En son nerede baktınız kendinize uzun uzun, hiçbir bahanenin nihai sonucunu düşünmeden? Bugün, dün, ondan önceki gün? En son ne zaman parçaları saçılmış ve dağınık sıradanlığınıza kabul verdiğiniz yeri hatırladınız? Ev, sokak, kalabalık? Güneş karardıkça bir yıldıza alacakaranlığı reva gördüğünde, tam o ân, geceye içre bir merhameti hatırladınız mı hiç? Görülmemişti ve duyulmamıştı oysa, değil mi? Görülmeyeni gören, duyulmayanı dinleyen bir aynanın karşısında ansızın ürperdiniz mi? Yok hayır. Yapamıyor insan. Ölmenin yolu kendi yokuşuna ulaşmadıkça hayat çamurundan kuruyor düzenini. Bakılamayan aynaların intikamı kırılmak oluyor çünkü. Görmeden kaçmanın, dinlemeden uzaklaşmanın bir bedeli olmalı. Ayna tuz buz, parçaları dünyadan bir top. Dönüyor, dönüyor. Bir ipin ucunda sallanıyor. Karanlığın havası boğucu,sesleri yutuyor. Aynanın parçaları topun yuvarlaklığına parlak, renkli ve ışıltılı şekiller yapıştırıveriyor. Sesini hiç duymadığınız diğerlerinin fısıltısı, o aynaların her birine yapışan aslında. Etrafa dağılan ışıkları toplamaya başlamadan önce gözleriniz kamaşmasın. Anlatana kulak verelim birlikte. Kırılmış ufak aynalarına doğrulan keskin ışığı yansıtansa Disko Topu, hikâyesi dünyadan. Dünya da dönüyor disko topu da…
Ayça Güçlüten’in İthaki Yayınları tarafından basılan yeni romanı Disko Topu, işte böylesi bir dünyanın kapısında bekliyor. Belki daha önce sık rastlamadığımız dönüp duran bir disko topunun altında, marazi renkte, dünyada dünyanın olmadığı bir yerde, adını bilmediğimiz, hayatın herhangi bir zamanını paylaşmadığımız, sıklıkla görmezden geldiğimiz, öylece yanından geçip gittiğimiz bir kadının; rağmen birinin, dünyanın boşluğunda haykırsa da unutulacak, unutulacak olsa bile yazıldığı için aslında hep hatırlanacak, bekleyen, olduramayan, masanın altında geçen çocukluğunun izlerine dokunan sesini duyuruyor.
“…Ben bir hiçtim. Ben her şeydim. Ne olursam olayım vardım. Ben de biri idim. Tokalaşmak istemediğiniz biri. Çevrenizi dikkatle taradığınızda bile gözlerinizin görmeyi atladığı biri. Rağmen biri.”
Sokakta kimsenin ona yüzünü dönmediği, varlığını cezalandırmakla suçlamak arasında kutsamak utkusuylabekleşenlerin kalabalığından, çöplerin kenarından, kırık kaldırım taşlarının tozundan, sokakların çamurundan, metruk evlerin pencerelerinin pervazına sinmiş tiz sesin etrafından, korkunç yüzlerin ve seslerin unutulduğu duvarlarda sıra sıra bekleşen böceklerin saklanmak için geceyi kolladığı dolaplardan, niyeti acıdan beslenen pürüzlü çaresizliğin tıkıştırıldığı bavuldan yükselen bu ses, dünya bu kadar mı diye soruyor. Başının çaresine bakması için bırakılanların ötekiliğine, ürküten karanlıkta okudukları sokakların anlattıklarını ekliyor. Disko Topu, içinde sakladığını, sakladığının içinden çıkanı, tavandan yere, gökyüzünden yeryüzüne yansıttığını hiç sakınmadan, korkmadan dünyanın sahteliğinin yüzüne vuruyor. Bir kadının feryat hakkını, irkilmediği tek yer olan evden çıkarıp, kalbine veya ruhuna değil gövdesinin en tepesinden, aklından, dünyanın aşağısına bırakıyor. Aklın, bedenin ve ruhun incinmişliğine dünyanın nasıl kayıtsız kalabildiğine hayret etmemizi istiyor. Bu hayret öyle güçlü olsun ki biz, onca insan o kadına sen bir hiçsindiyerek erkinin kemerini fütursuzca açanın gölgesini takip edelim ve utanalım. Ayça Güçlüten, ben ve onlar diye ayrımlaştırdığımız, biricikliğimize zeval getirmesin diye hayatla uyumundan şüphe ettiklerimizi zamanın içinde hırpalarken, matlaşmış benzerliğimize zor bir soru soruyor Disko Topu ile: öyleyse siz, siz kimsiniz, neden sustunuz? Hiç fark etmediğiniz bir kadın dünyada tutunamazken iç çekişine sağırlığınızdan, dehşet veren acımasızlığınızdan, iştahlı hükümranın pervasızlığından, içine zehri salan o şehvetli yılandan, erkten, bilindik olandan farkınız ne?
Tüm bu soruları bilinçle bilinçdışının simgesel bütünlüğü ve göndermeleri içinde soran Ayça Güçlüten, örtülü hakikatleri anlatının içindeki diğer varlıkların imgeleriyle güçlendiriyor. Dev karşısında Cüce olmaya zorlananları bazen bir ağacın üzerinde bazen duvarın yüzeyinde bazen saçlarının arasındaki kozada nefeslendiriyor.Mekânı geniş ve zamanın belirsiz bir ormanın içinde dolaştırıyor. Kimi zaman bilinç akışı kimi zaman iç monologlarla ilerleyen Disko Topu, anlam derinliği ve çok katmanlı yapısı, imgeler aracılığıyla soyutlayarak anlattığı roman karakterleri ile okuru yazarla değil anlatıcı olan kadınla baş başa bırakıyor.Roman boyunca, kendisini “daha önce sanırım böyle hissetmemiştim” derken yakalıyor insan. Güçlü ve sert bir itiraz Disko Topu. Aynı zamanda adaletsizlik ve eşitsizliğin toplumsal bağlamına, gerekçelerine ve sonuçlarına, kendi varlığı dışındakini önemsemeyenlerin anıtlaştırdıkları bedenlerine ve eksik bıraktıkları akıllarına yönelik uzun eleştiri. Dünya denen kocaman diyarın ortasında açılan çukurun derinliğince bakmamızı isteyenbir kadının hikâyesi değil sadece. Hepimizin sokak sokak gezdiği dünyasının karanlığında uçuşan bir perde. O kadın belki ben, belki bu yazıyı okuyan siz, belki şimdi hemen yanınızda duran bir başkası.Doğmakla ölmek; bilmekle unutmak lanetli ve zehirli bir çiçek gibi hayatı sıradanlığıyla şekillendirenlerin arasında kökleniyor çünkü.
“Meğer dünyamız en çok çöple doluymuş. Aslında şişmanlığını ve doymak bilmezliğini düşünecek olursanız şaşılası bir şey değil bu.”
Kor ateşin üzerinde yürüyenlerin hikâyelerine eşlik etmemizi isteyen adını bilmediğimiz kadın, bacaklarının arasında asılı kalmış ağrıya, içini dolduran, karnını büyüten bir varlıkla, Küçük’le yanıt veriyor. Hastane koridorları, yeni bir ev, hayattaki tek dayanağı, dert ortağı Nene’sinin olup olmadığı bilinmeyen öteden duyulan fısıltısı, yeni eve Komşu Kadın’ın Küçük’ü kökünden kopartmak adına bencilliğine saplandığı imkânları, Patron’un çokça parayla düğmesini her yerde açabileceğini zannettiği pantolonu Disko Topu’nun dünyaya bakan ama baktıkça yabani buyurganlığına esir olanlara artık bilsinler diye anlattıkları. İnsan ziyandır demenin, ben bunları yaşarken baktınız, duydunuz, bildiniz ama sustunuz çığlığının duvarlara çarpışı. Bir Dev ile bir Cüce’nin karşılaştığı yerde, diğerlerini, Kardeş’i, yüzsüz melekleri, Kel’i, dikenleri, Yoldaş’ı, boncukları, sivilceliyi, Beyaz Adamları, Yakışıklı’yı, Efendi’yi, Tırnak’ı, Sinek Peri’yi, gofretleri, çocuklu resimleri, konuşan dolapları, kızgın tokmağı, Zilli’yi, kalın bacaklıları, âdem elmasınıunutmayalım isteyen Disko Topu, esaslı can acısını taşıyan, saklayan o gerçek dünya:
“Dünya yuvarlak. Bunu çok duydum. Evet, bir top. Ama içi dolu bir top. Hepimizle, bütün duvarlarla, ayakkabılarla, giysilerle, bardaklarla, ölülerle, tokalarla, odalarla, ağaçlarla, kuşlarla, dikenlerle, tütünlerle, çiçeklerle, çöplerle, aynalarla, kitaplarla, oyuncaklarla, her haltla dolu bir top. Dönüyor. Başı dönüyor. Başımızı döndürüyor. Eskiyor. Yarılıyor. Kanıyor. Kanatıyor. Biz yuvarlanıyoruz içinde, durmamıza izin yok. Ya Güneş, ya Ay? Onlar da birer top. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin karşımıza çıkan, başımızın üstünden eksilmeyen toplar. Aslında onlar dünyadan da büyükler ama biz bunu anlamıyoruz çünkü dünyayı dışarıdan göremiyoruz. Göremeyince dağılıyoruz, korkuyoruz, beceremiyoruz onunla yaşamayı. Ve hep başa dönüyoruz, en başa. Mahvolmamak elimizde olmuyor.”
edebiyathaber.net (11 Mayıs 2018)