Âşık olduğumuzda mutluluğu da bulduğumuzu zannederiz. Biraz zaman geçince beynimiz yavaş yavaş kendimize getirir bizi. Kaç yaşında olursak olalım hayatı dolu dolu yaşamayı arzularız ve yaşlanmaktan korkarız. Çalışmak, doğduğumuz günden beri bir parçamızdır ve hepimize karıncalar örnek gösterilir.
Edisyon Kitap etiketiyle yayımlanan Derin Düşün dizisi, insanı keyifli ve kısa bir yolculuğa çıkarıyor; Aşk, Mutluluk, Yaş, Beyin ve Karıncalar. Danimarka’nın en iyi okullarından biri olan Aarhus Üniversitesi’nin akademisyenleri tarafından hazırlanan dizinin her bir kitabı akıcı ve sade anlatımıyla hem okumayı hem de anlamayı kolaylaştırıyor. Kitaplar zor konulara büyüteç tutmanın yanı sıra çözümleri de gösteriyor. Hatta bazı konuların çözülemeyeceğini, bazı konuların ise aslında bir sorun olmadığını işaret ediyor. Nereden bakarsak bakalım bilimsel dille yazılmış kitapları okumak kolay ve sevilen bir iş olmadığından Derin Düşün dizisi günümüz okuruna zor konuları kolaylıkla okutturacak bir seri.
Karmaşıklığın çaresizliği: Aşk
İnsanlığın en fazla kafa yorduğu konulardan biri aşk. Hakkında hemen hemen herkes bir şey söyledi. Söylenecek herhangi bir söz kalmadığını düşünsek de filozof Anne Marie konuyu bilimsel açıdan ele alıp okuru genel aşk algısıyla yüzleştiriyor. Aşk nedir? Aşk bizi kime dönüştürür? Bu sorulara cevap ararken, bazı şeylerin yüzyıllar geçse de değişmediğinin altını çiziyor. Yazar, okuru; hiç kimsenin her boşluğumuzu dolduramayacağı gerçeğiyle yüzleştiriyor ve “Eğer ki bir kişinin, o biriciğimizin hayatımızın her boşluğunu doldurabilmesini beklersek o ‘hayatının aşkı bulma’ beklentisi büyük bir sorun halini alır” diyor.
Aşkı yaşama şeklimiz, ondan beklentimiz kendimizle olan ilişkimizin bir yansıması sonucu çıkıyor ve hepimizin durup beklentilerimize bir bakmamız gerekiyor. İster tensel ister duygusal bir çekim olsun veya ikisi birlikte, aşkın da bir sorumluluğu olduğunu belirtiyor kitap. Aşkın karmaşıklığı karşısında çaresiziz yine de…
Kitabın akıcı dili, bilimsel bir makalenin kuruluğundan kurtarıyor okuru ve bilimsel bir kitabı okuyormuş değil de bir sohbetin içindeymiş hissi yaratıyor.
Mutluluk nasıl artar?
Herkesin peşinde olduğu ama hiç kimsenin bulamadığı mutluluğu aramadığımız yer kalmadı değil mi? Öyle ki her sene araştırılıyor, ölçülmeye çalışılıyor. Ama ne yaparsak yapalım hâlâ onu tam olarak anlamlandırabilmiş değiliz. Danimarkalı yazar Christian Bjornskov Mutluluk adlı kitabını mutluluğun merkezinden kaleme almış. Kitap bir anlamda, yıllardır Avrupa’nın en mutlu ülkesi olan Danimarka’nın neyi doğru yaptığını da açıklıyor. Ülkenin vatandaşları hem birbirlerine hem de ülkelerine güveniyorlar. Güven mutluluğun oluşmasındaki en önemli faktör olarak karşımıza çıkıyor ve kişisel özgürlük hemen yanında yer alıyor. Bunun gelişmişlik seviyesi ile doğru orantılı olduğu ise aşikâr. Yazar mutluluğumuzda yaşadığımız toplumun oldukça büyük bir payı olduğunu vurguluyor. Kitap mutluluğun maddiyatla alakalı olduğu düşüncesini de yıkıyor. Ekonomik iyileşmenin mutluluğu birazcık artırdığını belirtiyor.
Mutlu yaşlanmanın yolu: Yaş
Daha önce bir gerontoluğun kitabını okumadıysanız Suresh Rattan imzalı Yaş’ı mutlaka okumalısınız. Son yıllarda yaşlanmaya savaş açan teknoloji hepimizi bu konu hakkında düşünmeye itmiş durumda. Zaman hızla ilerlese de kimse yaşlanmak istemiyor ancak zamanı durdurmanın bir formülü henüz bulunamadı. Yaş, canımızı sıkan bu meseleye farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Pandemi ile akıllara gelen bir sorunun cevabını arıyoruz birlikte; “Ölmek için doğru yaş var mı?”
Doğum gününden sonraki sabah, bir gün öncesinden daha yaşlı hissetmediğimizi ve yaşı sayılarla kategorize edemeyeceğimizi anlatıyor bize yazar. Öte yandan fiziksel yaşlanmanın nasıl olduğunu, zihinsel yaşlanmanın ne zaman başladığını bilimsel verilerle çok net bir çizgide aktarıyor. Kafa karıştırmadan, bilimsel ifadeler kullanmadan, kendi hayat görüşünden ve mesleki kimliğinden faydalanarak mutlu yaşlanmayı elli sekiz sayfaya sığdırmış.
En çalışkan organ: Beyin
Thomas Harvey, 1955’te Einstein’ın beyninin çıkarılması sonrasında fena halde hayal kırıklığına uğramış. Üstüne üstlük ağırlığının sadece bir kilo 230 gram olması onu iyice şaşırtmış. Bu konuda yalnız değil, Leif Ostergaard da hayal kırıklığına uğrayanlardan biri. Leif Ostergaard bu şaşkınlıktan yola çıkarak beyin üzerine yazılmış kitaplara bir yenisini, sıkı bir dehayla eklemiş. Okurken sıkıcı bilimsel verileri sanki elinde bir kahveyle okura anlatıyor. Ostergaard kitapta bizi beynimizin bizden çok daha çalışkan olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiriyor. Beyin sapımız biz uyurken bile sürekli işleyiş halinde. Ve biliyoruz ki beyin kararları bizim yerimize alıyor ama kontrolün bizde olduğunu düşünmemize izin veriyor.
Uzlaşılması gereken bir canlı: Karıncalar
Çalışkanlığın sembolü karıncalara bir mirmekolog gözünden bakmak oldukça hayret verici. Joachim Offenberg, Karıncalar adlı kitabında öncelikle insanlarla olan ortaklıklarının altını çiziyor. Örneğin onlar da tıpkı insan gibi başka organizmalara boyun eğdiriyor, onları kontrol ve manipüle ediyor. İnsandan gelişkin yanlarını ortaya koyuyor, mesela; bizden daha iyi takım olabiliyorlar ve iş bölümünü özelliklerine göre ayırmada ustalaşmışlar. Sıfırdan koloni kurabiliyor, darbe yapabiliyor, yaşamları için gereken ne varsa bunun uğrunda gece gündüz çalışıyorlar. Belki de onları yok etmeye çalışmak yerine onlarla uzlaşmayı denemeliyiz. Böylece onlardan çok şey öğrenebiliriz.
edebiyathaber.net (14 Şubat 2022)