“Ülken senin için ne yapabilir diye sorma, sen ülken için ne yapabilirsin, onu düşün.”
Dünyanın hemen her yerinde iktidarda olan pek çok politikacı tarafından benzer anlama sahip cümleler farklı sözcüklerle dile getirilmiş olmalı.
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, Doğu’dan Uzakta isimli romanında, kendisi gibi Lübnan iç savaşı sonrası ülkesini terk ederek Fransa’ya yerleşen roman kahramanı Adam üzerinden, ülkesi ve kendi ile yüzleşiyor. Savaş sonrası ülkede kalan dostlarına ve ailesine kitap üzerinden bir cevap verdiği düşünülebilir. Kitap aynı zamanda yukarıda yer alan cümlelere de cevap veriyor.
Fransa’ya yerleştikten sonra başarılı bir akademisyen tarihçi olan Adam, savaştan otuz yıl sonra, ülkeyi terk etmeyen dostlarından biri olan Murad’ın ölüm döşeğinde olduğunu öğrenerek ülkesini ziyaret etmeye karar verir. Aslında Murad’la uzun yıllardır konuşmamaktadırlar. Biraz Murad’ın eşinin ricası, biraz da yıllardır içinde biriktirdiği ve kendi ile yaptığı hesaplaşmalara bir cevap verebileceği umuduyla ülkesine gider. Adam’ın ülkesinin Lübnan olduğu romanda hiç geçmemesine rağmen, bazı şehir isimleri ve tarihsel anlatımlarla olayların Lübnan’da geçtiğini anlayabiliyoruz. Cenaze sonrası hemen Fransa’ya geri dönmeyi düşünen Adam, planlarını değiştirerek ülkesi ve geçmişi ile yüzleşmek için bir süre kalmaya karar verir. Hem Lübnan’da, hem de dünyanın farklı yerlerinde yaşamını sürdüren eski dostlarını da bu sürece ortak edebileceğini düşünen Adam, bir arkadaş toplantısı organize eder. Lübnan’da bulunduğu süre boyunca eski anıları, mektup ve belgeleri de bir araya getirerek bir günlük tutar. Roman bu günlük üzerinden anlatılmaktadır.
Kendini ve gidişini sorguladığı metinlerden birinde, “Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir”, diyen Adam, yazının girişindeki cümleye şöyle cevap verir:
“Milyardersen, üstelik kırk üç yaşında ABD başkanı seçilmişsen, bunu söylemek kolay! Ama ülkende ne çalışabiliyor, ne tedavi olabiliyor, ne barınabiliyor, ne eğitim alabiliyor, ne özgürce oy kullanabiliyor, ne görüşlerini ifade edebiliyor, ne de sokaklarda dilediğin gibi dolaşabiliyorsan, John F. Kennedy’nin bu meşhur sözü kaç para eder ki? Beş para etmez!”
Doğu’dan Uzakta, Ortadoğu’yu sorguluyor, savaşı sorguluyor, kalanları ve gidenleri sorguluyor, Avrupa’nın iki yüzlülüğünü, dünyayı sorguluyor. Aşkı, sevgiyi ve dostlukları sorguluyor. Çocukluğu ve yetişkinliği sorguluyor. Savaş, sadece binaları yıkmıyor. Sadece şehirleri, mahalleleri yerle bir etmiyor. Sadece insanları, çocukları, hayvanları, ağaçları öldürmüyor. Yerle bir ettiği sadece bunlar değil. İnsanları ülkelerinden, dostlarından, sevdiklerinden ayırıyor, çocukların düşlerini yok ediyor, anıları yok ediyor, sadece geçmişi değil, geleceği de yok ediyor. Adam’ın, hayatının en güzel dönemi olarak ifade ettiği, yirmili yaşlarının dostlarını ve aşklarını anlattığı bölümde söylediği kısacık cümle, hem onun acısının en sade biçimde dile gelişi, hem de savaşın yok ettiklerinin en kısa özeti: “Sonra oradan savaş geçti.”
Ve ülkesini herhangi bir nedenle terk edenlerin en basit gerekçesini de ekliyor sözlerine:
“İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin yok olmasıdır.”
Yirmili yaşlarında, farklı görüş ve düşüncelere, farklı inançlara, farklı milliyet ve dile sahip dostlar, bu farklılıkların zenginliği ile ömürlerinin en güzel dönemlerini yaşamışken, yıllar sonra birer yetişkine dönüştüklerinde bu farklılıkları bir masada toplayabilmek hiç de kolay olmayacaktır. Kimi çok zengin Müslüman bir iş adamı, kimi Amerika’da önemli buluşlara imza atan Yahudi bir bilim adamı, kimi ideallerini gerçekleştiremediği için ailesinden kalan oteli işleten Hristiyan güzel bir kadın, kimi radikal İslamcı, kimi manastırda bir kesiş. Adam, Lübnan’da yaşayan dostlarını bizzat ziyaret ederek bu toplantıya çağırır, ülke dışındakileri telefon ve e-postalarla. Bu görüşmeleri de günlüğüne geçirir; savaşın her birini nerelere savurduğuna tanık oluruz. Herkes kendinden farklı olana sorgu dolu yaklaşır, ama anlamak tüm yargıları yıkacaktır.
Kitabın en çarpıcı hikayesi, savaş sırasında farklı bir nedenle ölmek üzereyken kurtulan Albert ve onu hayata döndüren insanların yıllar boyunca Albert ile sürdürdükleri ilişkiye dair anlatılanlar. Savaşın, kimi aileleri parçalarken, normalde asla bir araya gelmeyecek insanları aileye dönüştürebileceğine tanık oluruz. Savaşın, yaşamın ve insanların kıymetini bilmemize neden olan yanını anlatan bir hikâye Albert’in hikayesi.
Başarılı bir mühendisken, yıllar içinde her şeyden ve herkesten uzaklaşan, bir manastırda keşiş olarak yaşamını sürdüren dostları Ramzi’yi ziyarete giden Adam, öncesinde onu manastırdan çıkmaya ikna etmeyi amaçlarken, ziyareti sonrasında neredeyse manastırda kalmayı düşünecek kadar Ramzi’ye yakın hisseder kendini. Konuştuğu tüm arkadaşları, savaşın sonuçlarını olduğu kadar, o savaşı neden engelleyemediklerini de sorgularlar. Ramzi’nin bu konudaki yorumu, insanın, sanılanın aksine dünyadaki en üstün canlılardan biri olmadığının özetidir:
“Dünya, Tanrı’nın aldatılabileceğini ve ellerinin temiz kalması için öldürmemekle çalmamanın yeterli olacağını düşünen acınası insanlarla dolu.”
Yaşam edebiyatın, fotoğrafın, şiirin, sanatın ta kendisi. Onu yeniden bir eser olarak yaratmak müthiş bir ustalık istiyor. Usta değilsen yavan kalıyor ortaya çıkan şeyler. Amin Maalouf’un bir usta olduğu, dünyanın her yerinde kendisini takip eden binlerce sadık okuru ve kitaplarının satış rakamları ile kanıtlanmış durumda. Buna rağmen, neden bir yazar, zaten iyi olan bir kitabını, popülist bir çizgiye taşıyan eklemeler yapar bunu hiç anlamam. Doğu’dan Uzakta’da maalesef bu tür bölümler var. Bunlardan biri Adam ve eski dostlarından Semiramis aşkı ile ilgili yaşananlar, Adam’ın ülkesinde yaşadığı bu yüzleşme sürecinde sanki okura ufak molalar verdirmek için kitaba serpiştirilmiş.
Amin Maalouf ayrıca, Lübnan ve Ortadoğu’da gerçekleşen savaşlara dair eleştirilerinde Avrupa ve Amerika’nın politik tercihlerinin bu savaşlar üzerindeki etkisini neredeyse göz ardı etmiş.
Bir diğer eleştirim ise kitabın son bölümüne: okuyacak olanlar için detaya girmeyeceğim, Maalouf’un kitabı erken bitirdiğini düşünüyorum, bitirmeseydi, kitabın en çarpıcı bölümünün de bu bölüm olacağı düşüncesindeyim.
Doğu’dan Uzakta, Türkiye’nin de içinden geçtiği bir süreci yansıtan bir roman. Birçok arkadaşım, tam da Amin Maalouf’un kitapta detaylıca yer verdiği gerekçeler nedeni ile yurtdışında bir yaşam kurmaya gitti, birçok arkadaşım da gitme hazırlıkları içinde. Hem kalanlar hem gidenler kendilerine dair pek çok şey bulabilirler bu kitapta. Yaşadığımız şey ve tercihlerimiz ne olursa olsun, kaybetmememiz gereken en önemli şey: umut. Adam’ın en haklı cümlelerinden biri şuydu: “Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (16 Haziran 2017)