İnsan türü doğaya ve kendi varlığına uzaklaştıkça etrafındaki diğer türlerle de arasına mesafe koyuyor. Veya da başka türleri sadece kendi varlığını devam ettirme açısından değerlendirip, onlarla ilişkisini faydacı bir anlayış üzerine kuruyor. Oysa doğadaki diğer canlılarla ortak bir yaşamı paylaşıyoruz. Farkına varmadan yanından geçip gittiğimiz bir bitki de insan gibi dünyada “var kalma” çabası veriyor. Nesne gibi algıladığımız pek çok varlık yaşıyor, kendi varlığını korumak için çeşitli fonksiyonlar geliştiriyor. Tepki veriyor, yönünü güneşe dönüyor, iklim değişimini hissediyor.Onların varlıklarını duymuyoruz, çoğu zaman bir süs objesi olarak değerlendirdiğimiz, nesneleştirdiğimiz; saksıdaki fesleğenin, parktaki çimenin, bahçedeki gül fidesinin, balkondaki petunyanında bir yaşam sürdüğünü unutuyoruz.
Daniel Chamovitz’in “Bitkilerin Bildikleri ‘Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak’” adlı, Metis Yayınları tarafından basılan kitabı, bizi bitkilerin dünyasına götürürken, yukarıda bahsettiklerimizi bir kere daha düşünmemize vesile oluyor. Yazar daha çok bitki biyolojisi ekseninde bize bitkiler hakkında epey soru sorduruyor. Onların, görme, koku alma, hissetme, duyma, anımsama, yerlerini bilme yetilerinin olup olmadığını tartışan metin, konu hakkındaki güncel araştırma ve deneylerle bize bitkilere yakından bakma fırsatı da sunuyor. İlk başta şu soru geliyor akla,bu araştırmalar bitkilere insan biçimli yaklaşmak, onları kendi oluşları içerisinde değil de insan olmak üzerinden değerlendirmek anlamına gelmiyor mu? Yazar bu durumun farkında olarak başlıyor işe, her bölümde bitkilerde ve insanlarda nasıl sorusuna da yanıt arayarak türler arasındaki farklılıkları da ortaya koyuyor. Ayrıca daha kitabın başlangıcında kurduğu şu cümle onun bakışını yansıtıyor fikrimce; “Kitabım ‘Bitkilerin Gizli Yaşamı’ değil; bitkilerin bizim gibi olduğuna dair argümanlar arıyorsanız, onları burada bulamazsınız.” Bu nedenle kitapta bitkilere dair kullanılan insan atıflı kavramların, bir nevi mecazi anlam içerdiğini düşünebiliriz.
Metin bizi bitkiler hakkında oldukça epey ilgi çekici bilgilerle buluşturuyor ve sanırım bu kitabı okuyanlar için masada duran, arada suyunu verdiğimiz begonya artık başka anlamlar ifade edecek. Ona bakışımız değişecek çünkü bileceğiz ki o da bizim gibi hayatta “var kalma” çabası veriyor. Bunun yanında kitap bitki biyolojisi ekseninde hazırlanmış olsa da dili her meraklı okurun anlayabileceği şekilde kurulmuş, yani terimlere çok aşina olmasak bile yazar herkesin anlayabileceği bir anlatı ortaya koymayı başarmış. Bilimsel denilebilecek bir metin için bu önemli ayrıntı bana kalırsa.
Daniel Chamovitz, kitap boyunca bize bitkiler üzerinde yapılmış araştırmalardan yola çıkarak enteresan diyebileceğimiz bilgilere götürüyor. Mesela, bitkilerin nasıl gördüğüne dair bölümde, şöyle bir keşiften bahsediliyor; “Biliminsanları bitkilerin ışığın hangi rengini gördükleri konusuyla da ilgiliydi. Keşfettikleri şey şaşırtıcıydı: Deneye tabi tutulan bitkilerin istisnasız hepsi, geceleri yalnızca kırmızı ışığa tepki vermişti. Geceleri yakılan mavi ve yeşil ışığın hiçbiri çiçeklenmiş bitkileri etkilemiyor, ama birkaç dakikalığına yakılan kırmızı ışık onları etkilemeye yetiyordu.” Elbette bitkilerin kırmızı ışığa verdikleri tepki onların varlıklarıyla, türlerini devam ettirmeleriyle ilişkili bir durum. Yani onlar insanlar gibi kırmızı rengi sevdiği için değil kendi hayat pratikleri doğrultusunda bu renge tepki veriyorlar. Yazarın ifadesiyle durum şu kısacası: “Bitkiler renklere göre farklı tepkiler vermekteydi: Hangi yöne doğru eğileceklerini anlamak için mavi ışıktan, gecenin uzunluğunu ölçmek içinse kırmızı ışıktan yararlanıyorlardı.” Şunu söyleyebiliriz ki bitkilerde görme bizdeki anlamıyla değil çünkü onların kitapta da ifade edildiği gibi, “ışık sinyallerini resme dönüştürecek bir sinir sistemi yoktur”, bu nedenle onların görmesini belki de kendi oluşları gereğince tepki verme olarak değerlendirilebiliriz.
Meyveleri olgunlaştırmak için ham bir meyvenin yanına olgun bir meyve koyma yöntemini duymuşsunuzdur belki. Çok eski bir gelenek olan bu olgunlaştırma yöntemi bize bitkilerin koku almasıyla ilgili bir bilgi verir mi dersiniz? Kitapta bu soruya da cevap aranıyor ve bu durum meyvelerin bünyelerinde bulundurdukları etilen gazını dışarı salmalarıyla ilişkilendiriliyor. Şu örnekle durumu açıklayabiliriz; “sert bir armudu olgun bir muzla aynı pakete koyduğumuzda, muz etilen yayar, armut bunun ‘kokusunu’ alır ve çabucak olgunlaşır. İki meyve fiziksel durumlarının bilgisini birbirlerine aktarır.” Yani böylece iki bitki arasında bir etkilenme oluşuyor ve etilenin kokusunu algılayan olgunlaşmamış meyve ermiş hâle geliyor. Bitkilerde kokuya tepki verme konusunda önemli örneklerden birisi de “Küsküt” adı verilen bitki ile ilgili. Küsküt asalak bir bitki ve kitapta bahsedildiğine göre, domates ve buğday “seviyor”. Yaşamak için başka bir bitkinin varlığına gerek duyan küsküt, anlaşılan çeşitli hareketlerle ki yazar bunu şöyle tasvir ediyor; “gözümüz bağlıyken etrafımızı yokladığımız gibi veya el yordamıyla mutfak ışığının anahtarını aradığımız gibi” etrafını kolaçan ediyor ve domates fidesini bulup ona sarılana kadar vaz geçmiyor. Sarıldığı fideden besinini emen küsküt “bağbozan” olarak da biliniyor çünkü kendisi yaşarken sarıldığı bitkiyi soldurabiliyor. Bu bitki ile ilgili epey ilginç olan şey ise diğer sevdiği bitki olan buğday ve domates arasında tercih yapmak zorunda kaldığında domatesi seçmesi. Kısacası küsküt, hayatta kalmak ve besin bulmak için kokulardan yararlanırken iki bitki arasından bir diğerini seçebiliyor, domates kokusu içeren parfümlerle yapılan deneyler de bu konuda bize göstergeler sunuyor.
Kitap bunların dışında bitkilerin, dokunma, bulundukları konumu bilme, anımsama, duyma ve hissetme gibi pek çok fonksiyonunu ele alıyor. Bitkilerin yerleştikleri yerde kök salma durumlarının, hayatta kalma çabası ile ilişkisini sorguluyor. Çünkü onların yaşayacakları, kök salacakları yeri seçme şansı pek yok. Elbette çeşitli coğrafi ve iklimsel özellikler onların var olabildikleri konumu belirliyor ancak diğer canlılar gibi yağmurda, fırtınada, herhangi bir zararlı böcek salgınında, hastalık durumunda yerlerini değiştirme becerisine sahip değiller. Bu nedenle onların duyumları genellikle yaşama devam etme ekseninde ortaya çıkıyor. Örneğin; bazı bitkiler dokunmayı hissedip küsüyor (Küstüm Çiçeği), büyümesi durabiliyor, bazıları tüylerinde hissettikleri dokunuşla böcekleri yakalayıp yiyorlar (Venüs Sinek Kapan), veya da komşusu olan bitkideki böcek salgınını hissedip, ona göre bir hayatta kalma tavrı geliştiriyorlar. Çok daha ilginci yazara göre bitkiler “yöntemsel”, “kısa süreli” ve “morfojenik” adı verilen, bitkinin şeklini veya biçimini etkileyen bellek mekanizmalarına bile sahipler. Örneğin; Venüs Sinek Sapanı yaprakları arasına alarak beslendiği böceğin bilgisini, tüylerinde hissettiği etki ile bir şekilde kodlayarak, yapraklarını açıp onu yakalıyor, böylece bu anımsanan bilgi sayesinde fazla enerji harcamaktan ve kendisi için uygun olmayan böceği yemekten kaçınmış oluyor.
Daniel Chamovitz’in “Bitkilerin Bildikleri ‘Dünyaya Bitkilerin Gözünden Bakmak’” adlı kitabı, doğaya ve kendi varlığına merakını kaybetmiş olan bizler için önemli bir kitap bana kalırsa. En azından bu kitaba temas edenlerin bitkilere olan bakışı aynı kalmayacaktır diye düşünüyorum. Her ne kadar tüm bu araştırmalar genellikle insan türünün her şeyi bilme, doğadan olabildiğince yararlanma, onu bir deney sahasına dönüştürme arzusuyla tetiklenmiş olsa da bitkiler hakkında bu kitap sayesinde edindiğimiz bilgiler, dünyadaki diğer türlerle olan ilişkimizi sorgulamamıza, onların da “var kalmak” için çabaladığını kavramamıza ve her varlığın kendi oluşu içerisinde değerli olduğunu kabul edip, egosantrizmden biraz uzaklaşmamıza vesile olabilir. Çünkü dünyadaki her şey insanla ilgili değil bitkilerin ve diğer türlerin de bir bildikleri var.
Emek Erez -edebiyathaber.net (17 Eylül 2018)