
Düşün ve gerçeğin, bitiş ve başlamanın ortasında yeşermiş, büyümüş bir ağaç. Yasak bölgenin tam ortasında. Büyük bedeller, acılar, ölümlerden sonra gelen devrim ve iyileşmeyen yaralar. Devam eden ölümler, kardeşin kardeşe kıydığı savaşın acımasızlığı ve çürümüş bir sistem. Camdan kalpler, dayanışma, kardeşlik, dostluk, babasız oğullar, oğulsuz babalar, olmayan anneler, sırlar ve erkeklerin dünyası… Bachtyar Ali’nin romanı Dünyanın Son Narı, şiirsel bir dille çok şeyi sorguluyor, söylüyor ve düşündürüyor.
Birlikte devrimin tohumlarını attığı liderin kurtulması için tutsak alınan, yirmi bir yıl çölde bir cezaevinde kumlarla konuşan ve kum kokan Muzafari Subhdam’ın dönüşü ve liderin bir tür günah çıkarma seremonisi ile başlar roman. Bir tür günah çıkarma, arınma, gerçeklerden uzaklaşma duygusunun ağırlığı ve geçmişin silinmesi, bu dünyaya ait olamama, yapılanlar, yaşananlar ve gizlenenler gibi çok boyutlu felsefi bir tavırla açılır sayfalar. Yavaş yavaş asıl kahramanlar dâhil olur.
Saf, temiz, camdan sırlar ve aşk. Aşk, berrak, camdan daha pürüzsüz bir kalbe girince ve karşılığı olmayınca acıya dönüşüp, kanatıp kırılabiliyor. Cam kırıldıkça, kan akıyor ve aşk da parçalanıyor. Mohamadi Glasherz camdan kalbi ve camdan evi olan berrak bir genç. Baba devrimin liderlerinden biri ve savaşçı. Ömrü dağlarda geçmiş. Ancak bu sert adamın çocuğu tam tersi bir karaktere sahip. Nahif, şarkılar söyleyen, neşeli bir oğul. Kardeşlik hukukuyla bağlı olduğu dostluklar kurmuş. Romandaki temel kurgu da bu. Babalara benzemeyen, babalardan uzak, savaşın duygularını öldürmüş babalardan uzaklaştırdığı çocuklar görürüz. Yolları ve zamanları ayrı. Babalar tarihin kavgasına, kargaşasına ve şiddetine kapıldığında, oğulların kör bir şekilde dolaştığına şahid oluruz.
Çöldeki hapis yıllarının ardından resmi olarak artık var olmayan bir babanın oğlunu aramak için yola düşüşünün hikâyesi olsa da okuduğumuz, doğru olduğunu bildiğimiz ama çoğumuzun unutkanlığının derinliklerine gömdüğü duyguları harekete geçiren yanıyla, başka bir okuma doyumuna ulaşırız. Hapis yılları boyunca bir keşiş gibi yaşasa da hayatın, eşyaların değerine başka bir anlam katar babanın gözünden Bachtyar Ali ve felsefi bir temeli açıklarken ikinci tekil şahsı kullanmaktan çekinmez. Böylelikle okuyucuyla içten bir yakınlık kurar.
O uzun çöl yılları bitmiş ve ülkeye varılmıştır. Ancak tanıyamadığı bir ülkedir burası. Tamamen harap olmuş bir yer. Ortadoğu’nun ortasında, Kürt gerçekliğinin merkezidir burası. Ortadoğu ile sınırlı değil hikâye. Akdeniz’in öbür yakasına sürükleyecek bir anlatımın içindedir okur. Son sayfalara kadar akışın bu yöne evrileceğini kestiremesek de siyasetin içinden gelmiş biri olarak kendi adıma bu akışı tahmin etmem zor olmadı. Mültecilik her Kürdün kaderinde olduğu kadar, Ortadoğu halklarının da ortak kaderidir duygusu gelip yerleşti boğazıma o an.
Savaşın ortasında feda edilen kayıp yaşamların yanı sıra, bir babanın oğluna olan sevgisini anlatan bir kitabı sadece okumadım elbet, âdeta yazarın ağzından dinlemenin keyfini de sürdüm. Bu yanıyla bir destanın içinde gibi hissettim kendimi. Yazarın hayâl gücüyle dolambaçlı olay örgüsüne götüren büyüleyici bir roman diyebilirim rahatlıkla. Savaşın acılarının ve babaları çocuklarından ayıran gerçekliğin, şiirsel bir aktarımla sunulduğu güçlü bir oryantal hikâye. Yaşamın, ölümün, ayrılığın, güzelliğin, ihanetin, şiddetin, gücün, umutsuzluğun ve özgürlüğün ortaya çıktığı zor ve uzun bir yol anlatılan. Bir o kadar da etkileyici.
Dünyanın Son Narı, bir anlamda adalet arayan, adaletin sorgulandığı bir kitap. Bachtyar Ali kayıp yaşamlardan, yok edilmiş ve çürütülmüş zamanın ortasında hakikat arayışına giriyor. Özgürlüğün, adaletin zamanla nasıl yozlaşabileceğini, babalar, oğullar, ölüm ve yarım yaşamlar, daha doğrusu çalınmış yaşamlar üzerinden veriyor. Hassas ve kırılgan olan insanlar bu yaşamın her yerindedir. Aslında temel yaklaşım bilmek ve bilmemek üstüne kurulu. Hayat zaten bundan ibarettir. “Bilmek masumiyeti lekeler. Sırları bilen kirlenmiştir. Sırları ortaya çıkarmak ellerini kirletir. Meseleler hakkında gerçeği öğrenen günahkârdır. İnsan başkalarının günahlarını bilmediği sürece temizdir. Sonrasında bu dünyanın pisliği ona yapışır.”
Hesaplaşma romanı da demek mümkün Dünyanın Son Narı için. Herkes herkesle hesaplaşıyor. Kimlikler iç içe geçiyor. Birden çok kimlik bazen tek bir kimliğe dönüşebiliyor. Babalar tek bir baba olabiliyor. Çocuklar tek bir çocuğa dönüşebiliyor. Bir kaynaktan çıkan tek bir sır, çok kaynağın birleştiği tek bir nehirde birleşebiliyor. Kim kimdir sorusu ve cevabı okuyandadır. Ülke için zalimleşenler ve ülkeyi kalplerinde yaşayanlar. Ne babalar istedikleri çocukları yetiştiriyor, ne de çocuklar onların izlerinin ardına düşüyor. Herkes kendi yetimliğini, kendi içinde yaşıyor.
Bana göre romanda en farklı duran ve belirleyici olan karakterler, âdeta mitolojiden fırlayıp gelen kız kardeşler. Diğer tüm karakterlerle derin ilişkileri olan, sırların birleştiği bu kız kardeşler romanın en belirleyici yerinde duruyor. Sevgi, aşk, soğukluk, evlenmeme yeminleri, kardeşlik hukuku, uzun saçlar, beyaz giysiler ve şarkılarla dertlerini anlatmaları onları farklı kılıyor ve diğer tüm karakterlerin yolları mutlaka kız kardeşlerle buluşuyor. “Kızlardan birinin adı Beyaz Rüzgârlar demek olan Laulawi Spi, abla olan diğerinin de Kralların Beyaz Denizi demek olan Shadaryayi Spi’ydi.” Romanın iç içe geçmiş karakterlerinin ortalarında, hiç değişmeyen, kararlı ve yeminlerine sadık kalan, ancak tüm sırların toplandığı en ilkeli ve öngörülü kişiler de onlar.
Kahramanlar daha sonra kendi hayatlarını kendi başlarına sürdürseler de Bachtyar Ali’nin sayfalarını dolduran metaforlardan çıkan mesajlarla birbirlerinden asla uzaklaşmazlar. Alegoriler, savaşın karanlık arka planına rağmen şiirsellik taşıyor. Ölüm, yalnızlık ve kaybolmuşluğu çocukların ortak isim olarak belirledikleri dünyanın son narının dallarının altına yerleştiriyor. Her çocuğa göre narın farklı bir ismi var. Birine göre “görüş ağacı,” diğerine göre “bahtsızların ağacı,” bir diğerine göre ise “ilham ağacı” veya “gökyüzüne yakın oluşun ağacı.” Şiirin ve sırrın birleştiği yerde rüzgârın esintisini duymak mümkündür artık.
Dünyadaki son nar ağacı, gökle yer arasındaki sınırda, onların isim veremedikleri hayâllerinin ortak bir imgesiydi. Bir de adil ve mutlak olana inanma umutlarının. Yazarın kullandığı benzetmeler, özellikle de dünyadaki son nar ağacıyla ilgili benzetmeler, okuyucuya daha geniş bir bağlılık vizyonu verirken, gerçeği gizleyen at gözlüklerini bırakıp dünyaya açılmaya teşvik etme eğilimidir.
“Zirveden dünyayı gördüm, bu ağacın dallarından yayılan hayallerin kokusunu aldım ve tenimde hafifçe esen ilahi esintiyi hissettim. Burada gençlerin ağacın altına ektiği tüm o umutları, dilekleri ve hayalleri gördüm. Orada ebedi yeminimi yazıp kanımla mühürledim.” Bana göre ise sözün ve sığınmanın, daha doğrusu “şiirin ağacı” dır dünyanın son narı. Onun altına gizlenmiş sırlarda en çok yüzleşmeyi, bir de tüm yaşamların aslında tek bir yaşam olduğunu ve uğruna ölünmesi gereken en önemli şeyin ise aşk olduğunu anlıyoruz. Bir de dünyanın son nar ağacından bir dalın başka yere ekildiğini ve oradan başka yerlere ve kokusunun her yerde olduğunu… İçimizdeki iyiliğin o ağacı bulacağına olan inancımla.
edebiyathaber.net (11 Nisan 2025)