İletişim Yayınlarından çıkan Zifir, Bülent Yıldız’ın ikinci romanı. Daha önce Nota Bene yayınlarından çıkan Kitabı Zuhur isimli romanını okuyanlar Yıldız’ın tarzını az çok bileceklerdir. Yazar bu ikinci romanıyla da okura değişik tadlar yaşatan, çeşitli oyunlar oynayan, onları dikkatle okumaya çağıran bir kitapla karşımıza çıkıyor. İlk kitabıyla da çeşitli içsel bağlantılar kuruyor, göndermeler yapıyor. İlk kitabında öne çıkan Alevi Bektaşi kültürüne ait imgesel motifler, masalsı anlatılar bu kitapta da okura farklı bir tadı duyumsatıyor.
Alıştığımız okumaların dışında bir yazın tarzı ve teknikle okuyucuyu başlarda şaşırtan, ona oyunlar oynayan, bulmacalar çözdüren yazar, okuru hikayeye dahil etmeden önce oldukça zorluyor. Daha düz, yormayan, bir çırpıda okunan, kolay sarıp sarmalayan bir hikâye bekleyenleri Mekruh sürüngenler cehennemi adlı ilk bölümde romanın atmosferine kolayca dahil etmiyor. Cehennet’le başlayan bölümlerde daha sade anlaşılır bir dille ve akıp giden hikâyesiyle sıkılan gerilen okuru bu kez zorlamadan içine alıyor.
Okuru ilk başlarda, okuduğu cümleyi tek başına anlamlandırmakta yetersiz bırakan, günlük dilde kullanmadığımız ve özellikle yazarın kendisinin türettiği sözcüklerle işlenmiş ilk bölümü, post modernliğin izlerini taşıyan bir roman izlenimi uyandırsa da Cehennet’le birlikte daha rahat anlaşılır bir okumaya dönüşüyor.
Zifir metinler arasılığa da göndermeler yapan, arka planı besleyen başka okumalarla ilişkilenmemizi sağlayan, başka dünyalara kapı aralayan kurgusal bir yapıya sahip.
Okur ilk bölümlerde zahmetli ve sabırlı bir okuma sürecini aşıp Cehennet’e ulaştığında anlatım okuru gevşetiyor sarıp sarmalıyor ve usulca hikâyenin içine alıyor.
Cehennet’ten sonra okuru rahatlatan, nefes aldıran, okuma kolaylığı getiren, olayların içine çeken, okuması zevkli diğer “epizod” lar başlıyor.
İlk bölümler yazma tekniği açısından klasik alışageldiğimiz okumalardan daha karmaşık bir yapıya sahip. Okur anlamını bilmediği birçok sözcükle karşılaşıyor. Bu türetilmiş ya da gündelik dilin dışında geçmiş zamanlara ve kültürlere ait sözcüklerle kurulmuş cümleleri anlamlandırmakta zorluk çekerken, kafasında bir anlam bütünlüğü oluşturmayı başaramıyor.
Bu okurdan çok yazarın kullandığı teknikle, uzun imgesel cümle yapısıyla ve kullandığı dille ilgili bir yapısal durum olarak ortaya çıkıyor.
İşlenen konunun net olarak anlaşılabilmesi ancak Cehennet ten sonra gelişen olaylarda mümkün oluyor. İlk bölümün yazım tekniği ve dil yapısından kaynaklanan anlaşılmazlığı, ikinci bölümle bağlantının kurulmasını zorlaştırıyor. Okur ancak kitabın sonunda başlangıca ilişkin bir bağ kurabiliyor. Kitabın sonunun, aslında son değil de bir başlangıç olduğunu son bölümde fark ediyoruz. Bir çember gibi bittiğini sandığımız yerde tekrar başa bağlanıyor ve başı sonu olmayan bir sarmal yay gibi kendi içinde bütünleniyor.
Kurulan cümlelerin uzunluğu, içinde bulunan (gündelik dilde kullanmadığımız) “yabancı sözcüklerin” cümle içinde anlamlandırılmasında yaşanan zorluk, imgenin bir türlü beynimizde somutlanamaması okurun konsantre olmasını zorlaştıran bir etkiye yol açıyor. Bu özelliği nedeniyle de otobüste, kumsalda, ayaküstü okunan türden, daha basit anlaşılan okumalardan kendini ayırıyor.
Geleneksel okumalardan farklı yapısıyla Aziz Okuru kolaycı okumadan, çok daha dikkatli ve anlam parçalarını yoğun bir çaba harcayarak ustaca birleştirme ve bütünü yakalamaya, sabırla içindeki bulmacaları çözmeye çağırıyor.
Yazar, gündelik yaşamda hepimize dokunan, tarif etmekte sözsel olarak zorlandığımız duygu durumlarını, çok yüzeysel olmayan, hatta karmaşık, derinlikli bir kavrayışla kendi cümle yapısıyla anlamlandırmayı deneyliyor. Bu yüzden içeriğe ilişkin anlam bütünlüğünü kurmak okur için yoğun bir çabayı gerektiriyor. Okumayı bir boş zaman uğraşı, hobi ya da imaj olarak algılayan çok fazla okumayan popüler kültür alıcısı okurun çok da tercih edeceği bir kitap olmadığını söylemek gerek.
Anlamlandırma ve bütünsel bir kavrayışı yakalama zorluğu okuma hızını yavaşlatıyor, bazen tekrar okumak zorunda bırakıyor. Anlam bütünlüğüne ulaşma çabasının giderek uzaması, okuru biraz kızdırıyor bile diyebiliriz. Tek tek tuğlaların üst üste konmasıyla ortaya çıkan bir duvar gibi kendini sabırla örmeyi ve anlam bütünlüğüne ulaşmayı uzun bir zamana yayıyor.
Geleneksel okuma alışkanlığına ve algıya sahip okur, eğer anlama ulaşma çabasında inatçı davranmazsa sıkılıp bir görev olarak okuma durumuna düşebilir. Bu ve birçok nedenle Zifir inatçı, sabırlı bulmaca çözmeye alışık ya da hazırlıklı sıkı okurun romanı demek yanlış olmayacaktır.
Ayrıca kendine özgü anlatım dili, uzun cümle yapısı ve zorlayıcı betimlemeleriyle daha özel, yoğunlaşmış bir okumayı ve üzerine tartışmayı gerekli kılıyor.
“Tığ teber şahı merdan”, Âlim-i Cihan”, “Dabbetül arz”, “Âleme nizam zamana intizamla vuku bulur”, vb. deyimler bizi farklı bir zamana ve dünyaya ait kavramları araştırmaya anlamaya çağırıyor. Alevi kültürü içinde yer etmiş, söyleyiş güzelliği içeren deyimlerin kahramanların dilinden kendi ilişkilerinde günlük dilin kullanımına sokulması okuru şaşırtıyor denebilir.
Anlamın bütünsel olarak kavranması için sözlük açmaya, yeni bilgiler edinmeye, romanın içinden açılan kapıdan başka dünyalara yolculuğa çıkmayı zorluyor. Romanın içinden sanatın diğer dallarına inceden akan, farklı güzellikleri duyumsatan parçalara ulaşmak, bu parçalardan romanın müziğini içimizde duymak, hafızamızda oluşan renklerini hayal dünyamızda belirginleştirmek, bütünlemek mümkün.
Birçok yeni alana dair kısa, çarpıcı, merak uyandıran vurgular sıkı bir okurun dikkatinden kaçmıyor. Entelektüel bir alan bilgisi okumayı daha zevkli hale getirirken, ilginç bağlantılar kurmaya, hikâyenin içinde kendi hikâyemizi aramamıza beklide yaratmamıza da imkân sunuyor. Yazar, kurgunun içine ustaca yerleştirilmiş birçok yerde, tek düzelikten uzak, okurun heyecanını canlı tutan, merakı dengeleyen, bazen şaşırtan, gündelik yaşam algısını sarsan, yeniden sorgulatan göndermelerde bulunuyor.
Zaman zaman resmin, masalın, şiirin, hikâye içinde anlam bulduğu bölümler okuru değişik tadlarla tanıştırıyor. Arka plan okumasının farklı anlamları besleyip açığa çıkardığı, gizli bir derinlik kendini sezdiriyor. İlk bölümlerde hiçbir yer ve zaman vurgusu olmayan roman soyut bir zamandan bize seslenirken, mahalledeki çatışmayla başlayan daha somut bir mekân ve yakın geçmişin izlerini bulduğumuz bir zamana işaret ediyor.
Aziz Okur ve Azap’ın çatışmayla birlikte yaşamına giren Levin’le aralarında gelişen ilişkinin anlatıldığı bölümdeki kahramanların doğallığı, kaygısızlığı okura acabayla başlayan bir iç sorgulamayı yaşatıyor. Çatışmanın yaşandığı bir ortamda Levine sahip çıkışlarındaki farklı duygu, bizi kendi iç dünyamızda sorgulamalara yöneltip kırılmalara uğratıyor. Saatlerin durduğu farklı zamanlar, okurun tarih bilincini, durma zamanları üzerinden harekete geçirmesini, kurgunun bütünselliğini, gerçekliğini ve konuların içsel bir bağlantı içinde geliştiğini fark etmesine yol gösteriyor.
Yaşadığımız ülkenin karanlık dönemlerini ve acılarını devrimcilerin hayattan koparılışlarını saatlerin durma zamanlarıyla, mücadelede öne çıkan devrimcileri akrep ve yelkovanlarla, simgeleştiren yazar dikkatsiz ve bu tür bir oyunu beklemeyen okurun gözünden kaçabiliyor.
İlk bölümlerdeki saat simgesi kitabın sonuna kadar bize yol göstermeye devam ediyor.
Epizod 2’de 12.03’le başlayan hikâye, Epizot 12’de bu kez 12.09’la Zamanın bazen tekerrür ettiğidir bölümüyle 12 Mart’tan 12 Eylül’e gönderme yapıyor.
Romanda tartışmaya yol açan konulardan biride Büyük Küfür Ansiklopedisi yazmaya niyetli Azap’ın ürettiği küfürler bağlamında edilen küfürlerin, bazı okurlara birçok yerde rahatsızlık duygusu verdiği, olmasa daha iyi olurdu düşüncesini ortaya çıkardığıdır.
Okurun hikâyenin doğal akışını bozduğu ve başka bir duyguya yol açtığına inandığı bu küfür serpiştirmelerinin okurda bir rahatsızlık yarattığı düşüncesi, küfürün hayatımızdaki yeri açısından hepimizi içine alan bir tartışma konusu olarak görülebilir. Bu yazarın belki de bilinçli yaptığı, okuru sarsma, canlı tutma, küfürün günlük yaşamda yaşadığımız sıkışma anlarında bir gerçeklik olarak varlık bulduğu bu kültürü sorgulamamıza yol açan bir olanak da sunuyor. Roman başlardaki anlaşılmazlığının ve zorlayıcılığının Aziz Okur’da yarattığı kızgınlığı, duygusal dokunan bölümlerle ve masalsı finalde yaşattığı duyguyla kendini affettiriyor.
Yazarın bilinçli olarak saat anaforunu sık kullanması okuyucuda birçok açıdan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ne metinler arası bir gönderme yaptığına dair bir çağrışım yapıyor. Birçok açıdan ikinci defa okumayı hak eden bir roman.
Zifir muhatabı olan okur için her okumada farklı çıkarımlara ulaşmaya olanak sunan, kendini hep canlı tutabilecek, fark edildiği oranda kendinden söz ettirecek, kolay eskimeyecek, hem basımıyla hem de tarzıyla yeni bir Roman. Yolu açık olsun.
İbrahim Yurtsever – edebiyathaber.net (10 Aralık 2014)