Dünya kimin tekelinde? Herhangi birimizin denizler, ağaçlar, hayvanlar, sokaklar, parklar üzerinde egemenlik kurma hakkımız var mı? Eğer buralar bize aitse biz gelmeden önce kimler vardı? Barış İnce, ilk çocuk kitabı Kıyıdaki Çocuklar’da hepimizin bu ve daha başka pek çok soruyu sormamızı sağlayan bir öykü anlatır. Her kitabın yeni bir dünya olduğunu hatırlatarak söze başlar Kıyıdaki Çocuklar’ın anlatıcısı. Tanımadığımız insanlarla tanışmanın ve onların başından geçen olaylara tanıklık etmenin eşiğindeyiz. Bu aralar, çoğumuz bilgisayarların başından kalkmadan, tabletleri, akıllı telefonları elimizden düşürmeden günlerimizi geçirirken bu öyküdeki kahramanlar, kendilerini bu yeni oyuncaklara tutsak etmez. Kafamızı bu cihazlardan kaldırdığımızda başka bir yaşamın olduğunun farkındadırlar ama kahramanlarımızın kendilerinin neden olduğu başka sorunları vardır.
Birbirlerini adlarının baş harfleriyle seslenen B, G ve Z’nin arkadaşlığında içlerinden biri, diğerlerine egemen olma; ikisi ise ona bağlı hareket etme gereksinimi duyarlar. Nedenini hiçbiri sormaz. B’nin fiziksel gücü, diğerleri üzerinde egemenlik kurması için yeterli bir özellik olarak kabul edilir. Planları B yapar, komutları o verir. G ve Z düşünmeden emirleri yerine getirirler. Onların sormadığı “Neden?” sorusunu, okur olarak biz sormaya başlarız öykü ilerledikçe.
B, G ve Z’nin yanı sıra egemenlik kurmak için kendine bir mekân da belirlemiştir: Bir deniz kenarı, B’nin ve egemenliğindeki arkadaşlarının yaşadığı ve yalnızca onlara ait gördükleri bir mekân olur. Denizlere bir ya da birkaç kişinin sahip olup başkalarının girmesini yasaklamalarının mantıklı bir nedeni var mıdır? Bu soruyu, elbette B, G ve Z de yanıtlayamazlar. Öykünün başında onların başka dertleri vardır: Egemenlikleri altındaki bölgeye bir yabancıyı sokmamak. Yeni olan ve kendilerinden başka her şeyi, herkesi düşman sayarlar. Yine bir “Neden?” sorusu düşer aklımıza! Kendilerinden önce bu bölgede var olan sincapların gitmesine yol açarlar önce. Z, sincapların neden gittiğini sorduğunda B, bu konunun tartışılmasını istemez ve onu susturur. Sonra sırayla başka insanları da buralardan uzaklaştırmak isterler. B, karar verir; diğerleri uygular.
B’nin soru sormalarını, sorgulamalarını yasakladığı bir arkadaşlığı normal kabul eder G ve Z ama bir gün Z’nin yaşadığı bir olay, yavaş yavaş bakış açısının değişmeye başlamasına neden olur. Z, B’nin kendi bölgelerinden kovmak istedikleri ailenin çocuklarını tanıyıp onlarla arkadaş olunca onları düşman kabul etmenin hiçbir anlamının olmadığını görür. Daha da iyisi, bu iki kardeş, Z’nin sorgulamasını, sorular sormasını sağlar. Dünyanın B’nin anlattığından başka bir yer olduğunu anlamaya başlar. Yeni arkadaşlarının babası, anlattığı masalla fiziksel gücün, üstünlüğün, kaba kuvvetin hiçbir değerinin olmadığını gösterir.
Sonunda herkes, anlatıcının dediği gibi, güneşin bir başka parladığı bir sabaha uyanırlar. Kahramanlarımızın dünyada her şeyin paylaşılabilir olduğunu fark etmesiyle öykünün başında giden dostlar, geri gelir. Barış İnce, düşmanlıkların değil, paylaşımın hepimize o başka dünyayı verdiğini yalın bir dille ve okurlara sorgulayan bir bakış açısı kazandıracak bir biçimle öyküsünü paylaşır. Evet, bu kitabın anahtar sözcüğüdür “paylaşım”. Şöyle der anlatıcı: “Her çocuk kendisine bir dünya yaratır. Ama o dünyayı paylaşmazsa, tıpkı benim çadırım gibi bir gün dolabın üstüne kaldırılır dünyası. Dünya, paylaşmak için vardır” (s. 31, 32). Öyleyse bu dünyayı paylaşalım!
Baran Barış – edebiyathaber.net (30 Ocak 2020)