Sanat yapıtı nasıl tanımlanabilir?
Thomas Mann sanatsal derinliğiyle ünlü romanı ‘Doktor Faustus’ta ‘yapıt’ ve ‘oluşturu’ kavramlarını, sanatsal ürün anlamında kullanır. Anılan romanda müzik yapıtı anlamında kullanılan “oluşturu” kavramı, dilsel sanat ürünlerinin veya yazınsal metinlerin belirleyici özelliklerinden biridir. Romanda Beethoven gibi dünyaca ünlü ve klasik yapıtlara imza atmış bir bestecinin olgunluk döneminde bestelediği yapıtlarıyla ilgili anlatımla, “bu oluşturularda öznel olan ile geleneksel (ya da uzlaşımsal olan) olan yeni bir ilişkiye girer.” Bu yeni ilişki, “ölüm” tarafından belirlenen bir ilişkidir (s. 71). Yazar, aynı yerde yapıt ve oluşturu kavramlarını aynı anlamda ve bir birinin yerine de kullanır.
Thomas Mann’ın ‘Doktor Faustus’un yirmi birinci bölümünde Adrian Leverkühn’e söylettiği düşünceler uyarınca, “sanat kavrayışı”, “bir yapıt fikrinin asıl savunucusudur.” Sanat kavrayışı, ‘bir’ yapıtın fikrinin değil, “kendi içinde dinginleşen, nesnel ve uyumlu bir oluşturunun, opusun (yapıtın; OBK) idesinin savunucusudur.” Sanat kavrayışı, yapıtın “bütünselliğini, birliğini, organik yapısını” güvenceler; “çatlakları, delikleri kapatır; ‘doğal akışı’ sağlar.” Bir yapıtta “görünüş” başattır; hatta yapıt büyük ölçüde “görünüşseldir.” Yapıt, “sanki yapılmadığına, Pallas Athene’nin parlak silahlarının bütün süsüyle Jüpiter’in kafasından dışarı taştığı gibi, oluştuğuna ve dışarı fışkırdığına” inandırma hırsına sahiptir; ancak “bu bir kandırmacadır.” Romandaki deyişle, “hiçbir bir zaman bir yapıt böyle ortaya çıkmaz.” Gerçekte her yapıt, “görünüş amacıyla yapılan çalışma” sonucunda, bir baka anlatımla, sanat çalışması” sonucunda ortaya çıkar. Bugün sorulması gereken soru şudur: Bir yapıt, “toplumsal koşulların/durumların uyumsuzluğu, sorunsallığı ve tümüyle güvencesizliğiyle meşru bir ilişki içinde düşünsel olarak öz-yetingen, uyumlu bir bütünlük taşıyan bir oluşturu mudur; her türlü görünüş, özellikle de en güzel görünüş, bugün bir ‘yalan’a mı dönüşmüştür?” Thomas Mann bu soruyla, estetik ve edebiyat kuramının özsel sorunlarından biri olan “sanat yapıtı nedir?” sorusunu ortaya atar ve bu sorunun olası yanıtını da dile getirir.
“Doktor Faustus” romanındaki soru ve yanıtlar uyarınca, sanat yapıtı, toplumsal-kültürel koşulların her türlü çelişkiselliğini ve parça-bütün uyumunu içinde taşıyan öz-yetingen bir oluşturudur. Sanat yapıtının öz-yetingenliği, onun öz-göndergeselliği demektir. Bir başka deyişle, bir sanat yapıtının içerdiği her türlü gönderge, o sanat yapıtının içinde aranmalıdır. Dolayısıyla, öz-göndergesellik, sanat yapıtının özgünlüğünü oluşturan estetik bir niteliktir.
Thomas Mann sanat yapıtının özelliklerini belirginleştirmeyi sürdürür: Yazarın aynı bölümde yer alan yapıta ilişkin değerlendirimi uyarınca, yapıt “sahtekârlıktır.” Bu, yapıtın varlığını varsayan “yurttaşın” bir yanılsamasıdır. “Görünüş ve oyun, bugün artık sanatın vicdanını karşısına almıştır.” Sanat, “görünüş ve oyun olmaya” son vermek, “bilgi” olmak, bilgiye dönüşmek istiyor (s. 241- 242).
“Doktor Faustus”un otuz sekizinci bölümünde yer alan roman figürleri arasındaki tartışmaya göre, sanatta duyusaldan, duyusal olanın başatlığından sakınılmalıdır. Duyusal, “sıradan olandır”. Roman figürlerinden biri olan Dr. Kranich tarafından adı yerine “şairi” diye anılan Goethe’den aktardığı belirlemeyle, “tine hitap etmeyen, duyusal ilgiden başka hiçbir uyandırmayan her şey, sıradandır.” Başkahraman Levurkühn bu belirlemeye aynı yerde şu sözlerle itiraz eder: “İdealizm, salt tinsel öğelerin tine hitap etmediğini, duyusal güzelliğin hayvana özgü hüznünün de tini derinden kapsayacağını göz ardı eder.” (s. 548).
Üretimin nesnel koşulları sanat yapıtına nasıl yansır?
Thomas Mann ‘Doktor Faustus’ta birkaç kez “usta(lık) yapıtı” kavramından söz eder. ‘Usta yapıt’, romandaki tanımlamayla, “kendi içinde dinginleşen oluşturu”, geleneksel sanata aittir. “Özerkleşmiş sanat”, bu kavramı reddeder (s. 321). Müzik alanına ait bir usta yapıtta sanatçının biçimlendirici çalışması, “üretimin nesnel koşullarının içerdiği öğeleri” tümlemekle bitmez. Burada “tekniğin gelişme düzeyi”, sanatçının önüne bir sorun olarak çıkar. Teknik, sanatçıyı kendi isterlerine tümüyle uymaya ve doğru yanıtları bulmaya zorlar. Bu zorlamanın bir sonucu olarak sanatçının yanıtları, büyük ölçüde “teknik bakımdan gizemli imgelerin çözünümüne” ve sanat böylece “eleştiriye” dönüşür (s. 322).
Aynı bölümün devamında tartışmayı yürüten kahramanlardan birinin deyişiyle, sanatta “yapıt” kavramı da sorgulanmalıdır. Sanatta yaratıcı cesaret, özerklik ve özgürlük denli, kural-dışılık da olmalıdır. Müzik yapıtı fikri, kural-dışılığı veya uyumsuzluğu da kapsar. Toplumsal durumlar, “öz-yetingen yapıtının uyumu” açısından etkili olabilirler; ancak belirleyici olamazlar. Yapıtın “engelleyici zorlukları, yine yapıtın kendi derinliklerinde” aranmalıdır. Müziğin “malzemesinin tarihsel devinimi, bütünlüklü yapıta karşı dönmüştür.” Müziksel malzeme, “zaman içinde daralmakta, müzik yapıtının uzamı/mekânı olan zamanın içinde genişlemeye” karşı çıkmaktadır. Bu tavır, “biçim oluşturma yeteneksizliğinden” kaynaklanmaktadır. Tersine, zamanda yayılıma karşı çıkan bu tavır, “gereksiz öğeleri küçümseyen, süsü parçalayan yoğunluk” zorunluluğundan veya gerekliliğinden gerekliliğinden doğmaktadır. Bu “yapıtın yaşam biçimidir”; çünkü “yapıt, zaman ve görünüş, hepsi birdir.” Bunlar eleştirinin konusudur; eleştiri “görünüş ve oyuna, kurgu ve tutkuları, insan acısını sansürleyen, rollere bölen ve imgelere dönüştürerek aktaran biçimin öz-yüceltimine” pek katlanmaz (s. 323).
Romandaki diğer tartışmacının anlatımıyla, dünyanın güncel gerçekliklerini kabul etmek “duygusallık” olarak görülebilir. Bununla birlikte, “artık bazı şeyler olanaksızdır.” Bestesel sanat yapıtı anlamında “müziğin öz-yetingen görünüşü, duyguların görünüşü/görünümünün kendisi de olanaksızlaşmıştır.” Dört yüzyıldan bu yana” her türlü büyük müzik bu birliğin kopuksuz olarak sürdürüldüğü” izlenimi yaratmış ve “kendisinin de bağlı olduğu uzlaşımsal genel kurallılığı ile kendi arzularının yerini değiştirmekle” yetinmiştir. “Süsün eleştirisi, uzlaşının/geleneğin ve soyut tümelliğin eleştirisi bir ve aynı şeydir.” Eleştirilen konu, müziğin de içinde yer aldığı “burjuva sanat yapıtının göstermelik öz-yapısıdır.” Anlatımın, “uzlaşmacı tümele altlanması/bağlanması, müziğin görünüşünün en içsel ilkesidir.” Fakat artık bu görüş geçerliliğini yitirmiştir. Tümelin, uyumlu bir şekilde “tikele içkin olduğu” savı kendi kendini yalanlamaktadır (s. 324).
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (25 Kasım 2015)