Dolapdere sevdalılarına… | Şule Tüzül

Eylül 3, 2014

Dolapdere sevdalılarına… | Şule Tüzül

36111913584445271“Kimin öyküsüne mercek tutsanız,

hangi hayatın peşine düşseniz

mutlak bir acı üzerine inşa edildiğini görürsünüz.

Üstelik sadece bu mahallede değil, her yerde.”

Şehirler, semtler ve mekânların da içinde yaşananlarla, kokuları, renkleri, karmaşaları ya da tekdüzelikleri ile, sadelikleri ile bir ruhu var. Öyle ki, bazen hüznünü bazen coşkusunu, bazen mahzunluğunu bazen mutluluğunu hissettirecek kadar.

İstanbul öyle bir şehir ki bugüne kadar bir yazıya, bir şiire, bir fotoğrafa, resme ya da filme konu olsun olmasın, kimlere kimlere ilham vermiş, dertlenmiş dertleşmiş, kızdırmış sevdirmiş, küstürmüş özletmiş bir şehir. Her bir semti, İstanbul’un başka bir sözcüğü, başka bir şiiri, başka bir ezgisi, başka bir tadı…

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında İstanbul’un seksen semti seksen farklı edebiyatçı-yazar tarafından, onların o ince duyarlılığı ile, onların gönül gözüyle dile gelsin diye, kaleme alınmış. Kitap değil de yazar okuyan bir okuyucu olarak Mine Söğüt kitapları arasında yol alırken, karşıma bu serinin Mine Söğüt tarafından yazılan bir kitabı çıktı: Dolapdere: Kürt Kediler Çingene Kelebekler”.

Bir semti, hele ki Dolapdere gibi İstanbul’un en ele avuca sığmaz semtlerinden birini, roman ve hikâyelerini İstanbul’dan beslenerek yazan bir edebiyatçıdan okumak gerçekten tadına doyulmaz bir süreç. İstanbul’un ve Dolapdere’nin yaşamımdaki yerleri benim için de hep özeldi, ama Mine Söğüt’ün kaleminden gördüğümüz Dolapdere çok daha özel ve derin bir yere yerleşiveriyor kitabın okuyucuları için:

“İstanbul’un aklı bir karış havada, onunki iki karış.

İstanbul’un saçları beline kadar uzun, onunki bileklerine.

İstanbul külliyen hüzün, o külliyen keder.

İstanbul’da neşenin bini bin para, onda bedava!” 

Kitap, Mine Söğüt’ün “Deli Kadın Hikâyeleri” kitabında da yer alan “Kürt Kediler Çingene Kelebekler” hikâyesi ile başlıyor. Sonrasında Söğüt’ün Dolapdere’ye ilk defa tesadüfen 1980’lerin sonunda gidişi ile başlayıp bu semtle yıllardır sürdürdüğü ilişkisinin hikâyesi bizi bekliyor. Yazarın tüm romanlarını okuyan biri olarak, kitapta karşılaştığım gerçek insanların gerçek hikâyeleri ile o romanlara o hikâyelere zihnimde geri dönüşler yapıyorum, roman kahramanları ile Dolapdere sakinleri arasındaki benzerlikleri düşünüyorum. Bir ara karşıma yazarın “Kırmızı Zaman” isimli romanındaki ölümlerle şiirleri buluşturan Hüsran’ı çıkıveriyor, romandaki ve Dolapdere’deki Hüsran’ı düşünüyorum, zihnimde “Kırmızı Zaman”ın dehlizleri ile Dolapdere’nin sokakları kol kola girip birbirine karışıyor:

“Hangi cam kırıklarını yiyerek büyürse çocuklar, o camların rengini ve keskinliğini alırlar. O camların kanattığı yaralara benzer hem çocuklar, hem çocukluklar.”

Sayfalar arasında ara sıra karşımıza semtin Koray Özyörük tarafından çekilmiş fotoğrafları çıkıyor. Fotoğraflar Mine Söğüt’ün metinleri ile o kadar uyumlu ki. Okurken kilometrelerce uzaktan Dolapdere sokaklarında yürüyorum, sakinleri ile dertleşiyorum, Dolapdere’yi yaşıyorum.

Mine Söğüt kitapta ayrıca, Reşat Ekrem Koçu’nun “İstanbul Ansiklopedisi”nden, Yaşar Kemal’in “Kuşlar da Gitti”sinden, Sait Faik Abasıyanık’ın “Dolapdere” ve “Yorgia’nın Mahallesi” isimli hikâyelerinden, Ece Ayhan’ın “Şiirin Bir Altın Çağı” kitabından, Metin Kaçan’ın “Ağır Roman”ından Dolapdere ile ilgili alıntılara yer vermiş.

Kitabın en hoş metni ise kendini sonda saklamış; İstanbul “Sevgili Mine,” diye başlamış ve yazarına enfes bir mektup yazmış. Hem okunası hem kıskanılası.

Dolapdere’yi bir de Mine Söğüt’ten dinleyin…

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (3 Eylül 2014)

Yorum yapın