“… içimdeki temel kötülüğe bir köle gibi satılmış olduğumu biliyordum ve bu düşünce, o anda, beni şarap gibi kucaklayarak korkunç bir zevk verdi.”
İbretlik bir öykü. Kötülük ne kötü, açıkça gösteriyor. Ahlaklı, adanmış, bilge ve saygın Dr. Jekyll karşısında ucubemsi, canavar ruhlu, sadist ve düşmüş Mr. Hyde. İki artı iki dört: İyilik kötülükle savaşır. Kötülük kaybederse – ki genellikle kaybeder çünkü siyah beyaz bir dünyaya inancımız var – ne âlâ. Oldu ki iyilik kaybetti – ki bu örnekte durum öyle gibi – kötülük de onunla birlikte silinir gider. Çünkü siyah beyaz bir dünyaya ihtiyacımız var.
Ama şimdi, hazır biz bizeyken, gri bölgesinde gezinebiliriz dünyanın – ve edebiyatın. Zira Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın tuhaf hikâyesi çoğunluğun inanmak istediği gibi bir ahlak dersi değil, insanlık durumu analizidir. Kötülüğün diyalektiğini bunca erken zamanda (Stevenson romanı ilk kez 1886’da yayımlamıştır), bunca çarpıcı biçimde anlatmış olmasıdır metni dayanıklı kılan. Bu aynı zamanda insanın diyalektiği; işkenceli ve verimli çelişkisidir. Ve her büyük yazar gibi, Stevenson bunu zamanını aşan bir öngörü ve tahlil gücüyle ortaya koymuştur; tam da bu yüzden Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi (Robert Louis Stevenson, çeviren Aylin Yengin, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2014, İstanbul) neredeyse 130 yıldır okunuyor, her zaman okunacaktır. Okunacaktır çünkü Stevenson kötülükle özgürlüğün ilişkisini bütün çıplaklığıyla bu kısacık romanda ortaya koyabilmiştir.
Dr. Jekyll, Mr. Hyde’ın doğumunu şöyle anlatır:
“Hislerimde bir tuhaflık, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yeni ve yeni olduğu için de inanılmayacak derecede tatlı bir yan vardı. Kendimi bedenen daha genç, rahat ve mutlu hissettim; baş döndürücü bir aldırmazlık, hayalimde değirmen gibi dönüp duran, düzensiz hislerden oluşan bir dalga, bağımlılıklarıma nihai bir çözüm, bilinmeyen ve pek de masum olmayan bir ruh özgürlüğü içindeydim.” (Vurgu bana aittir.)
Ve hemen sonra, bu yeni benliğiyle aynada ilk kez yüzleşen (burada Lacan’a bir selam) Dr. Jekyll, gördüğü Öteki’yi, Mr. Hyde’i betimliyor:
“Ruhun daha canlı bir yansımasıydı sanki, görmeye alıştığım kusurlu, bölünmüş çehremden daha eksiksiz, daha saftı.”
Bu kötülüğün saflığıdır. Çünkü iyilik – yani Dr. Jekyll – ortak çıkardan temellenen bir ödev ahlakının yansımasıdır özünde. Bu yüzden kusurlu ve bölünmüştür; ortak çıkarlar toplamı asla Ben’i vermez; Ben’i doyurmaz. Ben daha fazlasını ister, kimi susturur kendini kendine kimi bir çıkış yolu bulmak için yarar benliğini. Yarılma bir bilinç durumudur; ister öykümüzdeki gibi ilaç yardımıyla olsun ister aşılmayan bir iç hesaplaşmayla.
“İlacın fark gözeten bir etkisi yoktu; ne şeytaniydi, ne de kutsal; mizacımı oluşturan hapishanenin kapılarını sarsmaktan başka bir işe yaramamıştı, yalnızca Filippos’un mahpusları gibi, içimdekileri dışarıya kaçırmaya yaramıştı.”
Dr. Jekyll hemen sonra “ikizim” der Mr. Hyde’a; burada ister istemez aklımıza Dostoyevski’nin aslında ikiz olan “Öteki”si düşer – ve elbette Girard’ın Dostoyevski’de Ben ve Öteki üzerine yazdıkları (Bkz. René Girard, Dostoyevski; Yeraltı İnsanı, çeviren Orçun Türkay, Everest Yayınları, 2014, İstanbul). Ve sanki Kumarbaz’dan bir satır gibi çarpar yüzümüze:
“… ben de tüm günahkârlarla aynı güdülere sahiptim ve tıpkı onlar gibi ben de daha iyi birine dönüşmeyi seçiyordum, oysa ben bu seçimin gerektirdiği gücü sahip değildim.”
Mr. Hyde ele geçirmeye başlar doktoru – ki okur bunun kaçınılmazlığının farkındadır. Hemen herkes bir noktada “hayatının rehin alındığını hissetmiştir”, tam da kendisi tarafından. Çünkü kötülüğün özgürlükle ilişkisi, bir yerde, beslendiği kaynaktan koparıldığında, korkunç bir sıradanlığın içine düşer:
“Nihayetinde benim de tıpkı komşularım gibi olduğumu geçirdim içimden; kendimi başka insanlarla kıyaslayarak, iyi niyetli halimi onların ihmalkârlıklarının gaddarlığıyla karşılaştırarak gülümsedim. Ve bu mağrur düşünceler aklımdan geçer geçmez üzerime bir pişmanlık çöktü, korkunç bir mide bulantısı hissettim ve ölümcül bir titremeyle sarsıldım.”
Dr. Jekyll, güneşli bir günde, Regent’s Park’ta otururken bu düşüncelerle, ilaç almadan canavarına dönüşür; artık dümende Mr. Hyde ve dizginsiz tutkuları var. Şimdi kötülük sıradan, amaçsız, dolayısıyla tatminsiz ve karanlık olandır. Artık Hyde ölmelidir. (Jekyll’ın Je-kyll; öldüreceğim ve Hyde’ın hide; saklanmak anlamında olduğunu göz önünde tutalım.)
Saklanan öldürülecektir, ölmelidir. Saklı olan kötülük – ve özgürlük – saflığını kaybetmiştir çünkü diyalektik eşi onarılmayacak denli yaralanmıştır. Dr. Jekyll biterse Mr. Hyde da biter; iyilik kötülüğü yendiğinden değil, insan bir bütün olduğundan…
“Öte yandan Hyde’ın bana duyduğu sevgi harika; hatta daha da ileri gideceğim: Onu yalnızca düşündüğümde bile hasta olup kanı donan ben, bu dostluğun sefaletiyle ıstıraplarını hatırladığımda ve intihar edip de ondan kurtulacak güce sahip olduğumda, onun nasıl korkacağını biliyor ve kalbimde ona karşı bir acıma da hissediyorum.”
Sonsöz olarak; ‘daha kötü’ye hep açıktır bir yanımız. ‘Daha kötü bir ben’ hep vardır içimizde. Genellikle ona meylederiz – bahanelerimiz sonsuz.
İyiliğimizi Öteki’nin kötülüğüyle ölçeriz tam da bu yüzden…
Ve sonra aynada karşılaşırız Öteki’yle… Mr. Hyde’la…
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (12 Ocak 2015)