Doktor Sinan Us Dosyası: Suç ve psikoloji üzerine | Serkan Parlak

Eylül 28, 2018

Doktor Sinan Us Dosyası: Suç ve psikoloji üzerine | Serkan Parlak

Suçun arkasındaki psikolojiye ilişkin romanlar yazan Ercan Akbay’ın ‘Tilki Tilki Saat Kaç?’ ile başlayıp ‘Fotoğrafçılar Kulübü’yle devam eden polisiye serisinin üçüncü kitabı olan ‘Akılçelen’ insanlara yalancı umutlar vadeden etkileyici bir adamla histerik bir kadının tutkulu ilişkisinin savaşa dönüşmesiyle yaşanan ölümcül olayları anlatıyor.

Romanın başkarakterlerinden Anton Şihan’ın kadınları hipnotize ederek onlara her istediğini yaptıran bir sahtekâr olduğu iddia edilmektedir. Spor merkezi görünümünde Japonya kökenli ezoterik bir tarikat olduğu söylenen Sidoju Enstitüsü’nün lideri Anton; kurslara katılan kadınları kandırarak seri tecavüz, cinayete teşebbüs, intihara teşvik, darp ve nitelikli dolandırıcılık suçları işlediğinden bahisle gözaltına alınmış, nezarethanede sorgulanmış; ağır baskı altında, eziyetli bir adlî kovuşturma süreci geçirmiştir.

Savcılığa yapılan suç duyurusunun arkasında, Anton’un eski sevgilisi ve iş ortağı Deniz’le birlikte, kendisiyle ortak davranmaya ikna ettiği ve aynı zamanda onunla aynı düşmanlık ve nefreti paylaşan birkaç kadın daha bulunmaktadır. Karalama kampanyası sürerken; avukatların danışmanlığında yapılan hukukî başvurular, toplantılar, hazırlıklar, gazete ve televizyon haberleri çok önceden sıkı sıkıya plânlanmış gibidir. Buna karşın, hafta sonunu nezarethanede geçirdikten sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Anton’un aleyhinde tek somut kanıt dahi yoktur.

Psikoterapist Dr Sinan Us’un muayenehanesinde ölü bulunmasıyla –Doktor’un göğsünde yılan ısırığına benzeyen ve nasıl meydana geldiği anlaşılamayan iki minik delik tespit edilmiştir– Cinayet Büro soruşturmaya dâhil olur. Randevu defterini dikkatli bir biçimde inceleyen komiser yardımcısı Caner Üsküdarlı, Dr Us’un bilgisayarındaki kodlama fihristini çözümleterek cinayetin işlendiği gün muayenehaneye gelenler arasında Deniz’in de bulunduğu bilgisine ulaşmış ve Sidoju Enstitüsü skandalının ateşleyicisi olan genç kadının seans randevusunu –ajandada değişiklik yaptırarak– sırasız almış olduğunu belirlemiştir.

Farklı bir dedektif olan Caner, Sinan Us cinayetinin peşine düşer. Deniz’in uzun süreden beri kliniğine uğramadığı halde, Doktor Us’la görüşmekteki ısrarcılığı ve aceleciliğinin nedenini düşünmekten kendini alamaz. Geride hiçbir izin bırakılmadığı ve cinayet olduğu dahi güçlükle belirlenen bu olayın arkasındaki yanıtsız sorular, zihnini giderek daha çok meşgul etmeye başlamıştır: Kadınları destekleyen kara kampanyada Deniz’e iletişim şirketleri ve medya kuruluşlarını devreye sokarak, yedi yıl birlikte olduğu eski sevgilisi ve iş ortağı Anton’a açtığı savaşın arka planında, Deniz’in istediğini elde edememesinin hıncını almaktan başka bir güdü olabilir mi acaba?

Savcılıktan Cinayet Büro’ya gönderilmiş ve skandal olayla bağlantılı bir başka soruşturma dosyası daha vardır. Cinayet Büro’nun emektarı ‘Şef’ Kemal Güçlü’nün iki numaralı adamı, komiser yardımcısı Serdar, dosyadaki verilerin ışığında Anton’u adım adım takip ederek, iddialardaki suç unsurlarını kanıtlandırmanın peşine düşmüştür. Şef’in en çok değer verdiği dedektifi Caner’se Sinan Us’un şifreli seans defterlerini ayrıntılı biçimde inceledikten sonra, şüphelendiği Deniz’le yakın ilişki kurarak olayı aydınlatmaya çalışmaktadır.

İçeriksel yönüyle girift paralel hikâyeler anlatan Akılçelen, yapısal yönden ilginç özelliklere sahip bir roman olarak dikkat çekiyor. Çift omurgalı yapı üzerinde, aslında katili aynı olan iki ayrı cinayet soruşturması yürütülürken, Cinayet Büro dedektiflerinin özel hayatlarına dair dengeli-dengesiz eylemlerin sonucunda, onlarla ilişkili kişilerin mahremine girerek sürprizli mecralara sürükleniyor ve olayları farklı insanların gözleriyle görerek, romanı daha akışkan biçimde okuyup izleyebiliyoruz.

Cinayet Büro dışındaki karakterlerin psikolojik yapılarıyla, suça yönlendiren nedenlerin sorgulandığı paralel kurgunun en önemli figürü olan, kırk bir yaşındaki Deniz –Anton’la ilişkiye girmenin öncesinde– ona sınıf atlatan evliliği sonrasında küçük bir servetin ve ihtişamlı bir evin sahibi olmuştur. Sidoju Enstitüsü’nden sonra yeni bir sükseye ihtiyacı kalmasa da yalnızlık endişesi yaşamaya başlamış, iş ortağı ve sevgilisi Anton’la kurmak isteyip de bir türlü gerçekleştiremediği evliliğin düş kırıklığı içinde huysuzlaşmış ve sonunda bütün köprüleri yakmıştır.

Aklı ve zekâsının desteğiyle kariyer basamaklarını hızla tırmanmış bir kadın olan Deniz’in kendilik değeri –ablası nedeniyle– henüz bir çocukken zedelenmiştir. Maddî sorunlar yaşamalarına karşılık, ailesinin özverisiyle elit okullarda okumuş, iyi bir izdivaç sonrasında, başarılı kariyerine rağmen işinden ayrılmış ve daha fazlası için Anton’un nüvesini oluşturduğu Sidoju çevresine sokuluvermiştir. Girdiği her ortamda dikkat çeken Deniz, narsistik ve histerik kişilik yapısı nedeniyle başka kadınlarla dost olamaz, ancak onlara hasetlik duymaz, çünkü cazibesi sayesinde elde edemeyeceği erkek yoktur. Ne var ki elde ettikleri ona asla yetmez.

Dr Sinan Us’la yaptığı eski psikoterapi seanslarında, Deniz, çevresini değiştirmesi ve ilişkilerini yenilemesi önerisi almış, ancak –geçmişin başarılarla dolu performansına rağmen– son dönemdeki sevgili adaylarıyla olan aşk girişimlerini sürdürmekte güçlük çekmiş ve âşıklarına incitici sözler söyleyerek çevresinden uzaklaştırmıştır. Henüz polis kimliğinden haberdar olmadığı Caner’le şaşaalı bir gece kulübü ortamında filizlenen ilişkisinde başka tür bir hayat kurabileceğini hissetse de, kendi kişiliğini değiştirip normalleşebilecek midir?

Deniz’in psikoterapistine acil kaydıyla gitmesinin nedeni, Sidoju’nun kırk altı yaşındaki Gürcü asıllı büyük ustası Anton, bilgelik maskesi ardında gizlenmiş, karanlık güçleri olduğunu iddia edilen bir adamdır. Kurbanını etkisi altına alıp hükmetmek onun şişmiş egosunu okşamakla birlikte, daha fazla güç arayışı kişiliğinin bir parçası olmuş gibidir. Aklını çeldiği insanlardan azamî faydayı sağlamak ve onları hizmetkârı haline getirmek, sürekli kılmayı istediği bir oyundur. Deniz erkekleri tek doz kullanıp attığı halde, Anton kurbanlarını ömür boyu kullanmanın peşindedir.

Başlangıçta cinayet odaklı ve yalnızca Dr Sinan Us’u kimin öldürdüğüyle ilgili görünse de, soruşturma safhası gelişip de aynı suç âletiyle ve aynı yöntemle –göğüste iki minik delikli– ikinci cinayet işlenince, romanın izleği başka ağır suçların da yer aldığı karmaşık bir sürece doğru evriliyor. Merak öğesi, gerilimin bir adım önüne geçiyor. Roman örgüsünün merkezindeki dört kişinin –Anton, Deniz, Caner ve Serdar– derinlikli çözümlemeye alınmasının nedeni iyice belirginleşiyor. Kurgunun karar anlarında, iyiler ve kötüler gibi kaba ayrımların tuzağına düşülmeden başkarakterlerin erdemleri ve zaafları bütün çıplaklığıyla gözlemleniyor. Tutarlı ve gerçekçi diyaloglar, roman kahramanlarının baskın kişilik yapılarını sergilerken, bir yandan da olayların hızlı ve heyecan verici anlatımıyla ilgili işlevsel önem arz ediyor.

Yazar’ın hem polis aygıtı hem de tarikatların yapısı ve işleyişi alanlarına hâkimiyetini, özellikle örgütün ele alınış biçiminin nesnelliğini takdir etmek gerekir, zira kurgunun ayrıntılı bir araştırmayla desteklenmesi, okuyucuyu hem hipnotizma ve klonlama gibi yakın dönemin popüler kültür olgularıyla ilgili uç meraklara yöneltiyor, hem de romana etik üzerinden felsefî bir boyut katıyor. Ernest Mandel’le bitirelim: “Tümüyle hasta olan bir toplum ancak, dünyayı, insanların yönlendirildiği, hemen hiç kimsenin bırakın hareketlerini, inançlarını bile belirleyemediği ya da denetleyemediği, herkesin gizli ajanların ‘kuklaları’ haline geldiği bir yer olarak görebilir, ancak yabancılaşmış insanlık, burjuva toplumunda kendi toplumsal kaderini aslında böyle görmez mi?”

Serkan Parlak – edebiyathaber.net (28 Eylül 2018)

Yorum yapın