Dostoyevski’nin çocukluğu, ilk öğrenimi | Nilüfer Kuzu

Ağustos 5, 2024

Dostoyevski’nin çocukluğu, ilk öğrenimi | Nilüfer Kuzu

Dostoyevski 30 Ekim 1821’de fakir halkın ücretsiz tedavi edildiği Yoksullar Hastanesi’nin eklentisinde yer alan ıhlamur ağaçlarıyla çevrili bir evde, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Dostoyevski’nin çocukluğunu geçireceği bu ev, İmparatorluk stilinde yapılmış, tek katlı küçük bir evdi. Stefan Zweig “Üç Büyük Usta” eserinde Dostoyevski’nin çocukluğuna dair şunları söyler: “Çocukluk demeye dili varmıyor insanın, çünkü bu kavram hayatının bir yerlerinde kaybolup gitmiştir. O hiçbir zaman bundan söz etmez. Dostoyevski’nin suskunluğu her zaman yabancıların  ona acımasından duyduğu utanç ve gururlu korku yüzündendi. Başka yazarlarda rengarenk görüntülerin  gülümseyerek yükseldiği,  sevgi dolu hatıraların  ve tatlı hayıflamaların bulunduğu yer onun hayat hikayesinde gri, boş bir lekeyle kaplıdır. Ama yarattığı çocuk kişiliklerinin alev alev yanan gözlerinin derinliklerine bakarsak onu iyi tanıdığımızı düşünebiliriz. O da Kolya gibi olmalıydı, erken yaşta olgunlaşmış, hayal gücü halüsinasyonlara varacak kadar geniş, içi büyük bir şey olma isteği ile, o tedirgin, titrek korla, kendini aşma ve ‘bütün insanlık için acıma’ konusunda duyduğu o çocuksu fanatizmle dopdolu. Küçük Netoçka Nezvanova gibi ağzına kadar aşkla ve aynı zamanda bunu ele vermekten duyduğu histerik korkuyla doluydu mutlaka. Evdeki sefalet yakınmalarından ve mahrumiyet nidalarından son derece utanan, ama yine de yakınlarını dünyaya karşı savunmaya her zaman hazır olan, ayyaş yüzbaşının oğlu İlyuşka gibiydi.

Günün birinde bu karanlık dünyadan bir delikanlı olarak çıktığında çocukluğu çoktan sönüp gitmişti. Bütün doyumsuzlukların ebedi özgürlük ülkesine, ihmal edilmişlerin sığınağına, kitapların renkli ve tehlikeli dünyasına kaçmıştı. O zaman erkek kardeşiyle birlikte inanılmaz derecede çok okuyordu..”

4 Kasım 1821’de Yoksullar Hastanesi’nde vaftiz edilen çocuğa, büyükbabasının adı olan Fedor ismi verilir. Ordu doktoru olan babası Mihail Anreyeviç Dostoyevski soylu bir aileden geliyordu. Rus tarihi ve edebiyatını çokça okumuş, dinine ve evine bağlı, uyanık bir adam, aynı zamanda acı verecek şekilde duygusaldı. Henry Troyat’ın verdiği bilgiye göre ansızın üzüntü nöbetleriyle sarsılınca, karısına duygularını şöyle anlatır: “Öldürücü bir can sıkıntısı. Nereye sokacağım, şaşırdım kaldım. Tanrı bilir hangi düşüncelerle düpedüz ya da düşümde bana musallat oluyorlar.”

Zorba bir adam olan baba, çocuklarına bedensel cezalar vermezdi. Oysa, onlar bu çeşit cezaları, babalarını kükreten o müthiş öfkelere tercih ederlerdi. Kendisi gibi aile fertlerinin  yaşamını kontrol altında tutan babası nedeniyle çevreye kapalı ve yalnız bir çocukluk dönemi geçiren Dostoyevski, aslında başka insanlara da çok ihtiyaç duymaz zira yeterince kalabalık bir aile ortamında büyümüştür. Aile fertlerinin dışında dadı, sütanne ve birkaç hizmetliyi de eklersek evde yaşayanların sayısı on kişinin üzerine çıkmaktadır. Neredeyse hayatı boyunca kader yoldaşı da diyebileceğimiz ağabeyi Mihail’dir. Büyük bir duvarla çevrili kapalı, dış dünyaya ilişkisi kısıtlanmış geçirdiği yılları sanatsal dehasında derin izler bırakacaktır. Ve,  “Tümümüz yaşama alışmamış kişileriz” dedirtecektir kahramanına. Belki de bu söz en çok kendisi için geçerliydi…

Dostoyevski’nin annesi ise, Mari Fedorovna Dostoyevski bir tüccarın kızıydı. Duygulu, yumuşak başlı, çekingen bir kadındı. Kocasını kederli görünce çok korkuyor, o sevdiği zorbasının güvenini kazanmak için çabalıyordu. Kısa bir ayrılık sırasında kocasına şu satırları yazar: “Seni bu denli üzüntülü düşününce yüreğim sıkışıyor. Yalvarırım sana meleğim. Tanrım, kendine iyi bak, hiç değilse benim aşkım için, inan ki senden uzak kalınca, tanrılaştırıyorum seni, varlığımdan daha çok seviyorum seni, benim biricik dostum.”

Anne dindar bir kadındır. Pazar günü ve bayramlarda tüm aile kiliseye giderlerdi. Bunu dışında annesinin ricası üzerine Dostoyevski üç yaşında ikonların önünde dizlerinin üstüne çöker ve uykudan önce dua okurdu. İlk okuma dersleri de anneleri tarafından eski harf sistemiyle verilmiştir. Dostoyevski’nin çocukluğunu annesinin dizleri dibinde dinlediği tatlı masallar, ilginç tarihi anılarla geçirmiştir. Yaralanabilir saflığa sahip bir çocuk olmasına rağmen, yeri geldiğinde gürültücü, öfkeli, afacan, dediği dedik bir çocuktur. Anne ve babasıyla oynadığı iskambil oyununda çeşitli hilelere başvururdu.

İlk öğrenimini, daha küçük yaşta anne ve babasından almıştır. Aile içinde akşamları okuma seansları düzenlenir, anne ve babası çocuklarına düzenli olarak kitap okurlardı. Bu okumalar içinde en çok Karamzin’in Rus Tarihi önemli yer tutmaktadır. Bu sebepledir ki Dostoyevski ülkesinin tarihini çok iyi öğrenecek ve neredeyse bu kitabı ezberleyecektir. İlk okuduğu kitaplar ise, Eski Ahit ve Yeni Ahit’in hikayeleri, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın cennet kıssası, Nuh Tufanı’na ait hikayelerdir. 1870 yılında,  kırk dokuz yaşındayken çocukken okuduğu kitaplardan birinin aynısı eline geçince, bunu değerli, bir kutsal emanet olarak kitaplığında saklayacaktır.

Dostoyevski ve kardeşlerine Latince dersleri bizzat babaları tarafından verilmiş, babanın sıkıyönetimi derslerde kendisini fazlasıyla hissettirmiştir. Eve iki öğretmen geldiğinde de, anne ve baba yanlarında oturup dinlemektedir. Ders esnasında çocukların oturması, hatta masaya bile dokunması yasaktır. Bu derslerini kardeşi Andrey Mihayloviç şöyle anlatır: “Öğretmen-baba ve evimize gelen diğer yabancı öğretmenler arasındaki fark öğretmenlerin derslerinde öğrenhcileri ile birlikte ders boyunca oturmalarıydı; ama babam da en az bir saat süren dersler esnasında erkek kardeşlerim oturmayı bırakın, masaya dahi dayanamazdı. (…) Babam tüm iyiliğine rağmen oldukça titiz ve sabırsızdı, ama asıl önemli olan oldukça sinirliydi. (…) Latince dersleri esnasında kardeşlerimin en küçük yanlışlarında babam her zaman kızar, sinirlenir, onlara, ‘tembeller, budalalar’ diye bağırır, en son derecede ise nadir de olsa dersi bitirmeden bırraktırırdı ki, bu her türlü cezalandırmadan daha kötüydü.”

Dostoyevski Latince’nin yanı sıra Almanca ve Fransızca da bilirdi. Erken dönemlerinden itibaren ağabeyi ile Almanca’dan Goethe ve Schiller çevirileri yapmaya başlamışlardır.

Bütün hayatı boyunca kendisine benzeyenlere ilgi duymuş olan Dostoyevski, her çeşit yazan müellifleri ve tenkitçileri takip etmiştir. Ona göre yalnız Puşkin ve Gogol dehaya sahiptirler; Tolstoy’a gelince onu reddeder. Gogol’den on iki yaş küçük, Tolstoy’dan yedi yaş büyüktür. Hepsinin de babaları dönemin Rusyasını kurtararak Avrupa’ya kabul ettirmiş, 1812’nin adamlarıdır. Rusya hiç şüphesiz bu babalara ve çocuklara benzeyenleri bir daha bulamayacak…

Kaynakça:

  • Dostoyevski Hayatı; Eserleri Üzerine Makaleler ve Aforizmlar – Yayına Hazırlayan: Orhan Düz, Kaknüs Yayınları
  • Dostoyevski – André Suarés, Hareket Yayınları
  • Dostoyevski Biyografi – Hakan Kandemir, Çizgi Yayınları

edebiyathaber.net (5 Ağustos 2024)

Yorum yapın