Güzide Sabri’nin 1926 yılında ilk baskısı yapılan Yabangülü kitabı, yazarın “Aşk romanlarıyla tanınır” şeklinde anılmasının hakkını veriyor. İki aşığın ruh hallerini abartıya kaçmadan, tekrara düşmeden, en önemlisi de dönemin Türkçe’si ile gayet akıcı anlatması, Yabangülü’nü aşk dramının içinde boğulmaktan kurtarıyor.
Yabangülü, Güzide Sabri’nin ilk baskısı 1926’da yapılmış dördüncü kitabı. Ermenice’ye de çevrilmiş. Yabangülü’nde, Güzide Sabri’nin tüm eserlerinde rastladığımız zenginlik-fakirlik, toplumsal statü, ‘davul bile dengi dengine’ durumu ve elbette aşk titizlikle ele alınıyor.
Romana ismini veren ‘Yabangülü’, kitaptaki ana karakter Leyla’nın geçmişinden, nihayetinde geldiği noktada ‘filizlenmesi’ne atfen sevdiceğinin annesi Sürreya Hanım’ın kendisi için yaptığı bir benzetme. Doğru-yanlış ikilemini karıştırmadan bakacak olursak; Süreyya Hanım haklı. Zira Bursa’nın bir köyünde toprak damlı bir kulübede dünyaya gelen Leyla’nın annesi doğum sırasında hayatını kaybeder. Zaten baştan aşağı fukaralık içinde yüzen babası Ahmet Çavuş, bu kayıpla nasıl baş edeceğini bilemediği için Leyla’yı, harap olmasın diye Nefise Nine isimli bir kadına verir. Karşılığında da dağlardan topladığı odunlardan kazandığı mecidiyeleri Nefise Nine’nin eline sayar. Günler geçip Leyla büyürken, yine dağa oduna giden Ahmet Çavuş’tan üst üste birkaç gün haber gelmez. Bu bekleyişin sonunda Ahmet Çavuş’un cansız bedeni bir dere kenarındaki kütüğe takılmış halde bulunur. Leyla artık hem öksüz hem yetimdir. Pek tabii bu durumda Leyla, Nefise Nine için bir ‘angarya’ haline gelmiştir. Nefise Nine’nin ona davranışı (kitaptan): “Analık şefkatinden mahrum olan bu kadın, iki yaşındaki çocuğun bütün ruhi ihtiyaçlarıyla dilendiği tatlı bakışı esirgeyerek ve önüne çamur gibi bir parça ekmeği atarak bir tarafa çekilirdi” şeklindedir. Leyla için yine ‘gurbet kucaklar’ın yolu görünmüştür. Nefise Nine onu vilayetin en ‘büyüklerinden’ biri olan Rahmi Bey’in konağına verir. Rahmi Bey, çok sevdiği karısının ölümüyle hayata küsmüşken Leyla’nın eve gelmesi onun için bir yaşam ışığı olur ve hep beraber Beyrut’a giderler.
Leyla hem güzelliği hem zekası hem de Rahmi Bey’in onun eğitimi için kentin en iyi hocalarını görevlendirmesiyle günden güne herkesin kıskandığı genç bir kız haline gelir. Burada bir parantez açalım: Necla romanında da rastladığımız gibi Yabangülü’nde de bir sürgün ve özel hocalara değinildiğini görüyoruz. Güzide Sabri’nin babasının da Abdülhamit tarafından Sivas’a sürüldüğü ve hocası Tahir Efendi’nin rahle-i tedrisiniden geçtiğini düşünürsek; kendi yaşamından kesitleri eserlerine aktardığını söyleyebiliriz. Devam edelim: Konak ahalisi, Rahmi Bey’de bir hareketlenme gözlemeye başlar. Rahmi Bey evlenmeye karar vermiştir. Hafif bir şaşkınlıkla beraber durum mecburen kabullenir. ‘Gelin’in konağa geldiği gün Leyla için Rahmi Bey’in yanındaki ilk yıkım gerçekleşir: Leyla evlatlık olduğunu öğrenir! Derdini “Nine” dediği, konağın kumandanı Mahinur Kalfa’ya açar. Kitabın gidişatından beklediğimizin aksine Leyla, Mahinur Kalfa’ya evlatlık olduğunu kabulleneceğini ve kendisine kol kanat gerdiği için Rahmi Bey’e (kitaptan), “Şimdiye kadar gösterdiği şefkat, muhabbet, yaptığı fedakarlık için kendisine olan şiddetli muhabbetime bir de şükran hissi ilave edeceğini” söyler. Ancak yine de Mahinur Kalfa’dan geçmişiyle ilgili gerçeği öğrendiğinde baygınlık geçirir.
Günler bu minvalde geçerken konakta iplerin sahibi de yavaştan değişmeye başlar. Artık cicianne Pakize Hanım’ın söze geçmektedir ve Leyla’yı da hayli kıskanır. Rahmi Bey ise Leyla’yı, “Leyla kızım, bu hırçın kadının hareketlerini hatırım için hoş gör. Bir gün bunların hepsinden vazgeçecek, sabret, kusuruna bakma…” diyerek telkin eder.
Bir gün Rahmi Bey’in yeğeni Feridun’dan gelen mektup bundan sonraki sürecin işaret fişeğidir. Abdülhamit’in izni olmadan İstanbul’a gidemeyen devlet adamlarındandır ve bu yasak kalkmıştır. Rahmi Bey ve ailesi padişah emriyle İstanbul’a giderler. İstanbul’da geçici olarak Rahmi Bey’in merhum kardeşinin konağına yerleşirler. Bu konakta Rahmi Bey’in yeğeni Feridun ve annesi Sürreya Hanım’dan başka kimse yoktur. Süreyya Hanım da Rahmi Bey gibi tüm servetini biricik oğlu Feridun’un temiz, ahlaklı, terbiyeli biri olması için harcamıştır. Bunun sonucu da Feridun’da vücuda gelmiştir. Arkadaşları gibi hoppa biri değildir Feridun. Aşkı kutsar, geçici heveslerden nefret eder. Ancak içinde Leyla’ya karşı kıpırdanan hislerden de uzak duramaz. Leyla da zaman içinde Feridun’a ısınır ve aralarında kaçınılmaz aşk başlar. Artık ikisi de birbirini düşünmeden bir saniye geçirememektedir. Ayrıca ikisinin de evlilik yaşları gelmiştir. Fakat suyun yolu farklı akmaktadır. Zira Pakize Hanım Leyla’yı kendi züppe kardeşi Cemal’le, Süreyya Hanım da Feridun’u asil bir kızla evlendirmeyi düşünmektedir. Süreyya Hanım, Feridun’un Leyla’ya olan hislerini öğrendikten sonra bir oyun oynayarak Leyla’yla konuşup onun kendileri ile ‘boy ölçüşemeyeğini’ söyler. Leyla durumu kabullenir. Kederinden, kendisinde zaten gönlü olan bir kolu, bir bacağı sakat komşuları ile evlenir. Feridun ise bu süreçte hayattan koparak kendini ‘safahat’ alemine verir. Kader (yazar) onları tekrar bir araya getirecek midir?
Yabangülü’nde Güzide Sabri, Necla’da olduğu gibi yaşadığı döneme çok fazla değinmiyor. Bu yüzden kitabı gerçek bir aşk romanı olarak nitelendirmek mümkün. Özellikle Leyla’nın evlenmesinin ardından Feridun’un içine düştüğü hali de tekrara düşmeden yalın bir biçimde anlatması da okuru karakterin iç dünyasına sokmayı başarıyor. Bunlara ek olarak Sabri’nin dönemin Türkçesini gayet akıcı kullanması da Yabangülü’nü sıkılmadan okunacak bir kitap haline getiriyor.
edebiyathaber.net (18 Ekim 2021)