Dünyaya karşı “durmak” ile meşhur bir şair; Ah Muhsin Ünlü | Emek Erez

Ocak 23, 2015

Dünyaya karşı “durmak” ile meşhur bir şair; Ah Muhsin Ünlü | Emek Erez

emek-erezAh Muhsin Ünlü, Murat Menteş ile 2003 yılında yaptığı bir söyleşide; “kişi istekleriyle âlemin istekleri arasında kalmamalı” diyor. Bir yazarı, şairi ya da düşünürü anlama çabası içerisine girdiğinizde, sizi yakalayan bir cümle ararsınız. Sanırım Ah Muhsin Ünlü’yü anlama çabası için benim yakaladığım cümle bu oldu. Yazarların bir dert anlatma, toplumu dönüştürme, başka bir dünyayı mümkün kılma gibi amaçları vardır. Bazı yazarların ise, böyle bir amaçları olmasına rağmen, üretimlerini; toplumsal yapının, genel tarafından kabul görenin, iktidar kategorilerinin, toplumu “aydınlatma” misyonlarının, dışında var ettiklerini görürüz. Sanırım, Ah Muhsin Ünlü’yü de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Derrida ölümünden kısa bir süre önce Le Monde gazetesine verdiği röportajında; anlaşılmamaktan korkmadığını, sırf bir gazeteci kitabının adını anlamayacak ya da okur, korkacak diye zor bir ifadeden, bir kıvrımdan, fazladan bir çelişkiden kaçınmanın kendisi için kölelikle aynı anlama geleceğinden bahseder. Ancak Derrida bugün felsefe çevrelerinin üzerinde en çok durulan filozoflarındandır. Ah Muhsin Ünlü, başlangıçta bastırmayı denediği kitabı ile ilgili olumsuz yanıtlar alır. O bu durumun sebebini şöyle açıklar; “Anladığıma göre, bu şiirlerin yer aldığı bir kitabın okur karşısında savunulamayacağını söylemek istediler. Yani birisi çıkıp ‘bunlar ne? Böyle bir kitabı nasıl basarsınız?’ dediği zaman ‘boş bulunduk bastık, kem küm’ demek zorunda kalmamak için tehlikeyi baştan savdılar.” Ünlü, bu tavırlar üzerine kitabını kendisi bastırmaya karar verir. Bugün her ne kadar uzak durmaya çalışsa da, şiir çevrelerinin sıra dışı şairi olmayı haklıca sürdürüyor ve Gidiyorum Bu” adlı kitabı dönemin kült kitapları arasında değerlendirilirken, Sel Yayınları tarafından kitabın defalarca basıldığına da tanıklık ediyoruz. Bu durumu her ne kadar artık şiir yazmasa da Derrida’nın söylediği gibi; köleliği seçmeyen, kendi cümleleri peşinden koşan bir yazarın başarısı olarak değerlendirmek gerekir.

Ünlü’nün şiirlerinin en belirgin yanı bildik biçim ve üslupların dışında bir yerde, yer almasıdır. Bu anlamda şairin Türkiye şiiri içerisinde “yapıları yıkıcı” bir özelliğe sahip olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Akıl dışılık, metafizik öğeler, gündelik sıradanlığımız, kurumsal olarak kapatılmış bireyselliğimiz, görsel algımız, siyasi gerçekliğimiz yazarın adeta alay edercesine, kendince üslubuyla bizi yüz yüze bıraktığı, belli başlı konular olarak özetlenebilir.

Kurumlar ve kuramlar beni anneme üzüyor. Bende şiir yazma yeteneği varmış öyle söylüyorlar. Ne dediğimi bilmemek istiyorum. Hakkımı aramamak istiyorum. Boş başıma dolaşmak istiyorum. Sosyalleşmek istememek gibi bir hak tanınmak istendiriliyorduğum. Sahipsizim. Sonra sokakta dolaşırken her şeyi rasyonalize etmek durumunda kalıyorum. Bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar.”

Kurumlar ve kuramlarla sarılmış bir varlık durumunun ifşasıdır bir bakıma, Ünlü’nün bu dizeleri. Aile kurumu ile başlayan biçimlenmiş bireyliğimiz artık kendimiz olmaya izin vermez haldedir. Yapmanız gerekenler toplumsal gözün iktidarı tarafından belirlenir. Aslında “ne yapmamak istediğimizin” çok da bir önemi yoktur. İnsan bilimce sosyal bir varlık olarak tanımlanmıştır bir kere ve onun asosyalliği “anormallik” kategorilerinin en başında yerini almıştır. Her şey rasyoneldir. Aklın sınırı dışında varlık göstermek tıpkı şairin dediği gibi; “sahipsizliktir.” Sokaklar, bizim dışımızdaki gözlerin varlığı, bizim bireyliğimizin bir dış akıl tarafından kontrol altına alınması, bir çembere hapsedilmesidir. Ve kediler kadar şanslı değildir insan, rasyonel sınırların içinde yokluğunu ilan etmiştir bir bakıma, işte böyle bir yerde yakalar bizi Ah Muhsin Ünlü şiiri.

gidiyorum-bu-1-1Şiir ya da yazı dilinin sınırları edebiyat tartışmalarının önemli konularındandır. Neredeyse her şeyin kesin sınırlar içerisine hapsedildiği, bilim nesnesi haline getirildiği pozitivist dönemin etkisi sadece sosyal bilimlerde ya da diğer disiplinlerde değil edebiyatta da etkisini göstermiştir. Adorno’ya göre; “Bilimle sanatın ayrışması geri döndürülemez bir şeydir. Sadece, saf dil edebiyat imalatçısı farkında değildir bunun; kendini hiç değilse bir örgütleme dehası olarak görmekte ve böylece iyi yapıtları öğüterek kötü yapıta dönüştürmekle uğraşmaktadır. Ayrıca sanat, dolaysızca bilim olmaya meylederken, bilimin ölçülerine göre doğru olmaya kalkışır ve şeyleşmeye doğru gider.” Adorno’nun söylediği gibi sanat ya da edebiyat yapıtı “saf bir dil”, “tek bir biçim” ile ilerlerse bu bilimsel bir nesnellik ve kesinlik çabasına dönüşür. Bu durum özellikle duygu kaybına neden olur. Çünkü sanatsal edimin pozitivist bilimin sınırlarında kendisini oluşturma çabası insanın ruhani yanını görmezden gelmesine sebep olur. İşte bana göre; Ah Muhsin Ünlü şiirlerini değerli kılan bir noktada burasıdır. Hem biçim olarak hem de üslup olarak genelin dışında yer alan Ünlü, insanın ruhani yanını da görmezden gelmez.

Pasiflora anlamında tiren koşayım.

Koşayım filmlerin ismi bu olsun

Şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur

Rabbim gör Rabbim duy Rabbim bağışla

Ünlü’nün şiirlerinin bir diğer özelliği bizi gündelik sıradanlığımızla yüzleştirmesidir desek, hatalı bir değerlendirme olmaz sanıyorum. Bir şarkıda söylendiği gibi; “bir zincir boğazımızda” yaşamlara mahkȗm olduğumuz aşikȃr. Ah Muhsin, gündeliğin sıradanlığı içerisinde devam ettirdiğimiz tek tip yaşamımızı şiirinin önemli bir parçası haline getirir. “Sevgili Güllük” başlığıyla şöyle yazar bu durumu; “İnsanlar sabahları uyanırlar. Güneş sabahları doğar. İnsanlar işe giderler. Ayakkabı giyerler. Bazen laciverd, bazen siyah, bazen beyaz arabalara binerler. Bazen de kahverengi ayakkabı giyerler. Hava vardır. Su vardır. Kışın hava erken kararır. Evlere gidilir. …Yer vardır. Ona basılır. Yaz olunca denize girilir. Balıklar yüzerler. Yeşil vardır.” İnsan tekdüze bir yaşamın yaşayıcısıdır artık. Mevsimler geçer, hava yağmurdan güneşe döner, zamanın akışı içerisinde her şey dümdüz ilerler. Her şey bir planın parçası gibidir. Ne iş yapacağınıza göre, ne giyeceğiniz belirlidir. Her şey bir itaat düzeni üzerine kuruludur. Ya laciverttir elbise, ya kahverengi. Gündelik yaşam bir tip oluşturmuştur ve insan varlığı çoğunlukla bu “tipik” yaşamın esiri olmak zorunda kalmıştır. “…Anne vardır. Baba ve kardeşler vardır. Bazen onlardan bir kaçı ölürler. Ölünce toprağın içine gömülürler…” Bütün bu yaşanan sıradanlığın en sonu ise ölümdür. Şair, yaşamın dümdüz ilerlediği o çizgi, ölüm ile yok olurken ölene kadar geçen süre içerisinde, ne kadar gerçek anlamda yaşadığımızı belki de dile getirmek istemiştir.

Ah Muhsin Ünlü şiirlerinde politik imgelerde vardır, yeri geldiğinde aşk da en naif biçimiyle yerini alır. “Tanklar tank olup geçiyor üstümüzden” diyerek darbe göndermesi yapan şair, “Cumhuriyetin tersinden tertip ettiği çarşılar gibi” diyerek resmi ideolojiye de payını verir. Ve en başta bildiği; “devletin taş kestiğidir.” Bütün bunların yanında; “Ayakkabılarını kapımın önünde görmek istiyorum.” Diyecek kadar ince aşk göndermelerinin de sahibidir. Foucault’nun ifade ettiği gibi bir durum geçerlidir onun şiirinde; “Yazı kabul ettiği ve içinde oynadığı düzenliliği her zaman için ihlȃl etme ve tersine çevirmekle meşguldür; yazı şaşmaz biçimde kurallarının ötesine giden bir oyun olarak açılır ve böylece dışarıya geçer.” Ah Muhsin Ünlü yazısında ya da şiirinde düzenliliği hem üslup ve biçim hem de politik bakımdan ihlȃl eder, kuralların ötesine geçen bir oyun açar. Zaten kendisi şöyle belirtmiştir her anlamda dışarıdalığını ve farklılığını ; “Ben dünyaya karşı “durmak” ile meşhurum.

Kaynaklar

Adorno, T. W., (2004), Theodor W. Adorno Edebiyat Yazıları, (Çev. Sabir Koçak, Orhan Koçak), İstanbul: Metis.

Foucault, M. (2006), Sonsuza Giden Dil, (Çev. Işık Ergüden), İstanbul: Ayrıntı.

Cogito, S. 47-48, Derrida: Yaşamı Yeniden Düşünürken, (Der. Şeyda Öztürk, Zeynep Direk), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Emek Erez – edebiyathaber.net (23 Ocak 2015)

Yorum yapın