Söyleşi: Serkan Parlak
Dr. Mustafa Aykut’la geçtiğimiz günlerde Nemesis Kitap etiketiyle okurla buluşan son kitabı “2040’a Ne Kaldı? Bir Fütüristin Gözüyle ‘Gelecek’” hakkında konuştuk.
Mustafa Bey öncelikle fütürizm,fütürist ve uzgörü kavramlarının anlamlarıyla başlayalım isterseniz.
Fütürizm’i Türkçeye çevirirken en anlamlı sözcükler, sanıyorum Gelecek Bilim olur. Çünkü fütürizm interdisipliner çalışmalarla, seçenekli ve olumlu gelecek senaryolarını belirli ve yaygın bilimsel metodolojileri kullanarak oluşturur. O nedenledir ki; bugün yüzden fazla ülkede fütürist yetiştiren üniversiteler var. Bunların bir kısmı gelişmiş ülkelerde iken, gelişmekte olan ülkelerde de ilgi gördüğüne tanık oluyoruz. Fütüristler bilgilerini, deneyimlerini, eğitimlerini, katıldıkları projeleri kullanır, çevreden güçlü sinyalleri ve zayıf sinyalleri toplar, tümünden bir sentez yaparak 10, 20 hatta 50 yıl sonrasının iş ve sosyal yaşamını senaryolarla kurgularlar. Bunu yapmak için eğitim alınabilir ama yaşanmışlıklar da bize alaylı fütüristleri kazandırıyor. Fütüristler stratejistlerden yararlanır. Ancak, stratejik düşünce formatını daha öteye taşır. Belirli bir konuda, sınırlı bir zaman dilimi içerisinde kendilerini kısıtlamazlar. 360 derece gözlem, deneyim ve entellektüel birikimleriyle uzak gelecekte olacakların bir anlamda fotoğrafını çekerler. Buna uzgörü diyoruz. Uzgörü yapmak için yalnızca uzak bir tarihte olacakları ifade etmek yetmez. Uzmanların uzlaşarak senaryo oluşturması gerekir.
Bize başkanlığını yaptığınız Fütüristler Derneği’nin çalışmalarını anlatabilir misiniz?
Fütüristler Derneği’ni Alphan Manas 2005 yılında, o tarihte Türkiye’de kim vizyonerdir diye sorsanız, akla gelebilecek 10 ismi de yanına alarak kurdu. O günden bu yana yalnızca fütürizm farkındalığına ilişkin çalışmalar yapmakla yetinmedik. Artan bir ivme ile binlerce üniversite öğrencisine, kurum çalışanına fütütizm dersini Gelecek Bilgisi adıyla verdik. Şimdi bu dersi aynı adla ama daha farklı bir içerikle ortaokul ve lise öğrencilerine de veriyoruz. Onun dışında basın ve yayın kuruluşlarında katıldığımız programların, Future Shuffle, Future Talks, Future Dive, Q-Talk gibi üyelerimize açık ya da herkesin erişebileceği farklı etkinliklerimiz var. Buralarda izleyiciler ya da dinleyicilerden oluşan geniş kitleleri fütürist özellikleri olan tanınmış kişileri bir araya getiriyoruz. Ancak, başyapıt nedir derseniz; 1 Mart Gelecek Günleri derim. Her yıl 1 Mart’ta dünya ile birlikte tüm gün geleceği konuşuyor, konuşturuyor ve dinliyoruz. Şimdiye dek dünyanın sayılı pek çok fütüristini bu etkinliklerimizde ağırlama fırsatını bulduk. 1 Mart 2022’de onuncusunu kutlayacağız ve çıtayı daha da yukarıya çıkarmak için çalışmalara çoktan başladık.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan son kitabınızın adı olan “2040’a Ne Kaldı? Bir Fütüristin Gözüyle ‘Gelecek’”te 2040 tarihini odak noktası olarak almanızın nedenleri nedir?
Kitabı yazma fikrini olgunlaştırıp kalemi ele aldığımda, 2050 yılına dek olacakları tüm çıplaklığı ile sergilemeyi düşlüyordum. Yazım süreci pandemiye rastladı. Bir anda herşey hızlandı. Bizim önümüzdeki 30 yılda görürürüz dediğimiz şeyler, 20 yılda eksiksiz yaşantımıza girecek duruma geldiler. Hatta uzaktan çalışma, uzaktan eğitim önümüzdeki 10 yılda yavaş yavaş ve sindirerek olacakken, bin bir türlü uygulamasına bir yıl içerisinde maruz kaldık. Robotlar, yapay zeka, dronler, sürücüsüz araçlar, kuantum bilgisayarlar, hologramlar, humanoidler, androidler, nano teknoloji, kişiselleştirilmiş tıp, yeni nesil uydu haberleşme sistemleri, internete bağlanabilen her şey ve daha fazlası sanki üzerimize boca ediliyormuş gibi gündemimize giriverdi. Bu nedenle 2050 tarihini 10 yıl öne çektim. Öyle olunca da iki şeyin farkına vardım. Birincisi, önümüzdeki 18 yıl göz açıp kapayana kadar kısa bir süreydi. Yani zaman olarak pek bir şey kalmadı. İkincisi, canlı-cansız doğanın bize bahşettiklerini öylesine hoyratça kullanıyorduk ki; 2040’a geldiğimizde elimizde bugünkünden çok daha az sayıda göl, ırmak, orman, temiz hava, temiz su, verimli topraklar, hayvanlar ve böcekler kalacak.
Robotlar, yüksek hızlı trenler, drone otomobiller, sürücüsüz araçlar, kuantum bilgisayarlar… Tabi ki gen editörleri, yapay organ üreticileri, veri dedektifleri gibi yeni meslekler…2040’ta özellikle teknolojik gelişmelerin etkisiyle bu ve buna benzer ne gibi değişimler olabilir?
Değişimi tepeden tırnağa her alanda yaşayacağız. Bu hızda, böylesine büyük bir değişimi dünya var olduğundan bu yana hiç yaşamadık. Önümüzdeki 20 yıl içerisinde karşımıza çıkacak ve hızla uyum göstereceğimiz teknolojilerin etkisi geçtiğimiz son 300 yılda ortaya çıkan teknojilerin etkisinden daha fazla olacak. İnsan ömrü hızla ortalama 100 yıla ulaşacak. 200 yıldır kaskatı kurallarla korunan eğitim ve sağlık sistemi tarihe karışacak. İnsansız 7/24 üretim yapan fabrikalar göreceğiz. Yüz tanıma sistemleri aklımıza gelen her türlü kimlik, kredi kartı, ehliyet, pasaport gibi cüzdan şişirmekten başka bir işe yaramayan plastik kartları çöpe gönderecek. Kağıt ve bozuk paralar da olmayınca cüzdan taşımayacağız. Blokzincir, kamu kurumlarını sanal ortama taşıyacak. Noterler, tapu daireleri, nüfus memurlukları, bankalar ve benzeri kurumlar insan çalıştırmadan, gece-gündüz, üstelik sıfır hatayla işlerimizi halledebilecekler. Hatta istersek sanal avukat tutabileceğiz. İşimiz daha hızlı çözülsün diye sanal mahkemelere başvuracağız. Bürokrasinin saltanatı sona erecek. Daha adil, daha demokratik, daha paylaşımcı, daha nitelikli bir yaşam olacak.
Olumsuz da bakalım isterseniz. Eşitsizlikler, göç ve iklim krizi günümüzün ve geleceğin en temel sorunları. Kuraklık, seller, yangınlar ve deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak göçler daha ve tabi ki zengin fakir uçurumu daha da artacak. Bir fütürist olarak gelecekle ilgili olumsuzluklara nasıl bakıyorsunuz?
Kuşkusuz konforumuz çok artacak. Bu herşeyin güllük-gülistanlık olacağı anlamını taşımıyor. Bugün itibariyle sayıları 33 olan, nüfusu 10 milyonu aşmış şehir sayısı 20 yıl içerisinde 43’e kadar yükselecek. Kırsal kesimden şehirlere olan göçten daha fazlasını iklim değişiminden çok olumsuz etkilenen nispeten gelişmemiş ülkelerdeki insanlar gerçekleştirecek. Özellikle Kuzey Afrika ve Güney Asya’dan kuzeye doğru yani Avrupa ve Rusya’ya yüz milyonlarca insan göç etmek isteyecek. Kuraklık, gıda yetersizliği ve yaşam koşulları onları buna zorlayacak. Tarih derslerinde Orta Asya’dan göçen Türklerin kuzey-batıya benzeri hareketlerini hatırlayın. Diğer yandan teknolojinin sağladığı konfor bir yana, onu kullanan insanlara bir üstünlük de verecek. Örneğin silinemez ve çok büyük hacimli hafızaları olan insanlar göreceğiz. Crispr teknolojinden yararlanan ebeveynler çok zeki, çok güçlü, çok güzel bebeklere sahip olacaklar. Yani artırılmış insan türüyle karşılaşacağız. Yapay zeka işlerimizi kolaylaştıracak. Bu gelişmeler ve bir önceki sorunun yanıtında çizdiğim pembe tablo ne yazık ki, sınırlı sayıda insanın sahip olduğu bir kazanım olacak. Geride kalanları ne yapacağız? Onlara bu artırılmış insan türü evcil hayvanlarmış gibi mi davranacak? Hatta bir işe yaramadıkları için asalak gibi mi değerlendirecekler. Oturup, bunu düşünmenin ve zengin-yoksul eşitsizliğinin arttığı, işe yarayan-yaramayan yargısının pekiştiği dünyaya dur demenin zamanı geldi, geçiyor.
“2040’a Ne Kaldı?” kitabında geleceğe olumlu bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. Uzmanlaşıp uzlaşarak birlikte olumlu bir gelecek tasarlayabilmemiz nasıl mümkün olabilecek sizce?
Her şeyi bugün olduğu gibi, bizim için düşünenler vardır deyip kendi haline bırakırsak sonuç felaket olur. Buna inanmıyorum diyenler pandeminin önlenmesi için yapılanlara baksınlar. Sorun tek ve küresel olmasına karşın, ellerindeki gücün yarattığı akıl tutulmasıyla her ülkenin yöneticileri kendi çözüm yöntemlerini icat ettiler. Oysa, her ülkede ayrı bir bilim kurulu oluşturmak yerine küresel bir iradeyi ortaya çıkarabilselerdi, milyonlarca insan hâlâ hayatta olacaktı. Bu basiretsizlikten öte bir şey. O halde bilim adamları, STK’lar, düşünce kuruluşları, kanaat önderleri artık silkelenmeli ve doğru olanı daha gür sesle dile getirmeliler. Çünkü felaketler bitmeyeceğine göre, bu işe yaramaz çözüm uygulamaları terk edilmeli. Söz konusu yalnızca pandemi değil elbette. Olumlu bir gelecek için değişim şart ve her konuda güçlü küresel talebin olması gerekiyor.
Son dönemde sizinki de tabi ki, gelecek kavramıyla ilgili çok sayıda hem kurmaca hem de kurmaca dışı kitabın yayımlandığını görüyorum, sizce bunun nedenleri ne olabilir?
Bu sorunun yanıtı çok kolay. Sözünü ettiğiniz son dönemde en çok kullanılan sözcüklerin başında ‘gelecek’ geliyor. Çünkü büyük bir belirsizlik içerisinde yaşıyoruz. Hemen her birey geleceğini merak ediyor. Hayallerini gerçekleştirememe kaygısı taşıyor. Sonuçta, başkalarının gelecek hakkında söylediklerine önem veriyor. Anlamaya çalışıyor. Daha doğrusu umutlanmak, rahatlamak ve huzurlu olmak istiyor. Böyle bir talep varsa, arzın olması, eski bir deyimle eşyanın tabiatına uygun.
edebiyathaber.net (26 Ekim 2021)