Bazı kitaplar okuru başka bir evrene taşır; günlük yaşamla aranızdaki bağ ilk sayfa ile kopar, hiçbir yere tutunmadan sözcüklerle sarılmış bir atmosferde asılı kalırsınız, sözcüklerle sürüklenirsiniz. Doyumsuzdur.
Zaten adı ile çekmiştir o evren sizi: Yere Düşen Dualar… Edebiyat dünyasına öyküleri ile giren Sema Kaygusuz’un 2006 yılında yayımlanan ilk romanı. O kadar çok katman, o kadar çok hikâye, o kadar çok duygu, iniş çıkış, savruluş, duruş var ki roman da, yazar sanki kimi yerde coşkun kimi yerde kıpırtısız akan bir ırmağın sularına bırakmış kendini, okurlarını da peşine takmış, varacağı okyanusa doğru gidiyor. Yazarla ve kahramanları ile bazen bir çağlayandan düşüyoruz, bazen bir birikintinin içinde, öylece, bir sonraki savruluşun coşkusu ve tedirginliği içimizde, bekliyoruz.
Kitap birbirinden bağımsız gibi duran iki bölümden oluşuyor: Üzüm ve Altın. Üzüm, her biri ayrı bir hikâye olabilecek 19 alt bölüme ayrılmış, her bölüm isimlendirilmiş. Altın da aynı şekilde bağımsız hikayeler de olabilecek 19 bölüm, ama bu bölümde isimlendirme yok, her bölüm numaralandırılmış. İki bölümde iki ayrı hayat anlatılıyor gibi: Üzüm’de Leylan’ın, Altın’da Yâşur’un hayatı. Ama okudukça fark ediyoruz; birinci bölümün karakterleri kendi hikayelerinden çıkmış ikinci bölümün hikayelerinin kahramanlarına dönüşüvermişler. Ve aslında; ikinci bölümün hikayeleri de ilk bölümün hikayelerinin bir masala, bir destana, bir şiire dönüşmüş halleri. İki farklı coğrafyada, farklı farklı insanların farklı farklı hikayelerini okuyoruz. Aslında aynı acılardan, hayal kırıklıklarından, aynı yaralardan geçmiş insanlar, hikayeler, coğrafyalar. Okuru içine alan tüm romanlar gibi; hayatlar hayatlarımıza, kahramanlar bize benziyor, bir aynanın içine düşmüşüz de hikayeler arasında kendimizle karşılaşmanın şaşkınlığı içinde dolaşıyoruz.
Üzüm’de, daha gerçekçi, daha günlük hayata yakın hikayeler var. Altın’a geçtiğinizde bir anda her şey değişiyor; yazar Şehrazat’a dönüşüyor, okur binbir gece masallarında oradan oraya savrulmaya başlıyor, hikâye hikaye içinde.
Hayat yaşayarak mı okuyarak mı öğrenilir sorusuna, okuyarak diyebilirsiniz Yere Düşen Dualar’ı okuduktan sonra. Yaşam gözlerinizin önünden akıp geçerken anlamlandıramazsınız ya, tam da bir şeyleri anladığınızı sandığınızda geçip gider ya o her neyse! Yere Düşen Dualar’ın hikayeleri, hayatın içinden nelerin akıp geçtiğini, ne anlama geldiğini anlatıyor işte. Her kahraman, her hikâye yaşamın başka bir sayfasını öğretiyor, öğretmekle kalmıyor, kahramanlarla birlikte yaşamaya çağırıyor, bizzat deneyimleyesiniz diye.
Romanda hikayelerin hangi coğrafyada geçtiği belirtilmiyor, ilk bölümün Bozcada’da geçtiğini düşünebiliriz üzüm hasadından, şarap yapımına ve adaya dair tasvirlerden, ada yaşantısından. İlk bölümde üzüm hasadı ve şarap ile ilgili tasvirler, okuru sarhoş edebilecek kadar güçlü anlatılıyor. Şarap yapım sürecinde, sürece dahil olan tutku, aşk, nefret, özlem gibi duyguların şarabın tadına yansımasını kendi damağımızda hissettiriyor Sema Kaygusuz.
Leylan, bir türlü ölemeyen alkolik babası ile yaşamaktadır. Annesi ve kardeşi o daha çocukken terk etmiştir adayı. Leylan babasına şefkat duyarken şefkati, nefret ederken nefreti yaşatır bize. Leylan’la birlikte Latife Keşal’in fallarını dinlemek için sabırsızlanır, yine onunla birlikte öfkeleniriz kendini haber veren geleceğe. Onunla birlikte özleriz annemizi. Yazıyı ve yazılı hiçbir şeyi sevmemiş Leylan, adanın kimsenin uğramadığı kasvetli kütüphanesinde çalışır. Hayatını oluşturan tüm çelişkiler gibi. Hayatlarımızı var eden tüm çelişkiler gibi. Buna rağmen adada kumsallarda, otel odalarında, kafelerde unutulan kitaplardan bir Lodos Kitaplığı oluşturur o minik kütüphanede. Buna rağmen okuduğu tek tük kitapla tüm benliğini buluşturabilir. Edebiyat bedeninin dışında değil de Leylan’ın damarlarında akar, beyin hücrelerinin arasında dolaşır. Şu cümleleri kuracak kadar edebiyatla bütünleşmiştir hayatı:
“O halde yazıyım ben. Edebiyatın yarattığı hezeyanın ta kendisiyim. Annesinin gövdesinden zamansız dışlanmış, kendiliğinden uzayan bir cümleyim. Kendi girdabında yutulmamak için koşut çizgilerle ilerleyen sözdizimlerinde, yeniden ve yeniden ve yeniden anlatılıyorum. İmgem kendini döllüyor. Titriyorum.”
Roman Leylan’ın ve Yâşur’un yalnızlığı ile ilmek ilmek dokunmuştur sanki. Öyle bir yalnızlık ki, ikisinin de bir ömür peşinde koştukları şefkati her sözcükte yüreğimize iğneler batarak duyumsarız. Hani bir imkan olsa da sayfalardan onların kalbine dokunabilmeyi isteriz.
“Kim olmak, başkalarının gereksinimlerine göre biçimlenen bir rol kapmaktı hayattan.”
Yere Düşen Dualar, canlı cansız her şeye eşit mesafede yaklaşan, “Her nesnenin özünde insan var” diyerek, taşa, denize, üzüme, ağaçlara, tüm hayvanlara eşit kıymet veren bir roman. Bu yüzden, “öteki”nin sesi olmayı hedeflemiş bir roman. Denizin, taşın, ağacın, üzümün, atların, köpeklerin de sesini duyuyoruz roman boyunca, insan kadar onların acısına, kederine, hüznüne de ortak oluyoruz. Onlara dair hiçbir şey, insana dair olandan farklı değil çünkü. Yere Düşen Dualar, en çok da bu yönü ile özel bir roman olmayı hak ediyor.
Sema Kaygusuz 2009 yılında bir soruya şöyle yanıt vermiş:
“Açıkça söylüyorum: Ben bir okur için değil, okura yazıyorum. O bağlantı zaman içinde kurulacaktır. Zaman uzun ve derinlikli bir şey, şimdiden onu değerlendiremeyiz. İyimserler cehenneminde yaşayan biri olarak hiç özgüveni yitirmeden, kendi okuruma, bağlı olduğum sülaleye, içinde bulunduğum kabileye yazmaya devam ediyorum.”*
Sema Kaygusuz’un cümleleri ile karşılaşan her okurun, o an itibari ile bu kabilenin üyesi olacağını düşünüyorum. Bana öyle oldu.
Yere Düşen Dualar, okuru yarattığı evrene davet ederken sesleniyor. Hayat bir döngüdür; ne yaşanırsa yaşansın, gece olur, ertesi gün yeniden güneş doğar, mevsimler birbirini izler. Acılar ve ölümler, tarihin zalim sayfalarında tekrar tekrar yok olup unutulmaya yüz tutarken, yaşamın gülümseyen yüzünün kıymeti anlaşılsın diye, başka hayatların eşsiz sanılan sayfalarında yeniden ve yeniden ortaya çıkarlar.
Dualar yere düşer, hayat hep devam eder, hep devam eder, hep devam eder…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (2 Mayıs 2017)