Savaşı kaybet, yeter ki insanlığını kaybetme
www.cnn.com bu hafta, insanoğlunun en karanlık dönemlerinden biri kabul edilebilecek II. Dünya Savaşı’nda bile, insanlığın ölmediğini kanıtlayan olaylar yaşandığını gösteren bir habere yer verdi. A Higher Call adlı kitaptan yola çıkılarak oluşturulan haber, düşman saflardan iki savaş pilotunun kaderlerinin kesiştiği günü ve 50 yıl sonra gerçekleşen karşılaşmasını anlatıyordu.
Birazdan okuyacaklarınız o kadar akıl almaz şeyler ki ister istemez size biraz “abartılı” gelebilir. Ama söz konusu kitabı okuyup aynı ihtimali göz önünde bulunduran CNN ekibinin kendi araştırmasını yaptığını unutmayın. Yani şimdilik, yazanların gerçek olmadığını veya abartıldığını gösteren bir bilgi yok.
Yıllardan 1943. Noel’in 5 gün öncesi. Amerikan savaş uçağı pilotuyla Alman savaş uçağının pilotu göz göze geliyorlar. Alman pilot, Amerikalının hayatını bağışlıyor ve gitmesine izin veriyor. Aşağıda okuyacaklarınız, savaşı doğru şekilde kazanmanın, ne pahasına olursa olsun kazanmaktan daha önemli olduğuna karar veren bir Alman pilotun, Franz Stigler’in hikâyesi.
“Pilot kokpitten dışarı baktığında donup kaldı. Gözlerini kırpıştırıp yeniden baktı, hayal gördüğünü umuyordu. Ama yardımcı pilot da gözlerini aynı korkutucu manzaraya dikmişti. Yardımcı pilot, ‘Kabuslarımız gerçek oldu,’ dedi. ‘İşimiz bitti,’ diye karşılık verdi pilot.
İki adam, uçağın kuyruk tarafındaki gri renkli Alman Messerschmitt savaş uçağına bakıyordu. Hasarlı Amerikan B-17’sinin kurtulma şansı yoktu. Amerikalı pilot Charles Brown, Batı Virginia’lı 21 yaşında bir gençti. Uçağı isabet almış, ekibi yaralanmıştı. Kuyruk tarafındaki nişancı şehit olmuş, kanı taramalı tüfeği kızıla boyamıştı.
Derken Brown ve yardımcı pilot ‘Pinky’ lakaplı Spencer Luke’u şaşırtan bir olay yaşandı: Alman pilot, onlara ateş etmedi. Bunun yerine Brown’a bakıp başını salladı. Sonra gerçekleşenler, II. Dünya Savaşı’nda yaşanmış gerçek bir mertlik örneği.”
Adam Makos ve Larry Alexander’ın kaleme aldıkları A Higher Call adlı kitap, Charles Brown’ın yıllar süren araştırmaların ardından, o gün hayatını bağışlayan pilotu buluşunu anlatıyor. (Bu haber ABD’de “drone” denilen pilotsuz uçaklarla ilgili tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Makinelerin vicdanı yoktur.) Alman pilotun yaptığına “onur kuralı” deniyor. Vikinglerde, Samuraylarda, Romalılarda ve Kızılderililerde de benzer örnekleri var. Bir savaşçının savaşacak durumda olmayan rakibine saldırmamasını öngören kural, yenilen taraf kadar galip olanı da koruyor aslında. Onun bir canavara dönüşmesini engelleyerek insanlığını korumasını sağlıyor.
CNN, savaştan dönen askerlerin ruhsal dengelerinin bozulmasında onur kuralının önemini yitirmesinin önemli rol oynadığı sonucuna ulaşmış. The Code of the Warrior (Savaşçı Kuralı) kitabının yazarı Shannon E. French, “Askerler savaş sırasında onursuz bir eyleme alet edildiklerine inanırlarsa, post-travmatik stres kaçınılmaz,” diyor.
Ama bu, ayrı bir tartışmanın konusu. Ben, kitabın ve makalemin konusu olan Alman pilota dönmek istiyorum. Stigler sıradan bir savaş pilotu değil: Kendisi “ace” denilen pilotlardan ve bir uçak daha düşürürse Almanya’nın en önemli madalyalarından Kraliyet Haçı’nı kazanacak. Üstelik II. Dünya Savaşı Almanya’sında, koşullar ne olursa olsun, düşmanın gitmesine izin vermek vatana ihanet sayıldığından, biri onu ihbar ederse kurşuna dizilme riski de var. Yine de tam ateş edecekken Amerikan uçağının savaşacak durumda olmadığını görüp tereddüt ediyor. Düşman bile olsalar aciz durumdaki insanları öldürmenin şerefsizlik, daha da önemlisi cinayet olacağına karar veriyor. Kendi uçağını B-17’ye siper edip yerdeki uçaksavarların Amerikan uçağını vurmasını engelliyor ve Alman hava sahasından çıkana dek onlara eşlik ediyor. Kuzey denizine ulaştıklarında son bir asker selamı çakıp Almanya’ya geri dönüyor. “Artık kaderiniz Tanrı’nın ellerinde.”
Aynı kod, yaygın olarak doktorlar için de geçerli. Hipokrat yemini eden doktorlar düşman askerini de tedavi ediyor, yeri geldiğinde düşman doktorlarıyla birlikte çalışıyorlar. Pressfield gibi araştırmacılar, askerlerin kendilerini (düşman bile olsa) diğer askerlere, anavatanlarındaki sivil vatandaşlardan daha yakın hissettiklerini iddia ediyorlar.
Brown o gün sağ salim İngiltere’deki üsse ulaşıyor. İki pilotun birbirini bulmasını sağlayansa teknoloji. Brown arşivleri araştırsa da yıllarca bir bilgiye ulaşamıyor. Sonunda, 90’larda Eski Luftwaffe pilotlarının gazetesine olayı anlatan bir mektup yolluyor. Yanıt 18 Ocak 1990’da geliyor Brown’a: “O B-17’nin başına ne geldiğini, üsse ulaşıp ulaşamadığını hep merak etmiştim”.
İki eski pilot, yıllar sonra birbirini buluyor ve Brown, hayatını bağışlayan adamı görür görmez tanıyor. “Gerçekten sensin!”
Yukarıda yazanlar inanın ki kısacık bir özet. Biri kitabı çevirip yayımlayacak olursa, insanın kalbine işleyen akıl almaz bir hikâye okuyacağınıza emin olabilirsiniz. Bombardımanlarda ölen çocukların bile “Savaşta kazalar olur” diye geçiştirilebildiği günümüzde, bedel insanlığını kaybetmekse, savaşı kazanmanın bir anlamı olmayacağını hatırlamak adına…
Zeynep Heyzen Ateş – edebiyathaber.net (18 Mart 2013)