Yeşilçam’ın en şaşaalı olduğu ve yükselişe geçtiği dönemin 1960’li yılların başı olduğu kabul edilir. Bu yıllarda yerli film üretiminde büyük bir artış olmuş, sinema seyircinin en büyük eğlencesi haline gelmiştir. Bu dönemde ağırlıklı olarak melodram türü baskındır, lakin Anadolu’da -özellikle de Adana’da- seyircinin müptelası olduğu, aynı konuyu farklı şekillerde defalarca izlemekten sıkılmadıkları bir tür daha vardır: avantür filmler. Bu filmler popüler çizgi romanlardan, mafya filmlerine hatta korku filmlerine varana kadar çeşitlilik arz eder. İlk örnekleri Yılmaz Atadeniz’de karşımıza çıkan bu filmlerde Örümcek Adam, Çelik Bilek, hatta İtalyan’ların şeytani kötüsü Kilink seyircinin karşısına çıkar.
Bu filmler birebir uyarlanmaz elbette, içerisine yerli unsurlar da katılır. Bununla beraber avantür filmlere gerek akademi gerekse de sinema eleştirmenleri uzun yıllar mesafeli yaklaşmışlardır. Avantür filmler, yüksek kültür, alt kültür tartışmalarının daraltıcı bakış açısının kurbanı olmuşlardır bir anlamda. Avantür filmlere 1990’lı yıllarda yeniden bir ilgi başlamıştır. Boğaziçi Üniversitesi Sinema kulübünde gösterilen Dünyayı Kurtaran Adam filmi öğrencilerin büyük ilgisine mazhar olmuştur. İlerleyen dönemlerde, internetin de etkisiyle bu filmler dijital mecralarda keşfedilir hale gelmiştir. Hatta son yıllarda bu filmlerle ilgili Fantasturka adlı bir festival dahi yapılmaya başlanmıştır.
Avantür filmler üzerine ilk detaylı çalışmaya Metin Demirhan ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Giovvani Scognamillo’nun yazdığı “Fantastik Türk Sineması” adlı kitapta rastlarız. Bu çalışmanın haricinde bir başka önemli çalışma ise; Pınar Öğünç’ün Yeşilçam’ın Dünyayı Kurtaran yönetmeni Çetin İnanç’ın hayatını konu edindiği Jet Rejisör Çetin İnanç kitabıdır. Jet Rejisör ilk olarak 2006 yılında Roll Yayınları tarafında basılmıştı. Geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları Jet Rejisör Çetin İnanç kitabını yeniden bastı. Jet Rejisör, Pınar Öğünç’ün Çetin İnanç’la yapmış olduğu uzun ve detaylı görüşmeler sonrası ortaya çıkmış bir kitap.
Avantür filmlerin unutulmaz yönetmeni
Çetin İnanç, bugün sinemaseverlerin hafızasında kült filmi Dünyayı Kurtaran Adam’la yer etmiş bir yönetmen. Lakin kendisinin hayat hikayesini tanıklık edince Dünyayı Kurtaran Adam’ı aşacak sayıda ilginç anılara sahip bir yönetmenle karşı karşıya kaldığımız görüyoruz. Çetin İnanç’in çocukluğu ve gençliği Ortaköy’de henüz gayrimüslimlerin İstanbul’u terk etmek durumunda kalmadığı bir dönemde geçmiş. Sinema Çetin İnanç’ın kanına Aydın Arakon’un 1951 yılında çektiği ‘İstanbul’un Fethi’ ve Lütfi Akad’ın 1953 yılı yapımı ‘İpsala Cinayeti’ ile filmleriyle girmiş bir anlamda. Arkadaşlarıyla izledikleri filmleri daha sonra mahallede kendi aralarında yeninden canlandırırlarmış. Çetin İnanç biraz da ailesinin yönlendirmesiyle hukuk fakültesine girmek istese de onun aklında futbolcu olmak varmış. Hukuk Fakültesi’nde sıkılıp kendi deyimiyle “okulla bağını gevşek tutunca” bir akrabası Çetin İnanç, aylak aylak dolaşmasın eli iş tutsun diye onu dönemin ünlü oyuncularından Orhan Günşiray’la tanıştırıyor. Çetin İnanç, ilk başlarda Orhan Günşiray’ın yazıhanesinde getir götür işleri yapmış. İnanç’ın Günşiray’la tanışıklığı onu sinemayla da tanışmasına vesile olmuş.
Çetin İnanç, ilk olarak Atıf Yılmaz’ın “Allah Belanı Versin Osman Bey” filmiyle setlere adım atıyor. İnanç, kendi filmlerini çekene kadar uzun bir dönem yönetmen yardımcılığı yapmış. Bu dönemde Atıf Yılmaz ve Lütfü Akad gibi önemli isimlere asistanlık yapar. İnanç, Vesikalı Yarim, Hudutların Kanunu gibi Türkiye sinemasının önemli yapıtlar da asistanlık yapmış. Yılmaz Güney’le Hudutların Kanunu’nda dostluk kurar onunla içki bile içer. Fakat zamanla Çetin İnanç’ın sinema kariyeri bambaşka bir yere doğru evirilmiş. Hem istediği filmi çekebilecek şartların olmaması hem de ev geçindirme ve para kazanma zorunluluğundan kendisini bir anda avantür filmlerin içinde bulur. Kendi deyimiyle “kötü yola düşüyor”.
“Bir kere de avantürü çekip tutturunca, artık bir yola ister istemez girmiş bulundum. Kötü yola düştüm yani. Film çekiyorum, rejisörlük yapıyorum, ama hala da çömezim bir yandan. Bir tane filmim tutmasa, Adanalı bir işletmeci gelip de “yok abi, bu hiç iş yapmadı,” dese, silinir gidersin.”
Çetin İnanç’ın ilk filmi Yılmaz Atadeniz’in yapımcılığında ünlü çizgi roman uyarlaması Çelik Bilek olmuş. Çetin İnanç, Çelik Bilek’i birebir uyarlamak yerine kafasına göre buranın kültürüyle harmanlayarak çekmiş. Çizgi roman karakterlerini buralı yapmak konusundaki maharetini ilerleyen dönemlerde Kızıl Maske’yi babasının elini öptürerek ya da Kızıl Maske’yi kristal avizeli, sehpaları dantel örtülü mütevazı bekar evinde oturtarak göstermiş. Çetin İnan, daha sonraki yıllarda Yılmaz Köksal’la “erişte western” Çeko’yu çeker, Kadir İnanır’la bitirim delikanlı filmleri, Ayhan Işık’la yine benzer sularda yüzer. İnanç, filmlerin niteliğinden çok para kazandırmasına bakar. Sinemada izlediği Amerikan filmlerini, buraya uyarlar. Bonnie ve Clyde, Cemo ile Cemile olur mesela. Adana bölgesi çok sevdiğinden intikam filmlerine ağırlık verir. Filmlerin ana temasını aynı tutar, dönemini, içeriğini değiştirir.
Sansür ve ekonomik imkansızlıklar peşini bırakmaz. Sinemada hangi tür popülerse onu çeker. Dini filmler revaçta olunca dini filmler yapar, Türkücü filmleri seyircinin ilgisini çekince o türe yönelir. Yeşilçam’ın meşhur erotik film furyasında bile yer alır. Zaman gelir memleket sınırlarını aşar; Ürdün’e film çekmeye gider. Ürdün Kralının oyuncu olma hayaliyle yanıp tutuşan oğluyla filmler çeker yetmez Ürdün Kralı tarafından sarayda bile ağırlanır. Bu da yetmez İzmir’de tesadüfen karşılaştığı karateci Serdar’ın “kanına girer” onunla yerli Rocky serisi bile yapar. Kitabın en güzel taraflarından biri de Çetin İnanç’ın bu dönemleri olanca samimiyetiyle- biraz da bitirim bir üslupla- ve yeri geldiğinde kendisiyle dalga bile geçerek anlatması olsa gerek. Pınar Öğünç, Çetin İnanç’ın hikayesini maharetle metne aktarmış, kitapta söyleşi havası yok aksine roman tadında bir hikayeyi okuyor gibiyiz.
Cüneyt Arkın’la dünyayı kurtarırken
Çetin İnanç’ın sinema kariyerinde ayrı bir yerde duran kişi ise Cüneyt Arkın olur. Cüneyt Arkın’la katil ninjalara, gözü dönmüş canilere, zombilere, mumyalara dersini verir. Yeri gelir dünyanın sınırları yetmez onlara, sıra dünyayı kurtarmaya gelmiştir. Çetin İnanç ve Cüneyt Arkın, uzaya çıkarlar, dünyayı ele geçirmeye çalışan şeytani kötü Sihirbaz’ı mağlup ederler dünyayı kurtarırlar ama Arkın’ın deyimiyle “yapımcıyı batırırlar”. Bugün Dünyayı Kurtaran Adam kült mertebesinde kabul ediliyor. Filmin “Turkish Star Wars” ismiyle beynelmilel bir şöhrete bile sahip. Çetin İnanç’ın en bilindik filmi olarak biliniyor aynı zamanda tüm zamanların en kötü filmleri listesinde de yer alıyor. Uzun yıllar gençler arasında hafif alaycı bir bakışla ve gülmek için izlenen filmlerin başında geliyordu. Lakin filmin son yıllarda fantastik sinemanın müptelaları tarafından yeniden keşfedildiğini ve sadece gülmek için değil de biraz ciddiyetle ele alınıp, bu filmin nasıl çekildiğine dair kafa yoranların olduğunu da söyleyebiliriz.
Çetin İnanç, filmi ekonomik yetersizlikler sebebiyle birçok farkı filmden sahnelerle zenginleştirmiş. İçerisinde Star Wars da var, mumyalar da, İndiana Jones’un müziği de, Flash Gordon da. Bu melezliğin filmi ilginç kıldığını, Dünyayı Kurtaran Adam’ın türler arası gezintisi onu ilginç bir pastiş sinema örneği yaptığını kabul eden de var. Bugün Çetin İnanç’ın elinde filmin hiç bir kopyası yokmuş hatta filmin afişi bile yokmuş. Filmin afişlerini İzmir’den İstanbul’a taşınırken tabaklara ve bardaklara sarmışlar ellerinde hiç kalmamış bu yüzden. Çetin İnanç, sinema kariyeri boyunca 134 film sığdırmış. Bir günde çektiği film de var, bir haftada da. ‘Jet Rejisör’ lakabı çekmiş olduğu bu film enflasyonundan ötürü geliyor. Kendisinin sinema hikayesine okurken Yeşilçam tarihini okuyorsunuz bir anlamda. İmkansızlıklar, yılda 200 film çeken bir sinemanın nasıl endüstrileşemediği, hayallerinin cepteki parayla asla denk düşmediği, sansürün, askeri darbelerin sinemayı nasıl etkilediğini de okuyorsunuz. En çok da sinema kariyeri boyunca istediği filmi hiç çekememiş bir yönetmenin hüzünlü hikayesini tanıklık ediyorsunuz.
“Büyüyünce şu mesleği yapacağım diye hiç düşünmedim. Soranlara hep “büyünce mutlu olacağım” derdim. Bu yüzden de beni mutsuz edeceğimden korktuğum her şeyden kaçtım. Çok ciddiye almadım hiçbir şeyi. Hala da hayalciyim, hala da çok ciddiye almam hayatı. Bu galiba filmciliğimde işe yaradı. Bazıları benim için “palavradan filmci” der, hayat palavra be! hangimiz palavradan değiliz?”
Can Öktemer – edebiyathaber.net (26 Ekim 2016)