Doğu Yücel’e 6 soru | Can Öktemer

Nisan 20, 2018

Doğu Yücel’e 6 soru | Can Öktemer

Hazırlayan: Can Öktemer

 En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Son olarak Altay Öktem’in Thomas Düşerken isimli romanını okudum. Romanda gerçekten yaşamış gibi tanıtılan kurmaca bir karakterin ölümünün ardından onun hayatını daha derinlemesine tanıyoruz. Birçok açıdan ilginç bir roman. Alternatif tarih romanı gibi de görülebilir, karakter odaklı bir edebi deney olarak da. Bir de bu ara hep buralı metinlerle, buralı karakterlerle karşılaşıyoruz, Thomas Düşerken’in böyle bir derdi yok, evrensel bir roman.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

Altını çizdiğim paragraflardan biri:

“Bakış açısı diye bir şey yoktur. Keşke olsa! Maalesef herkes sadece önündekini görüyor. Belli bir açıyla bakabilmek maharet ister. Sadece gözünü kullanmakla ilgili fiziksel bir maharet değil, bir çeşit bilinç mahareti. Bu yüzden insanlık tarihi, açısızlığın, bir anlamda çapsızlığın tarihidir.”

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

Gençliğimde kitapçılara gider, saatlerce gezer, ayak üstü sayfaları karıştırırdım. Boris Vian, Lovecraft, Chesterton gibi birçok favori yazarımı böyle keşfettim. Hâlâ kitapçıya gidip kitapları karıştırıyorum. İnternet’i kullanıyorum ama kitap alışveriş sitelerinin çok azı kitaplardan ön gösterim şansı veriyor. Bir kitapla ilgilenirsem onun içinden bir metni de görmek istiyorum. O yüzden yeni bir kitapla tanışmak için en sağlıklı yöntem halen daha kitapçı ziyaretleri. Ve tabii ki halk kütüphaneleri…

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Açıkçası yok. “Keşke bu fikir benim aklıma gelseydi” diye düşündüğüm olur. Mesela Stephen King’in Shining / Medyum isimli kitabı. Ya da Bradbury’nin Fahrenheit 451’i. Ama o fikir benim aklıma gelse, o roman da bambaşka bir şey olacak, son derece riskli bir düşünce bu, onca klasik roman heba olabilir! Öykülerde daha çok yaşıyorum bu kastettiğiniz duyguyu. Mesela Çehov’un Memurun Ölümü öyküsünü okuduğumda tam benlik demiştim, kısa bir metin olduğu için ben de yazsam çok farklı olmaz gibi düşünmüştüm. Buzzati’nin Hamamböceği öyküsünü okuduktan sonra da benzer bir duygu yaşadım. Geçenlerde Ot’ta okuduğum bir Hakan Bıçakcı öyküsü “İnsansız Bir Öğle Arası”  de “keşke benim aklıma gelse de ben yazsaydım” dedirtti. Hemen sonra Hakan’a o minvalde bir mesaj attım!

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Ben çok küçük yaşta başladım yazmaya. İlkokul defterlerimde bile saçmasapan çocuksu öyküler vardır. Annem fark etti tabii bunları. Ondan sonra da ilk öykülerimi ve ilk romanımı en önce annem okudu.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Yazmak ciddi bir iş. Kafelerde, uçaklarda yazanları anlayamıyorum. Çalışma masamda yazıyorum her zaman. Sessiz olmalı. Tabii günlük hayat içinde aklıma bir fikir, bir cümle veya bir paragraf geldiği oluyor.Zaten yazarlık mesaisi hiç bitmeyen bir mesaidir. Uykunuzda bile o sırada üzerinde çalıştığınız öykü ve roman hakkında bir fikir bulabiliyorsunuz. Uykumdan uyanıp yatağımın kenarındaki deftere not aldığım olur hep. Ama gündelik hayat içinde alınan bu notlar, yazılan paragraflar asıl çalışma sırasında mutlaka baştan yazılır.

edebiyathaber.net (20 Nisan 2018)

Yorum yapın