Hani çok daraldığınızda pencereyi açıp bir nefes almak istersiniz, mümkünse ufka, içinde bulunduğunuz mekândan daha geniş alanlara bakmak, yine mümkünse çıkıp yürümek istersiniz. John Berger okumak, o pencere açıldığında alınan nefes gibi, çıkıp yürüdüğünüzde zihninizin gereksiz ayrıntılardan kurtulup içinizi ferahlatan taze düşüncelere yelken açması gibi. Bir Berger okuru olarak bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum.
John Berger’in ağırlıklı olarak hayvanlar ve doğa üzerine farklı konulardaki makalelerinin, hikâye ve şiirinin yer aldığı Hayvanlara Niçin Bakarız? isimli kitabı, Cevat Çapan’ın çevirisi ile Deli Dolu yayınları tarafından yayımlandı.
Kitapta dokuz metin yer alıyor. Burada hayvanlara bakmak, sahiplenmek beslemek anlamında değil, onlara bakışımız üzerine, geçmişten günümüze onların insan dünyasındaki algılanışı ve yeri üzerine. Hayvanlar ile insanlar arasındaki ilişkiye dair kısa bir fare hikayesi ile başlıyor kitap. Bize en yakın olan kedi köpekler de dahil, tüm hayvanlara karşı önceden öğrenilmiş, alışılmış bilgilerle yaklaşıyoruz. Evlerini kedi köpek ya da başka hayvanlarla paylaşanlar ya da sokakta beslemeye başladıkları bir hayvanla uzun bir dostluğu sürdürenler bilirler; bu ilişki insanı tarif edilmez noktalara getirir, kendinize ve yaşama dair yepyeni şeyler keşfeder öğrenirsiniz. Bir Fare Hikayesi böyle bir keşfe dair…
İkinci yazıda Berger, Finli fotoğrafçı Pentti Sammallahti’nin fotoğraflarını yorumluyor. Ben birçok fotoğrafçıyı Berger kitapları sayesinde tanıdım. Yazıyı okuduktan sonra internetten Sammallahti’nin fotoğraflarına baktım. Kedilerin ve köpeklerin kadrajda bol bol yer aldığı, sizi bambaşka bir dünyaya götüren fotoğraflar. Yazının başlığı Bir Geçit Açmak. Berger, bu fotoğraflardaki hayvanların, fotoğrafçının ustaca kullandığı doğal ışığın fotoğraflara bakanda bir geçit açtığını söylüyor. Bu ifade bana Berger’in yazılarının da okurlarına aynı şeyi yaptığını düşündürüyor. Her şeyi kendini merkeze alarak düzenleyen insan, bu fotoğraflarda merkezi konumda değil, diyor Berger. Bu yüzden bu fotoğraflara bakarken başka bir dünyaya gidiyor insan… Fotoğrafçı, fotoğraflarına konu olan köpekler ya da kedilerle yaşadığı süreçte keşfettiklerini de fotoğrafa koyabilmiş… Sözcükleri olmayan bu keşfi izlemek büyüleyici…
Kitaba adını veren Hayvanlara Niçin Bakarız? isimli makalede Berger’in çok çarpıcı tespitleri var. İnsanın doğa ile uzlaşan yaklaşımlarının 19. yüzyılda Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da sonlandırıldığını, bu doğadan uzaklaşma sürecinin 20. yüzyılda kapitalizm ile tamamlandığını söylüyor. Öyle ki felsefecilerden, sanatçılara ve bilim adamlarına herkes bu sürecin bir parçası oluyor. Bu süreçte hayvanları ve doğada yer alan birçok şeyi gitgide nesneleştiriyoruz. Neden? Kendi varlığımızı, biricikliğimizi somutlaştırabilmek için. Peki ya öyle miyiz?!
Başka bir makalede, moleküler biyologların açıkladıklarına göre maymun DNA’larının yüzde doksan dokuzunun bizde de olduğunu öğreniyoruz. Yani sadece yüzde birlik bir farkımız var bir şempanze ya da gorilden. İşte o kadar üstünüz…
Hayvanat bahçeleri bu sürecin somut sonuçlarından biri. Hayvanat bahçelerinde, sokakta, doğada hayvanlara bakıyoruz, gözlerine, davranışlarına, tepkilerine. Onlar da bize bakıyor. Bazen de bakmıyorlar, onlar için o kadar önemsiziz ki… Ya da şöyle ifade etmek daha doğru; doğadaki herhangi bir şeyden daha önemli ya da önemsiz değiliz. Berger, bu bakışın yüz yıl önceki insan ve hayvan arasındaki karşılıklı bakış olmadığının altını çiziyor ve bunun neden olduğu bugün yaşadığımız olumsuz sonuçlarına dikkat çekiyor.
Kitapta doğa ve sanat ilişkisine de çokça yer veriliyor. Güzelliğin ve estetiğin sanatın taklit ettiği doğada zaten kendiliğinden var olduğunu söylüyor Berger.
“Fırtına kendi kendini dindirir, deniz pis kül renginden masmaviye dönüşür. Kopan kayaların kenarında bir çiçek açar. Gecekondu mahallesinin üzerinden ay doğar. Nasıl karşılaşırsak karşılaşalım, güzellik her zaman kuraldışıdır, her zaman bir şeylere rağmen vardır. İşte onun için bizi bu kadar heyecanlandırır.”
Berger, bu kitapta yer alan yazılarında hayvanlar ve doğadan yola çıkıp farklı olgu ve kavramlara dikkat çekiyor. Örneğin bir yazının konusu Yiyenler ve Yenenler. Çok eski çağlardan 19. yüzyıla, sonrasında günümüze kadar farklı sınıftan insanların yeme alışkanlıklarını ve bu durumun toplumsal yapıyı, yaşayışımızı nasıl etkilediğini irdeliyor. Bir başka makalenin konusu ise Tarla. Berger’in içi ve zihni öyle zengin ki baktığı her şey bu zenginliği dışa vuruyor ya da bu zenginliği çoğaltıyor. Bir tarlaya baktığında bir şiiri, bir müziği, ya da sessizliğin ona söylediklerini işitebilecek kadar…
“Önünde durduğunuz tarla sizin hayatınızla aynı boyutlara sahipmiş gibi görünüyor.”
Kitabın son makalesi ise Berger’in yakın dostlarından filozof ve yazar Ernst Fischer ve ölümü hakkında. Fischer maalesef Berger’in onu bir ziyareti sırasında yaşama veda etmiş. Berger bu üzücü süreci paylaşıyor okurlarıyla.
Kitaptaki her yazı bir yandan hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkiyi sorgularken, diğer yanı ile kapitalizme ve insanlığa ciddi eleştiriler getiriyor. Sanattan bilime, felsefeden edebiyata, fotoğraftan müziğe, teknolojiden tarıma, herhangi bir şeyin asla doğadan bağımsız düşünülemeyeceğini söylüyor. Aslında Berger’in hangi yazısını okusanız şunu fark ediyorsunuz; O tam anlamıyla doğayı temel alan bir ideolojinin en başarılı temsilcilerinden biri. Hayvanlara Niçin Bakarız? ile Berger, doğadan uzaklaşan insanlığın dünü ve bugününü anlatırken, doğayı göz ardı eden, doğayla uzlaşmayan, yüzünü doğaya dönmeyen eylemlerin asla başarıya ulaşamayacağı gerçeği ile yüzleşmeye çağırıyor okuru.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (4 Aralık 2017)