Dün bu sayfada yer alan yazımda bir araştırmadan ve sonuçlarından söz etmiştim. Bunun sonucunda da çocukları olabildiğince fazla sayıda kitapla buluşturalım demiştim. Bugün kaldığımız yerden devam edelim. Kitaplarımız Tudem Yayınları’ndan. İlk kitabımız “Lanetli Zindan”.
Hayaletlere inanır mısınız? İnanmasanız da hayalet hikâyesi dinlediğinizde korkar mısınız? Yanıtlarınız “evet” ise ve korkularınızın üzerine giderek heyecan arıyorsanız bu kitabı kesinlikle okuyun.
Joseph Delaney’in “Lanetli Zindan”ı Tudem Yayınları tarafından yayımlandı.
Billy sonunda bir iş sahibi olmuştu. Fakat bu yeni işinde başına neler gelebileceğini bilmiyordu. Koyu renkli, rutubetli taşlardan inşa edilen, kuleleri, mazgalları ve kötü kokan bir hendeğin dibinde kaleden kaçmaya çalışanların iskeletlerinin gizli olduğunu duymuştu. Gece vardiyasında çalışmak istemese de emir emirdi. Peki, emri veren kimdi? Billy buna inanmak istemedi ama emri veren Netty’nin hayaletiydi. Kalenin acımasızlığıyla ün yapmış çalışanlarından Adam Colne bile ondan korkardı. Küçük Billy ne yapsın!
Bundan sonrası müthiş bir serüven. Korku dolu anlar yaşamamak elde değil. Fakat bütün bu korkuya rağmen devam etmek isteyeceksiniz.
“Burası Cadı Kuyusu’nun girişi, bu kapının ardında en korkunç kâbusunla yüzleşiyorsun. Sakın içeri girme!”
Korku dolu anlar, soluksuz bir serüven “Lanetli Zindan”da sizi bekliyor.
“Gözünün önünde böyle şeyler olurken kim başını çevirip gider ki?” diye soruyordu Emel Altay bir yazısının girişinde. Buz Bebekler’i okurken anımsadım yeniden.
Çocuk yuvaları gerçeğine dikkat çekiyor Miyase Sertbarut bu kitabında. Hani hemen her gün önünden geçtiğimiz, içeride ne yaşandığını belki de hiç düşünmediğimiz fakat haber bültenlerine konu olduğunda vah tüh diyerek diz dövdüğümüz, yaşananlardan haberdar olduğumuzda gözlerimizi yaşartan çocuk yuvaları. Sahipsiz çocuklar…
“Bir gün herkesin adı kısalabilir; bazen aşktan, bazen utançtan. E.Ç. gibi, C.K. gibi… Harfleri eksilterek bir utancı azaltabilir miyiz? Belki de çoğalması gerekir; konuşulması, yazılması gerekir. Başka ne işe yarar ki harfler acıları ve utancı azaltmıyorsa? Günlüğüne LÜLÜFER adını veren Ece, yetiştirme yurdunda büyümüş bir çocuk, on üç yaşında. Kendini ve diğer tek başına bırakılmış çocukları anlatıyor. Görmezden gelinenleri, yurt duvarının ardında kalanları, suç duvarına tırmananları anlatıyor.”
Üçüncü sayfalarda okuduğumuzda gündemde tutulduğu kadar ilgi gösterdiğimiz çocukları kitapta okumak çok daha sarsıcı. Nefes alamadım, göğsümün üzerinde bir ağırlık hissettim zaman zaman. Sanki biri akciğerlerimin üzerinde oturuyor gibiydi hissettiklerim.
Onlar, yurt odalarında ısınmaya çalışan toz bebekler, buz bebekler. Okurken sarsılacaksınız, elleriniz titreyecek, boğazınız düğümlenecek, bacaklarınız çözülecek.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (11 Kasım 2014)