Eserin orijinal adı; Die Vartauschen Köpfe. Eine Indische Legende. Almanca aslından Kasım Eğit ve Yadigar Eğit çeviriyorlar. Can Yayınları tarafından 2011 yılında basılıyor.
Thomas Mann 1875’te Almanya’da doğuyor. Varlıklı ailesi sayesinde çocukluğunda iyi bir eğitim alıyor. Tüccar olan babası ölünce üniversite eğitimini tamamlıyamıyor. İlk eserini 1901’de yazıyor. Buddenbrook Ailesi. Daha sonra Büyülü Dağ ve Doktor Faust adlı eserleriyle büyük ün yapıyor. Nobel Edebiyat Ödülü’nü 1929’ da alan yazar, Hitler iktidara gelince Almanya’dan ayrılıp Amerikan vatandaşlığına geçiyor (1936). Değişen Kafalar’ı 1940 ‘da Stockholm’de yayımlıyor.
Nanda ve Şridaman on sekiz ve yirmi yaşlarında farklı kastlardan gelme delikanlılar, Kosala bölgesindeki köyde yaşıyorlar. Şridaman, zengin bir tüccarın oğlu, Nanda ise inek çobanı ve demirci. Şridaman’ın büyükbabası gençliğinde Brahman eğitimi alıyor, ancak sonra dinsel amaçlı bağışlarla yaşamayı reddedip tüccarlık yapmaya karar veriyor. Şridaman’da gençliğinde benzer yoldan geçiyor. Hayat konusunda derin düşünceleri ve yorumları olan bir genç.
Bu öğretilerle ilgilenmeyen Nanda şen şakrak esmer bir halk çocuğu ve güçlü, yakışıklı bir beden yapısına sahip. Bunun aksine narin ve zarif yüzlü Şridaman, beyaz bir tene sahip ve göbekli. Nanda’da vücut, Şridaman’da kafa ana öge olarak dikkati çekiyor. Bu iki genç adamın arasında çok sıkı bir dostluk bağı var. Her ikisi de kendilerinde olmayan özellikler yüzünden birbirlerine gıpta ediyorlar ve bütün sevgilerine karşın içten içe kıskanıyorlar. Genç adamlar yaşam ve ölüm, dünya ve edebiyat demek olan Şİva gibi tek varlık olmayıp iki ayrı varlıklar. İkisi de benliklerini tamamlayamamış olduklarından eksikliklerini birbirlerinde tamamlamaya çalışıyorlar. Zaman zaman Nanda arkadaşının şişko göbeğine, ince burnuna ve düzgün konuşmasına bakarak eğleniyor, bazen de Şridaman Nanda’nın keçi burnuna ve halk çocuğu görüntüsüne gülüp için için eğleniyor.
Birlikte yolculuk ettikleri bir zaman arınmak için ırmağa girmiş genç bir kızın banyosuna tanık oluyor ve her ikisi de çok etkileniyorlar. Her ikisinde de değişik bakış açıları oluşuyor. Nanda kızı tanıdığını, geçen yıl Güneş Tanrısı töreninde salıncakta salladığını söylüyor. Kutsal suya giren kızın baştan çıkarıcı bir etkisi olduğu için bağışlanması amacıyla dua ettiğini ileri sürüyor. Şridaman ise edindiği Brahman öğretisiyle “Bütün canlıların iki türlü varoluş biçimi vardır. Biri kendileri için, diğeri başkalarının gözleri için. Bunlar vardır ve görülebilir. Bunlar ruh ve görüntüdür. Görüntüden etkilenip ruhlarını dikkate almamak her zaman günahtır,” diye karşı çıkıyor arkadaşına (s, 31). Kadına nesnel bakış açısının yanlışlığından başlayıp yaşam ölüm, çılgınlık bilgelik kavramlarıyla donatılmış kadın tarifinden sonra Nanda çok etkilenip ağlıyor. Bu duygulanım arkadaşına hak vermesinin yanı sıra sohbetinden, söylevinden duyduğu coşkudan kaynaklanıyor.
Daha sonra Şridaman hastalanıyor. Nanda ise arkadaşını o kadar çok seviyor ki o ölürse onunla birlikte ölmek için kendini ateşe atmayı düşünüyor. Şridaman aslında aşık olduğunu, bu kıza sahip olamazsa öleceğini söylüyor arkadaşına ve ekliyor “İşte bunun için beni yakacak odun kulübemi hazırla. Çünkü insani olanla tanrısal olanın arasındaki amansız çatışmadan beni ancak ateş kurtarır. Eğer sen de benimle birlikte kulübeye girmek istersen, gençliğine, şu neşeli ruh haline ve göğsünün üstündeki mutluluk buklesine acırım. Ama benim için belki de iyi olur, senin Sita’yı salıncakta salladığın düşüncesi içimdeki yangını daha da körüklüyor, onun sevgisini kazanmış birini bu dünyada arkamda bırakmak istemem.” (s, 41). Nanda bunları duyunca arkadaşı ölümcül hastalığa değil de aşk hastalığına yakalandığı için çok seviniyor. Irmakta yıkanırken gördükleri Sita’yı tanrıça yerine koyup acı çekmesindense birlikte gidip kuracağı yuva için girişim yapmayı öneriyor can dostuna. Şridaman’ın hayalinde bile canlandıramadığı evlilik fikri yavaş yavaş kafasına yerleşmeye başlıyor arkadaşının sözlerinden sonra. Evlilikle ilgili aile görüşmeleri, organizasyonlar tamamen Nanda’nın emekleriyle yerine getiriliyor ve mutlu sona ulaşılıyor.
Evliliklerinin üzerinde altı ay geçtikten sonra Sita ailesini ziyaret etmek istiyor ve bu yolculuğa Nanda ile birlikte çıkıyor çift. Yolculukta Şridaman karanlık ve karmaşık duygulara kapılıyor. İçinden geçirdiklerinin ağırlığından kurtulmak için tapınakta inip dua etmek istiyor. Tapınak ta hiç beklenmedik bir olay meydana geliyor. Yazar burda araya girip, okuyucuyu bu olayın aslında mümkün olmayacağını bilmesi konusunda uyarıyor. Şridaman’ın kendisini tanrıçaya kurban olarak sunmasıyla ilgili şöyle bir açıklamada bulunuyor Thomas Mann “Şridaman’ın düşünceli ve sakin bakışlı gözleriyle ve Brahman soyundan gelen tüccar bir babanın oğlu olarak pek de güçlü olmayan kollarıyla bu eylemi gerçekleştirmiş olması, sıradan bir olay gibi görülmemelidir, aksine inanılması zor bir olay gibi algılanmalı ve şaşkınlıkla karşılanmalıdır.” (s, 54).
Şridaman dönmeyince Nanda, Nanda dönmeyince Sita gidiyor tapınağa. Yaşamına son vermek üzereyken ağlayıp içindekileri döken Sita’ya, Tanrıça “Sen meraklı bir kazdan başka bir şey değilsin. Bu merakın yüzünden Nanda’yı gözünde çok büyüttün, aslında Nanda’nın her şeyi normal ve sıradan. Böyle güçlü bacaklar ve kollarla etrafta dolaşan milyonlarca oğlum var benim. Ama sen onu bir Gandhara prensi yaptın. Aslına bakarsan pek de hoş bir durum.” diyor.
Bu aşamadan sonra işler hızla çığırından çıkıyor. O kafalar nasıl değişiyor? Bu karışıklığa Sita’nın bilinçaltı mı sebep oluyor? Kadın ve iki adam değişimden memnun mu? Bu değişimden sonra hangi etik sorunlar yaşanıyor? Sita etik olarak kimin eşi? Doğacak çocuk kime ait? Birkaç yıl sonra Sita Nanda’nın kafası altındaki Şridaman’ın bedeniyle, Şridaman’ın kafasını aldatmış sayılır mı? Beden mi önemlidir, kafa mı? Beden kafayı nasıl etkiler, ya da kafa bedeni? Absürt tiyatro gibi gelişen olaylar sonucu bu soruların cevaplarına ulaşmaya çalışıyor her üçü de. Varoluşla ilgili derin düşünceler taşıyan eserde Doğu ve Batı, zihin ve beden, dostluk ve aşk motifleri yer alıyor.
Etkileyici bir efsaneden, etkileyici bir eser.
Zeynep Yenen – edebiyathaber.net (9 Haziran 2017)