Dışlanan sadece kadın yazarlar mıydı? | Metin Celâl

Mart 12, 2025

Dışlanan sadece kadın yazarlar mıydı? | Metin Celâl

Edebiyatta kadınların yerini sorgulamaya başladığınızda bir “erkek-egemen edebiyat kamusu”ndan söz etmemeniz mümkün değil. Son yıllarda yapılan akademik çalışmalarda bu durum sorgulanıyor ve kadınların nasıl göz ardı edildiği, dışlandığı araştırılıp anlatılıyor. Kadın yazarların eserleri unutulmak tozlarından kurtarılıp eserlerine yeniden dikkat çekiliyor. Bilge Ulusman’ın “Edebi Babanın Reddi” de bu tür bir çalışma.  

Kitap arka kapakta şöyle tanıtılmış; “Edebi Babanın Reddi, 1895’ten 1950’ye dek Türkçe edebiyatın içinde kendine yer açmaya çalışan kadın yazarların üretimlerini, onların özgün manevralarını ve edebi patikalarını takip eden bütünlüklü bir analize katkıda bulunuyor. Edebiyat tarihi yazımının ıskaladığı metinleri mercek altına alırken, kanon dışına itilen kadın yazınının eril vesayete karşı nasıl bir mücadele verdiğini; kadın yazarların kendi anlatısal stratejilerini, erkek şiddetine ve ataerkine karşı geliştirdikleri eleştirel söylemleri ve edebiyat içindeki yerlerini nasıl inşa ettiklerini de gösteriyor.”

Bilge Ulusman, “geç Osmanlı dönemi” diye adlandırdığı 1895’den başlayarak 1950 yılına dek kadın yazarların hikaye ve romanlarını ele alıyor, yakın okuma anlayışı ile inceliyor, sınıflandırıyor.  Kadın yazarların, ortak izlek, imge ve anlatım stratejilerini tespit ediyor. Yaptığını “jino-eleştirel okuma denemesi” olarak tanımlamış. Amacı mevcut edebiyat tarihlerine alternatif oluşturabilecek bir bakış açısı getirmek.

İnternete bakarsak, gynocriticism, feminist eleştirinin önemli bir alt dalı ve öncelikli olarak kadın yazarların eserlerine ve kadınların edebi temsiline odaklanıyor. Jino-eleştirel okuma, erkek yazarların ve erkek egemen bakış açılarının etkisi altındaki edebiyat eleştirilerinden bağımsız bir perspektif geliştirmeyi amaçlıyor. Kadın yazarların eserlerini keşfetmeye ve eserlerin kadın perspektifiyle nasıl şekillendiğini anlamaya odaklanıyor. Kadınların toplumsal, biyolojik ve kültürel deneyimlerinin edebi eserlerde nasıl ifade edildiğini analiz ediyor. Elaine Showalter, jino-eleştiriyi “kadınların kadınlar için yazdığı bir edebiyat kanonu oluşturma çabası” olarak tanımlamış. Bu perspektif, kadın yazarların maruz kaldığı sınırlamaları ve baskıları incelemekle kalmaz, aynı zamanda onların bu engelleri nasıl aştığını ve özgün bir edebiyat yaratma sürecini nasıl gerçekleştirdiğini de ele alırmış.

Makbule Leman

Bilge Ulusman’ın “Edebi Babanın Reddi”nde çoğu tefrikalarda kalarak unutulan edebiyat eserlerinin izini sürmüş. Bu eserleri yalnız edebiyat tarihinin seyriyle değil, kadın hareketinin siyasi mücadele tarihiyle de birlikte ele almayı amaçlamış. “Zira bir kadın olarak yazmak, Türkçe edebiyatta modern anlatı türlerinin gelişimi itibariyle; aynı zamanda bir “müsavat” (eşit hak) talebini de beraberinde getirir” diyor. Kadın yazarların eril kanona karşı “özgün anlatım stratejileriyle edebiyat tarihinin sarkacını ileri taşıyan, kronolojik yapıda gedikler açan metinler de ürettiğini belirtiyor. Kadın edebiyatında oluşan ortak izlek, imge ve anlatısal stratejileri birlikte düşünmeyi öneriyor.

İlk bölümde “Modern anlatı türünde kadın yazınının öncü/kurucu metinlerinin üretildiği”ni düşündüğü Hanımlara Mahsus Gazete’yi başlangıç kabul ederek, Makbule Leman’ın “Tashih”, Behice Ziya’nın “Pakize”, Fatma Fahrünnisa’nın “Dilharap”, Fatma Aliye’nin “Refet”, Halide Edip’in “Bir Günahkar Kadının Jurnalinden” ve “İmzasız Mektuplar”, Ulviye Macit’in “Şermende”, Fahrünnisa Fahrettin’in “Talihsiz Bir Kadının Sergüzeşti” eserlerini okuyup yorumluyor. Bu eserlerle kadın edebiyatına özgü bir kurucu söylem üretildiği  ve “sistematik bir ataerki eleştirisi” yerleştirdiğini savunuyor. Kadın yazarların bir “kadın bakış açısı” geliştirdiğini öne sürüyor. 

II. Meşrutiyet’in “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” vaatlerinin kadın edebiyatının gelişmesinin önünü açtığını, kadın yazarların görünürleştiğini belirtiyor. Halide Edip’in, Nezihe Muhiddin’in, Sadiye Vefik’in, Emine Semiye’nin, Gülsüm Niyazi’nin eserlerini ele alarak mevcut cinsel politikaya yönelik eleştirileri ve yeni bir cinsel politika arayışını, bu arayışın hukuki çerçevesi ve dönemin kadın hakları mücadelesini ele alıyor.

Erkek egemen kanonun “ucuz roman”, “hissi roman” yahut “kara sevda romanı” diye tanımlayarak kadın yazarların romanlarını görünmez kıldığını söylüyor. Kadın yazarların sıradan aşk öyküleri anlatmadığını, adeta bir söz birliği geliştirerek, “erkek tahakkümü”nü, “erkek hodbinliği”ni, mükerrer bir iğfal ve şiddet deneyimini görünürleştirerek, eleştirel bir “erkek aşkı” temsili kurduklarını örnekliyor. Güzide Sabri’nin, Sadiye Vefik’in, Halide Nusret’in, Belkıs Sami’nin, Mükerrem Kamil’in, Suat Derviş’in, Safiye Erol’un, Kerime Nadir’in, Muazzez Tahsin’in ve Peride Celal’in eserlerini okuyup yorumlayarak, aşkta eşitlik talebi, kadının ev içi emeği üzerine kurulu evlilik kurumunun eleştirisi ve çalışma hayatına katılan kadınların uğradığı erkek şiddeti ve “milli vazife”nin aşka tercih edilmesinin getirdiği trajedinin ortak temalar olduğunu tespit ediyor. Halide Edip’in, Müfide Ferit’in, Halide Nusret’in, Rebia Arif’in ve Şükûfe Nihal’in romanlarını inceleyerek milli mücadelerini ve cumhuriyetin kuruluş yıllarının eserlerinde nasıl farklı, hatta ters açıdan ve ortak bir bakışla yansıtıldığını araştırıyor. Son bölümde ise, kadın yazarların“macera romanı” ve “gotik roman” diye nitelenen eserlerini inceliyor. Kadınlar tarafından işlenen ve “meşru müdafaa” olarak anlatılan cinayetlerin kadın yazarların eserlerine nasıl yansıdığını Halide Nusret’in, Nezihe Muhiddin’in, Mebrure Sami’nin, Suat Derviş’in, Güzide Sabri’nin ve Halide Edip’in eserlerini ele alıyor.

Halide Nusret

Erkek egemen bakışla oluşturulduğu için kanonda yer alamamak tezine dönersek, Bilge Ulusman’ın kadın yazarların eserlerinin görmezden gelindiği, değerlendirme dışı bırakıldığı görüşüne katıldığımı söylemeliyim. Türk edebiyatının kanonunda yüz yazar varsa bunların 98’inin erkek olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Nasıl bir mücadele verdiyse Halide Edip bu listelere girebilmiş. Son yıllardaki yeniden yayınlarla da Safiye Erol ve Suat Derviş’in listeye eklendiğini düşünüyorum. En azından edebiyat okuru açısından görünür oldular, önemleri anlaşıldı.

Yeniden yayınlama girişimlerini de bu nedenle önemsiyorum. Zamanında önemli olup süreç içinde görünmezleşmiş yazarları yeniden anımsatmak değerli bir çaba. Ama bu çabalar çoğunlukla başarılı olmuyor. Kadın ya da erkek ayırmadan söylüyorum, zamanında çok önemli olsalar da yeniden yayınlandığında ilgi görmeyen çok yazar ve eser var. En önemli örnek, kanonun değişmez ve ilk sıradaki adı, “kurucu baba”, Ahmet Mithat Efendi’dir. Ne yapılsa, hakkında ne kadar çok yazılsa da okunmuyor. Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin’in yeniden yayınlarının başta Selim İleri olmak üzere birçok yazarın ısrarına rağmen etkili olmadığını, günümüz okurunun ilgi alanına giremediklerini de biliyoruz.   

Kanon oluşturma çabaları nihayetinde elemek ve kanonu oluşturmak isteyenlerin bakış açısına göre bir liste oluşturmak demek değil midir? Bu nedenle de her zaman tartışmalı olmuştur kanonoluşturma çabaları. Tartışmakta, değişmeye, yenilenmeye zorlamakta da fayda olduğuna inanıyorum. Ama var olan tüm eserlerin de kanonda yer almasının mümkün olmadığını biliyoruz. Bir edebiyat kanonu oluşturulurken var olan tüm yazarların listelenmesini talep edemeyiz. O zaman ortaya bir yazarlar sözlüğü ya da antolojisi çıkar.  

Bilge Ulusman “jino-eleştirel okuma denemesi” yaptığına göre ondan estetik ya da edebi değer açsından bu eserleri ele almasını beklemiyorum kuşkusuz, ama bir edebiyat kanonu oluşturulurken estetik niteliği de gözönüne almak gerektiğini düşünüyorum. Bilge Ulusman’ın tek tek ele aldığı bu eserlerin içerikte öncü oldukları görüşüne katılıyorum ama biçim açısından değerlendirildiklerinde nerede durduklarını da tartışmak gerekir. Edebi değerleri nedir?

Diğer yandan erkek egemen edebiyat kanonundan dışlanan sadece kadın yazarlar mıydı, diye sormadan edemiyorum. Bilge Ulusman zaten görünmez kılınmaya çalışılmış yazarlardan söz ediyor ama Kerime Nadir örneğinde olduğu gibi “bir eserin, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmış olması”nın kanona girmesi için yeterli olmadığını biliyoruz. “Popüler” sayılan ve kalıcı olmadığı düşünülen yazar ve eserlerin ne kadar çok okunsalar da kanona dahil olamadığını da biliyoruz. Bu yazarların “erkek” olması bir şeyi değiştirmiyor. Örneğin bir zamanlar hem çok okunan hem de erkek egemen bakışın istediği gibi “milli” eserler üreten Burhan Cahit Morkaya, Fahrettin Sertelli, Münir Süleyman Çapanoğlu gibi kanona dahil edilmemiş onlarca erkek yazar olduğu bir gerçek. Hem kanona dahil edilselerdi ne değişirdi, sormak gerek. Örneğin devletin bir kanon denemesi olan Milli Eğitim Bakanlığı’nın  “100 Temel Eser” listelerine dahil edilen yazarların kaçının okur nezdinde bir değeri olduğunu araştırmak gerek. Sonuçta o listeler iptal edilmek durumunda kalındı.

Kadın yazarların, azınlık topluluklarından, farklı cinsel tercih ve coğrafi bölgelerden eserlerin yeniden keşfedilmesini önemsiyorum. Hepsi kanona eklenebilir. Ama o kanonda hangileri kalıcı olabilir ona okur karar verir. Gerçek kanon onlarca yıldır sürekli yeni baskıları yapılan ve yeni okur kuşaklarının okumaya devam ettiği eserlerdir, diğerleri listelerde birer ad olarak kalır ve unutulur.  

* “Edebi Babanın Reddi”, Bilge Ulusman, Metis yay. Mart 2025  

edebiyathaber.net (12 Mart 2025)

Yorum yapın