“Bir minicik kız çocuğu bak, duruyor orada hâla, anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa”, Sezen Aksu – Sertap Erener, İncelikler Yüzünden
Yakın zamanda okuduğum bilimsel bir yazıda, hücrelerimizin enerji kaynağının, mitokondriler olduğu söyleniyordu. Mitokondriyal DNA maternal (anneden gelen) kalıtım gösterir, bir başka deyişle anneden çocuklarına aktarılır. Dolayısıyla vücudumuzun enerji santrali olan mitokondrilerimiz yani hayat enerjimiz, annelerimizden bize armağandır. “Anneler vefat eder ama ölmez, mitokondrileri bizde kalır…” Bu, konunun bilimsel tarafı. Annemizle olan bağımıza, bir de sosyal-kültürel boyutuyla bakmamız gerekir. “Kızının kaderi, anasına çeker,’’ derler. Atasözleriyle, deyimlerle kaderi, yaşantıyı bağlar dururuz.
İşte bunların gölgesi eşliğinde, okuduğum bir kitap oldu. Şiddetin Gölgesinde. Levent Sütçigil’in ilk romanı olan bu eser, bir psikiyatristin kılavuzluğu ile eşlik ediyor okuyucuya. Kitabın ilk sayfalarında kendisinin de açıkladığı gibi Sütçigil, bizi iç hesaplaşmalarla baş başa bırakacak bir roman kaleme almış: Benim görüşüme göre, psikoterapistler, uzak bir karayolunun ortasında, eski taş duvarlarıyla zamanın izlerini taşıyan bir handa bulunan hancıya benzerler. Bu hanın kapılarından, doğudan gelen bir yolcu, batının bilinmezliklerine doğru devam ederken; batıdan gelen bir başka yolcu, doğunun esrarengiz diyarlarına ilerler. Hancı, bu iki farklı yönün gizemlerini bizzat deneyimlememiştir; fakat konuklarından, her iki yönün de taşıdığı zorlukları, sırları ve tehlikeleri öğrenmiştir. Kendisi bu yollarda adım atmamış olsa da bu rotalar üzerinde seyahat edenlere, karşılaşabilecekleri sürprizler, engeller ve tehlikeler ile çözüm yolları hakkında değerli tavsiyelerde bulunabilir.
Kahraman anlatıcıdan okuduğumuz öykü, psikiyatristle karşılıklı diyaloglar ve bilgilendirme paragraflarıyla ivme kazanır… Anlatıcı, kendisine kılavuzluk edecek psikyatristle her görüşmesinde kendi yolculuğunun da yeni bir aşamasına varır: Olan bitenin farkına varmak için harcadığım yıllarımla hesaplaşmak için buradayım bugün.
Kahramanın Pierre Loti’de bir kahveye oturmasıyla başlayan hikâye, iç hesaplaşmalar eşliğinde ilerliyor. İrem adlı başkarakterin, kök aile ile yaşadığı travmatik zamanların, yaşadığı hayata etkilerini akıcı bir dil eşliğinde okuruz. Mutsuz bir anne ile yaşanan evde hayalet niteliğinde bir baba figürü vardır. Gölgesi olsun yeter gözüyle bakılan baba, sevgisiz ve ilgisizdir. Hikâyede tek sevilen erkek evlattır. Kız, kızgın haberdir. Bu yargıyla büyüyen nesillerin yetiştiği toplumdaki yaralar, her iki cins içinde parlak bir döngüde devam etmez. Tam da bu noktada; annenin olumsuz yazgısı, doğduğu evdeki kaderinden bir an önce kurtulmak isteyen İrem için de yanlış çizilen bir yol olmuştur:
Babama göre çocuğun yediği helal, giydiği haramdı. O yüzden bize ancak bayramdan bayrama bir şeyler alınırdı. O da annem hep koyu renk şeyler alırdı. Kaderi hep böyle pencere önünde oturup beklemek, kocasına odaklı bir aile yaşantısı sürmek, suratı beş karış çamaşır bulaşık yıkayarak ev işi yapmak olan bir kadından da başka bir şey beklenmezdi sanırım.
Bireylerin edilgen davranışları, toplumda domino etkisi meydana getirir. Toplumun kaotik sistemi içinde, kadın kendine, eşine ve işine yabancılaşmaya başlar. Bu hikâyede de, yanlış anne-baba tutumları sonucunda büyüyemeyip, belli bir yaşta kalan bir kız çocuğu var. İrem, tıpkı annesi gibi, yanlış bir eş seçiminin sonucu olarak kocaya sığınır. Kendi kızına da aynı biçimde davranışsal etken olacaktır ama yüz yüze terapilerle kurtuluşa yaklaşır.
Romandaki karakterlerin isimleri yazar tarafından son derece doğru düşünülmüş: Psikiyatrist Hakan, yol gösterici; ana karakter İrem ise mutluluk simgesi… Artarak devam eden şiddet döngüsünü, kadının bu şiddeti normalleştirmesini ve sinmesini anlatan hikâye, ülkemizde kadının adının yok sayılmasını sorgular. Mutluluk ve mutsuzluğu televizyon sembolüyle gösterir:
Duyguları çocuklara biz öğretmeliyiz. Herkes ya mutlu ya da değil. Ortalama yaşamlarımızı mutlu ve mutsuz anlar olarak kodluyoruz. Ne büyük bir kayıp. Sürekli siyah beyaz bir yaşantı. Duygular hayatımızı renklendirir. Siyah beyaz televizyonla renkli televizyon kadar farklı.
Psikiyatride kullanılan terapi ve tedavi yöntemlerini diyaloglarla anlatan yazarımız okuyucuyu sıkmadan öğretici bir yol izlemiş. Bu sürecin sonunda kadın kahramanımız kendi yolunu bulup kızına doğru rehber olma gücünü elde etmiş. Hikâye yine, ilk sayfada olduğu gibi son sayfada da Pierre Loti’de ekşimsi limon tadıyla sona eriyor:
Pierre Loti’nin mezarlığa bakan manzarasında bir kadının kendini yeniden doğurma hikâyesi yazılıyor. Kimsenin haberi yok. Kendi yolumu çizmek için kendimle baş başayım artık ve yanımda kızımla çok güçlüyüm.
Dedi, İrem ve birçok kadın. Annemizden aldığımız, mitokondrilerimizin enerjisi ile kaderin şiddetinde oluşan domino etkisini, kendi gücümüzle, yaratmak ümidiyle.
edebiyathaber.net (27 Mart 2024)