I
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi.”
Mahir Ünsal Eriş’in geçtiğimiz günlerde yayımlanan romanı Dünya Bu Kadar, yukarıdaki iki cümleyle açılıyor. Romanın çerçevesini oluşturan olay da bu zaten: Güneş’in gelmemesi.
Güneş’in birlikte kahvaltı yapacağı arkadaşları, Turgut, Selim, Duygu ve Beyza haber vermeden kahvaltıya gelmeyen Güneş’i beklerler gün boyunca. Önce yaşadığı gönül kırıklığına sonra Güneş’in sarsaklığına, serseriliğine verirler gelmemesini. Romanın devamında da bir türlü haber alamadıkları Güneş için endişelenmeye başlarlar fakat endişeleri fazla uzamadan neler olup bittiğini öğrenirler.
Yukarıdaki kısa özet, romanın yalnızca genel çerçevesi. Dünya Bu Kadar’da Mahir Ünsal Eriş, 195 sayfalık bir kitapta yapılamaz diye düşünülecek bir şeyi başarıyor asıl olarak.
II
Mahir Ünsal Eriş’in adını ilk olarak çevirileriyle duymuştuk, ardından, 2012 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde” yayımlandı, 2013 yılında ise, ikinci Öykü kitabı “Olduğu Kadar Güzeldik” yayımlandı ve bu kitap 60. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı.
Eriş, bu iki öykü kitabıyla ve Afili Filintalar’da yazdığı yazılarıyla belirli bir okur kitlesini kendisine bağlamayı başardı.
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ve Olduğu Kadar Güzeldik, birbirlerini tamamlayan ve benzer temalar etrafında gezinen öykülerin yer aldığı iki kitap.
Kitaplarda mekân olarak, Güney Marmara, Kuzey Ege ve Ankara yer alıyor. Kitaplarda, öyküleri anlatılan kahramanların çoğunluğu ilk gençlik dönemlerini yaşıyorlar. Eriş, bu iki kitabıyla, anlatmaya en iyi bildiği yerden başlıyor.
Bu sonuca, Mahir Ünsal Eriş’le Milliyet Kitap dergisinin Nisan 2015 tarihli sayısında Özge Kara’nın yaptığı röportajdan yola çıkarak ulaşıyorum. Eriş, söz konusu röportajda şöyle demiş:
“29 yaşında geçirdiğiniz bir nörolojik rahatsızlık sebebiyle lise ve üniversite yıllarınızı hatırlamadığınızı söylemişsiniz bir röportajınızda. Bu durumun yazılarınıza nasıl bir etkisi oldu?
“Lise değil de, üniversite yıllarımı pek ayrıntılı hatırlayamıyorum. Başkalarının anlattıklarından kendime bir mazi kurdum demek uygun olabilir. Yazılarıma etkisi oldu mu? Olmuştur sanırım, çocukluğuma, üniversiteye kadarki hayatıma dair çok acayip ayrıntılar hatırlamama sebep belki de budur.”
III
Mahir Ünsal Eriş, en iyi bildiği yerden anlatmaya başladığı hikâyelerine ilk romanında çıtayı epeyce
yükselterek devam etmiş. Yukarıda, Eriş’in bu ilk romanında zor bir işi başardığına değinmiştim.
Dünya Bu Kadar’ın genel çerçevesini Güneş’in arkadaşlarıyla buluşmaya gelmediği gün oluştursa da kitap daha ilk paragraf bitmeden bambaşka bir noktaya savruluyor. Eriş, açılışı Güneş’in ailesini anlatarak yapıyor, sayfalar ilerledikçe de bir karakterden diğerine atlayarak kırktan fazla kişinin hayatlarının bir bölümünü ya da tamamını okuma şansı buluyoruz.
Mahir Ünsal Eriş, bizi, yarattığı karakterlerin peşine takarak hemen hemen Türkiye’nin tüm şehirlerini dolaştırıyor. Bu şehirlerdeki yaşamlar aracılığıyla Türkiye’nin son kırk-elli yılına ve bugününe de tanıklık edebiliyoruz. Bu dönemlerdeki siyasi ve sosyal değişimlere roman kahramanlarının gözünden tanık olabiliyoruz.
Bu noktada romanın, “kısa Türkiye tarihi” konulu bir kitap olmadığını vurgulamakta yarar var. Ülkemizin geçmişine yapılan yolculuk, yaratılan karakterlerin peşine takılmamızla birlikte ortaya çıkan doğal bir sonuç.
Kitaptaki birçok karakterin yolları bir şekilde birbirleriyle kesişiyor. Eriş, bu kesişmeleri de son derece başarılı bir şekilde birbirlerine bağlayabilmiş. Eğer bu bağlantılar tam oturtulmamış olsaydı Dünya Bu Kadar iyi niyetli bir girişimden öteye gidemeyebilirdi.
Kitaptaki karakterleri birbirlerine bağlayan unsurların içinde en belirgin olanı ve en sık tekrarlananı 1999 yılında yaşanan Gölcük depremi. Mahir Ünsal Eriş Milliyet Kitap’taki söyleşisinde bu tercihini de şu sözlerle açıklamış:
“Aslında Büyük Gölcük Depremi’ni bir arka plan değil de hikâyenin önemli öğelerinden biri sayıyorum. Hem romanın gidişatındaki hem de romandaki birçok karakterin hayatına olan etkisiyle bu büyük deprem de romanın karakterlerinden biri sayılabilir belki. Çok büyük bir acıydı. Her an yeniden, belki de daha beterini yaşayacağımız bir acı. Hiçbir tedbir, hiçbir ders alma yok. toplanma alanları bile ranta peşkeş çekilmiş; rezidans, alışveriş merkezi olmuş. Ben bu türden büyük olaylara ‘anlatılmasa olmaz’ gözüyle bakarım genelde.”
Dünya Bu Kadar üç bölümden oluşuyor. Kitabın ilk iki bölümünde öyküleri anlatılan kırktan fazla karakterin yaşamlarını takip ediyoruz. Ben, bu noktada bir yandan Güneş’in yaşadıklarını diğer yandan da tüm bu insanların öykülerinin nereye bağlanacağını merak etmiştim. Doğrusu, tüm bu kalabalık anlatının son bölümde derli toplu bir şekilde bir yerlere bağlanacağına pek de ihtimal vermemiştim ama Eriş, beni bu noktada da yanılttı ve romanın üçüncü bölümünde, son 66 sayfada, kitabın başında açtığı parantezi büyük bir başarıyla kapattı.
IV
Dünya Bu Kadar’ı okuyup biçim ve içerik olarak bu kitapla benzer yapıda eserler arayanlara ise Ayfer Tunç’un 2009’da yayımlanan “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi” isimli romanını ve Richard Linklater’ın 1991 tarihli “Slacker” isimli filmini salık verebilirim.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (30 Nisan 2015)