Hemingway’in Madrid’i
Madrid, şehri 9 kere ziyaret eden Hemingway’in 1923’teki ilk gelişinden bu yana çok değişmiş olsa da İspanyol boğa güreşi geleneğini anlattığı Death in The Afternoon (Öğleden Sonra Ölüm – boğa güreşleri öğleden sonra, akşama doğru yapılır) veya Güneş de Doğar gibi eserlerine ilham kaynağı olan mekânların bir kısmı hâlâ yerli yerinde. Madrid’i, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’un yazarının ayak izlerini takip ederek deneyimlemek isterseniz işte birkaç öneri:
Kaldığı yerler
Hemingway, hayatının farklı dönemlerinde pek çok kez Madrid’de yaşadığı için, kaldığı yerler arasında ucuzundan pahalısına herkesin zevkine ve bütçesine uygun alternatifler bulunuyor. Bu mekânların bazıları hâlâ otel olarak kullanılıyor, buna karşın AVM’ye (şaşırdınız mı?) dönüşenler veya dairelere bölünüp satılanlar da var. Pension Aguilar’daki (Carrera de San Jerónimo, 32) 7 numaralı odası şimdilik yerli yerinde. Artık “Hostal Aguilar”. Hemingway 1923’ten 26’ya kadar burada kalmış. Yaşı ilerlediğinde gecelerini geçirmeyi seçtiği Hotel Gran Via da yerli yerinde. Ne yazık ki Hotel Florida’nın yerinde artık El Corte Ingles adlı AVM var.
Yazarın eserlerindeki mekânların ve sahnelerin peşinden gidersek seçeneklerimiz biraz daha artıyor. Güneş de Doğar’da Jake ve Brett’in barından ve barmeninden bahsettikleri “Hotel Palace” (Plaza de las Cortes, 7) veya iç savaşın en önemli oteli diyebileceğimiz, Çanlar Kimin İçin Çalıyor’da da bolca bahsi geçen Alfonso XI sokağı 3 numaradaki eski “Gaylord” oteli Hemingway okuyan herkesin gitmeden bildiği yerler.
Yediği içtiği mekânlar
Madrid’de Hemingway efsanesi devam ediyor. Hemingway içen bir adam, haliyle yaşı tutan -1920/50’lerden beri var olan- pek çok bar Hemingway’in uğradığı iddiasında. (Yeni barlar “Hemingway burada içerdi” reklamından o kadar sıkılmış ki biri kapısına “Hemingway burada hiç içmedi” yazmış.) Çoğunun adını anmayacağım çünkü bu restoranların ve barların çoğu işe yaramaz yerler. Zamanla el değiştirmişler ve adları dışında geçmişteki halleriyle bir benzerlikleri yok. Ama hâlâ uğranmayı hak eden, aynı ailede kalmış ve turistik olmayan bir iki mekândan bahsetmek isterim.
Restaurente Botín (Cuchilleros, 17), dünyanın en eski restoranı olarak Guiness rekorlar kitabına da geçmiş bir restoran. En meşhur yemeği Cochinillo (“koçiniyo” diye okunur, domuzcuk) 25 euro ama paellaları (“paeya” diye okunur, deniz mahsullü pilav) da güzel. Hemingway zamanında restoranın sahibi Emilio ile sıkı dostmuş, hatta Emilio 3 kere yazara paella yapmasını öğretmeyi denemiş. “Ben yazmakla yetinsem daha iyi olacak” demiş sonunda pes eden Hemingway. Güneş de Doğar’ın son sahnesindeki restoran burası. Yine yakınlardaki El Callejón (Calle de la Ternera, 6) ise 50’lerine eşiyle geldiğinde akşam yemekleri için seçtiği restoran.
Hemingway’in ayak izlerini takip edeceksek Chicote barını (Gran Vía, 12) atlamamak gerek. Barda hâlâ meşhur yazarlara rastlamak mümkün. Biraz ötedeki Barrio de las Letras mahallesinde, Lorca heykeliyle Cervantes sokağı arasından geçerek ulaşılan Santa Ana meydanında yazarın boğazını ıslatmak için uğradığı Cervecería Alemana var.
Ama asıl unutulmaması gereken La Venencia (C/Echegaray 7). Gelecekseniz adam gibi içmeye gelin, biz turist sevmeyiz diyen yerlerden. Fotoğraf çekmek yasak. (Yazarlar ve dönemin meşhur gazetecileri meyhanede otururken sürekli birileri gelip fotoğraflarını çekmeye kalkarmış, sonunda mekânın sahibi olan aile “Fotoğraf çekmek yasaktır” kuralı getirmiş. Cep telefonunuzu çıkardığınız anda dahi azarı işitiyorsunuz. Venencia’da ev yapımı şeri içiliyor. Bir de buralar benden sorulur edasıyla masaları turlayan kara kedisi var.
Mayıs gelmişken Hemingway, Madrid ve boğalar…
Hemingway’den ve Madrid’den bahsetmek demek boğalardan, boğa güreşinden bahsetmek demek. İspanya’da geçen romanlarını okuduysanız avlanmaktan da hoşlanan yazarın boğa güreşini “hayvanlara zulüm” olarak görmediğini zaten biliyor olmalısınız. Hemingway’in gençliğinde boğa güreşleri Felipe II meydanındaydı, ama sonra “La Plaza de Toros”a yani Las Ventas’a alındı. Luis Miguel Dominguín ve Antonio Ordóñez gibi arkadaşlarıysa sık sık boğa güreşi izlemeye giderdi. (Bol bol fotoğrafları var internette ararsanız görürsünüz.)
Madrid’de hâlâ boğa güreşleri düzenleniyor. Biletleri internetten veya gişeden alabilirsiniz. En ucuz –en üst- sıraları, güneş alan tarafı öneririm. (Güneş ve gölgelik olmak üzere iki taraf var, ben sıcak sevenlerdenim, Madrid Mayıs’ta o kadar da sıcak değil.) Geleneği görmek ilginç olabilir. Ayrıca çevrede boğa-öküz eti yiyebileceğiniz restoranlar da mevcut, lezzetli bir ettir.
Zeynep Heyzen Ateş – edebiyathaber.net (6 Mayıs 2013)