Söyleşi: Ayşe Yazar
Can Çocuk Yayınlarından çıkan “İkinci Şans Kitapçısı“nın yazarı Dicle Keskinoğlu ile konuştuk.
Kitaba dikdörtgen beyaz bir muşamba üzerinde kurulan bir hayal ile başlıyorsunuz. Sonra o hayal üç kuşağın yaşamında (belki dördüncü kuşağın da ) belirleyici oluyor. Hayaller sadece onu kuran için değil, hayalimizdeki kişiler için de hayal kuruyoruz farkında olmadan. Yazarlığa başlamanız ve bu kitabın basılı hale gelmesi nasıl bir hayal mutfağından geçti?
Ne kadar güzel söylediniz; bilhassa yazar misyonunu üstlenince hayalimizdeki kişiler için de hayal kuruyoruz. Bu hayali gerçekleştirme çabamız da ortaya çıkan hikayelerin ta kendisi oluyor.
Kendimi yazarak ifade etmeyi tercih etmemin epey mazisi var. Sanıyorum tek basamaklı yaşlarıma dayanıyor. Ama malum, o dönem insan, ne içinden ne de dışından “kelimelerin gücünü önemserim” gibi havalı cümleler kuramıyor. Sadece mutluluk verdiği için sık sık bu eylemi tekrar ediyor o kadar… Bir kağıda yazılıp, kıvrılarak saklanan bir not benim için her zaman iki dudak arasından çıkan sözlerden daha değerliydi. Galiba her açıp baktığımda ilk günkü tazeliğini koruması fikri beni cezbetti. Bir de insan yazarken daha cömert oluyordu. Konuşurken cümleleri daha kısaydı. Ben hem kendime yazdım hem başkalarına yazdım. Hem mutluyken yazdım hem de hayal kırıklığına uğradığımda yazdım. Anlayacağınız, büyüyene kadar kelimelerle epey iş birliği yaptım.
Fakat bu yaptığımın adını koyup mesleğim olarak ilerlemeye karar vermem üniversite yıllarını buldu. Lisans eğitimimi Endüstriyel Tasarım, yüksek lisans eğitimimi Batı Sanatı ve Çağdaş Sanat Tarihi üzerine tamamladım. Fakat gönlüm en geniş alanı yazmaya ayırdı. Sırasıyla dergi ve gazete maceralarım oldu. En sonunda da kitap yazmaya başladım. İlk kitabım 2014 yılında Doğan Novus tarafından yayımlanan Beşikte Durduğu Gibi Durmuyor’du. Onu elime aldığımdaki hislerimi nasıl anlatsam bilemiyorum. Çocuklarımı dünyaya getirdiğimde hissettiklerime yakın duygulardı. İkinci Şans Kitapçısı benim 16. kitabım. Onu yazmaya başladığımda 2019 yılındaydık. Farkına varmadan; duygusuyla, resmiyle, kokusuyla aklımızda tuttuğumuz hatıraların bir gün ortaya çıkmasının yansıması diyebilirim. Küçükken annemle yaptığım sahaf ziyaretlerinin bir meyvesi… Onca yıl sonra sanki bir gün önce gitmişim gibi kitapların arasında dolaştım yazarken… Bir an önce kavuşmayı istedim ancak o da dünya ve ülke gündeminden nasibini aldı. Uzun bir nişanlılık dönemimiz oldu. Sonunda kavuştuk.
Bir eşyanın somut bir nesne olmanın ötesinde hayata dair anlamlar içerdiğin görmeniz, aldığınız eğitimin bir yansıması olmasının dışında bir yazar olarak sizin zihninizde nasıl belirip ortaya çıktı ve bir kitabın konusu haline geldi?
Aslında eşyalara anlam yükleme alışkanlığım yazarken işimi kolaylaştıran fakat günlük hayatta beni ve yakın çevremi zorlayan bir durum. Obsesyon derecesinde olmasa da eşyalara, alındığı güne, birlikte aldığım kişiye, sonrasında yaşananlara haddinden fazla anlam yükler, duygusal bağ kurarım. Fakat onların da benimle kurması fikri bu hikayenin çıkış noktası oldu. Tabii kitapların özel bir durumu da var. Onların kelimeleri, cümleleri ve hissettirdikleri var. Bu şartlar altında kitaplarla bağ kurmak daha da kaçınılmaz. Kimi zaman hayatınız boyunca adım atmadığınız bir ülkede doğup büyüyen, yüzünün neye benzediğini dahi bilmediğiniz bir yazar, bir karakter yaratıyor ve o karakterde siz bizzat kendinizi buluyorsunuz. Bazen de aksine kendinizi, sizinle hiçbir benzerliği bulunmayan karakterler için endişelenirken buluyorsunuz. Kitap bitince hayatınızdan çıkmış olmasına hayıflanıyorsunuz. Bu özellik başlı başına kitapları birer eşya olmaktan çıkarıyor bana göre…
Kitapların birileri onları okumadan içinde neler anlatıldığını bilmemesini insanlar için düşünürsek, çocuk okurlar açısından bu duruma nasıl yaklaşılmalı?
İkinci Şans Kitapçısı’nda, “Biz kitaplar, içimizde yazılanlara verilen anlam kadar anlamlıyız. Sahiplerimizin bize verdiği değer kadar da değerliyiz,” şeklinde geçen bir kısım var. Aslına bakarsanız bu sadece İkinci Şans Kitapçısı’nın sakinleri için değil pek çoğumuz için geçerli. Kendimiz için biçtiğimiz değeri çoğu zaman insanların bize verdikleri değerle ölçüyoruz. Bu yüzden aslında hepimiz içimizden geçenlerin tam ve eksiksiz olarak okunmasını bekliyoruz. İki insan arasındaki iletişimin gücü de tamamen birbirlerini doğru okumaktan geçmez mi? İkinci Şans Kitapçısı’nda bu anlayışı kitapların doğumu olarak tasvir ettim. Bu noktada çocuk okurlara bir nevi süper güç elde etme şansı da doğuyor; kitapların kapaklarını aralayıp onları okumaya başladığınızda bir doğumu da gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Raflarda sıralanmış onlarca kitap var, onları okuyarak can verebilir, içinde yazanlara yüklediğiniz anlamla hayatınızda bir yer edinmelerini sağlayabilirsiniz diyorum.
Kitapların dünyasında geçen bir kitapta karakterlerinize Kesik Cümle, Macera, Derin Kuyu, Çisilti, Dene gibi isimler veriyorsunuz. Buradaki nedenselliğin yanında dil hususuna kafa yormanız, eleştirel bakabilmeyi ve baktırabilmenin yolunu açmanız dikkate değer. Bu isimler nasıl ortaya çıktı? İkinci Şans Kitapçısı bu kitapta bir karakter olsaydı adı ne olurdu?
Aslına bakarsanız karakterlerin ismi ilk başta direkt olarak tür adıydı. Onların da kendine has isimlerinin olması Ceylin (Aksel) ve Mehmet’in (Erkurt) fikriydi. Benim de çok hoşuma gitti. Derin Kuyu bir tarih kitabı mesela. Bir tarih kitabında asla sadece ilgilendiğiniz tarihsel dönem ile sınırlı kalmazsınız. Kitabın kapağını kapatırken pek çok tarihsel figür ve olay hakkında derinlik kazandığınızı fark edersiniz. O yüzden Derin Kuyu yerini dolduran bir isim tercihi oldu. Ya da mesela Kesik Çizgi’den örnek vereyim. Çizgi romanlarda çoğu zaman cümleler diğer kutucuğa aktarılır. Düzyazıda iki üç cümleyle anlatılacak olaylar orada onlarca kutucuğu kaplar. Şahsi fikrim olayların akışkan değil kesik kesik ilerlediği yönündedir. En azından bana öyle bir tat verir. Çizgi Roman böylelikle Kesik Çizgi oldu. Anlayacağınız karakter isimlerinin hiçbiri öylesine ortaya çıkmadı. İkinci Şans Kitapçısı’nın karakter olabilme ihtimalini sayenizde ilk kez şimdi düşünüyorum. Yeniden Bahar ya da Bir Daha Hayat olabilirdi sanırım.
İkinci Şans Kitapçısı’nı okurken beni etkileyen bir özellik de kokulara oldukça geniş yer vermeniz oldu. Kurguyu ve çatışmayı konumlandırmamda kokuları öne çıkartan üslubunuz kılavuzluk etti bir bakıma diyebilirim. Kitabınızda ve sizin düşünce dünyanızda kokuların yeri nedir?
Ah kokular! Hiç sormayın, ilk başta bahsettiğim eşyalara anlam yükleme alışkanlığımın bir diğer boyutu da koku hafızam ve ona yüklediğim anlam. Olayları ve kişileri kokularıyla saklarım. Durup dururken bulunduğum yerin benim mezuniyet törenim gibi koktuğunu iddia edebilirim mesela. Mutlaka o anıyı hafızama alırken beraberinde getirdiği bir kokuyu duymuşumdur. Kokular, hayatımda zaman makinesi görevi görür. Üstelik yakın zamana kadar bunun herkes için geçerli olduğunu sanırdım. Meğerse değilmiş, herkesin koku hafızası gelişmiş olmayabilirmiş. Acaba gereksiz hamallık mı yapıyorum diye düşündüğüm de olmuyor değil. Ama hikayedeki misyonuna dönecek olursak; koku olmadan betimleme zayıf kalırdı bence. Bu koku meselesini okuyucuya da hissettirebildiysem ne mutlu bana.
Narin ile Kütüphaneci Kız arasındaki köprü de Can ile Kütüphaneci Kız arasındaki gönül köprüsü de kitapla kuruluyor. Narin’in dönüşümü kadar Can ve Kütüphaneci Kız’ın dönüşümü de dikkat çekici. Bu köprüyle kurulan bağ ve dönüşüm üzerine neler söylersiniz? Sizin okurlarınızla kurduğunuz bağın da kitapla kurulduğundan hareketle okurlarınızla kurduğunuz ya da kurmayı arzuladığınız bağ nasıl bir bağ?
Malum bizler sosyal varlıklarız. Çevremizdekilerle kurduğumuz ilişki, aramızda inşa ettiğimiz köprülerle değişiyor ve dönüşüyor. Hayatımız boyunca en az etkileşim yaşadığımız insan bile bizi bir şekilde etkiliyor. Hikayeyi yazarken, elbette her ilişkinin odak noktasında kitaplar olmasını istedim. Mesela Narin kozasını delip dışarı çıkarken, arka planda hep kitaplar vardı. Kütüphaneci Kız ile aralarında gelişen dostluk bizzat Macera’nın sayfalarının arasında gerçekleşti. Keza Can’ın tüm hayatı kitaplar üzerine kurulu. Kütüphaneci Kız ve Can’ın ilişkisi de yine kitaplar sayesinde evriliyor. Anlayacağınız kitaptaki bütün köprüler kitaplar eşliğinde kuruldu. Çünkü bu gerçekten mümkün. Kitapların düşünüldüğünden çok daha büyük etkileri var. Sanırım en çok buna vurgu yapmak istedim. Benim odak noktam da bu. Okurlarımla kitaplarım ve karakterlerim aracılığıyla sağlam bir bağ kurmak istiyorum. Benim yazarken hissettiklerimi onlar da okurken hissetsinler, bir araya gelelim, karakterler üzerine konuşalım, istiyorum. Ben bir kitabı yazmaya başladığımda kendimi bir süre çok kalabalık hissediyorum. Karakterlerle yaşıyorum. Sık sık onları düşünüyorum. Önemsiyorum. Laf aramızda kitap bitince bazen büyük bir boşluğa düşmüş gibi oluyorum. Buna yakın duygular okurlarımda da oluşursa bence benim açımdan bu bir başarı sayılabilir. Arka kapak kapandığında bir süre daha Macera’yı düşünsünler, Kesik Çizgi’nin gittiği yerleri hayal etsinler, Derin Kuyu burada olsa şimdi nasıl bir yorumda bulunurdu diye düşünsünler, bir yazar daha ne ister?
edebiyathaber.net (9 Kasım 2023)