil ve edebiyat dersi öğretim programlarını incelemiş ve muhafazakâr edebiyat kanonunun kimlerden oluştuğunu ortaya çıkarmış. Edebiyat ders kitaplarında ısrarla yer verilen yazarlar şöyle: Yahya Kemal 20, Mehmet Akif 17, Necip Fazıl 16, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Haşim 15, Namık Kemal 14, Yunus Emre 11, Peyami Safa 10 kez, Recaizade Mahmut Ekrem, Ömer Seyfettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Muhip Dıranas sekizer kez, Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhak Hamit Tarhan, Ziya Gökalp, Yakup Kadri Karaosmanoğlu yedişer kez, Ahmet Mithat, Ziya Paşa, Fuad Köprülü ve Mehmet Kaplan beş kez.

Tuğba Çelik bu listenin Milli Kanon ve Muhafazakâr Kanon’un bir karması olduğunu, zamanla dengenin muhafazakârlık lehine değiştiğini belirtiyor. Yani Milli Eğitim Bakanlığı’mız (MEB) edebiyat kanonumuzun bu isimlerden oluşmasını istiyor. İstiyor diyorum çünkü bu bir öneridir. Ancak okur bu önerileri kabul eder ve bu şair ve yazarların kitaplarını  yaygın olarakokursa o zaman kanon oluşmuş diyebiliriz.

MEB’in ilk handikapı bu kanonu edebiyat müfredatı ile dayatmasıdır. Yani öğrenci bu yazarların eserlerini kendi isteği ile okumaz, sadece sınavlardan iyi not almak, derslerden geçmek için okur ve dersi geçtiği anda unutur. Sınav zorlaması ile bu eserleri okuduğu için de bir daha o eserlere de yazarlara da bakmaz, hele edebiyat zevki için hiç okumaz.

Devlet sadece ders kitapları yoluyla değil kitap yayınlayarak ve onları ücretsiz halka dağıtarak ya da okul ve halk kütüphanelerine koyarak edebiyat kanonunu oluşturmaya çalışmıştır. Herhangi bir başarı elde ettiklerini söyleyemeyiz. Aksine Yahya Kemal gibi çağdaş Türk şiirinin kurucusu büyük bir şairden bu nedenle soğumuşuzdur.  Müfredat nedeniyle gerçek değerini anlamayıp soğuduğumuz Yahya Kemal gibi çok isim sıralanabilir.

Tuğba Çelik, müfredata alınmayan, bu nedenle ders kitaplarında yer almayan isimleri de araştırmış. Öncelikle akla Nâzım Hikmet geliyor tabii. Ama Nâzım Hikmet’in ders kitaplarında yer almaması şaşırtıcı değil. Çünkü büyük ustanın kitapları uzunca bir dönem yasaktı, kendisi de vatandaşlıktan atılmıştı. Aynı durum Sabahattin Ali için de söz konusudur. Kendisi öldürüldü ve eserleri uzun yıllar yayınlanamadı. İkinci Yeni şairlerinin ders kitaplarında yer almamasının ise çok basit bir nedeni var. Çünkü akademi edebiyat öğretiminde Cumhuriyete bile çok geç ulaştı. Onların “Yeni Türk Edebiyatı” denildiğinde anladığı Serveti Fünun, Edebiyatı Cedide idi. Tanpınar’ın okutulmasının ise Mehmet Kaplan sayesinde olduğunu biliyoruz. Mehmet Kaplan’ın edebiyat anlayışı ise malum. O anlayışla Nâzım Hikmet’in eserleri de, 40 Kuşağı da bağdaşamaz. İkinci Yeni’yi bilseler Sezai Karakoç bu kadar geç kitaplara girmezdi. Oğuz Atay’ın da ders kitaplarında olmaması aynı nedenledir. Edebiyat dünyası Atay’ı 802lerde tanıdı, akademi eserleri üzerinde çalışmaya 2000’lerde başladı.

MEB’in müfredatının oluşmasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin etkileri de araştırılmaya değer. Ben muhafazakârlık kadar akademinin edebiyat anlayışının da müfredatın oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorum. Zaten ikisi de içiçedir.   

Tuğba Çelik “1950’lerde adım adım başlayan sonra çığ gibi büyüyen muhafazakârlık, Türkiye’yi baştan aşağı değiştirirken edebiyatın öğretilme biçimini de altüst ederek muhafazakâr bir edebiyatla donatılmış kuşaklar yetiştirdi” diyor. Ben bu görüşe katılmıyorum. Bu bakış açısıyla müfredata ve edebiyat ders kitaplarına hak etmedikleri bir önem verilmiş oluyor. MEB yani devlet kanonu oluşturmayı çok denedi. Geçtiğimiz yıllarda yayınlanan 100 Temel Eser listeleri de bunun tipk bir örneğidir. Öğrencilere zorla o listelerdeki kitaplar aldırıldı ama okuyup sevmeleri sağlanamadı. Çünkü zorla güzellik olmaz. Hele gençleri zorlayarak, kalıba, düzene sokarak hiçbir yere varılamaz. Direnirler, kalıbı kırar, aksini yaparlar. Devletimiz de, Milli Eğitim bakanlarımız da bu gerçeği kavrayamıyor ve müfredat değiştirmekten bıkmıyorlar. Tuğba Çelik’in dediği gibi olsaydı hemen her bakanla müfredat değiştirilme gereği duyulmazdı. Bugünlerde de yeniden 100 Temel Eser listesi gündem getirilmeye ve yeni bir liste oluşturulmaya çalışılıyor.

Tuğba Çelik’in “Muhafazakâr Edebiyat Kanonu” adlı çalışması devletin edebiyat  müfredatı yoluyla kültürel iktidarı ele geçirme çabalarının tarihçesini öğrenmek, geçen yıllarda nelerin dayatıldığı, nelerin değiştiğini görmek açısından değerli bir çalışma. Hem devletin eğitim politikalarını hem de edebiyat kanonu dayatmalarını araştıran, tartışanlar için de faydalı bir kaynak.

edebiyathaber.net (13 Mart 2024)

Yorum yapın