Söyleşi: Sibel Unur Özdemir
Kadın, ırkçılık ve göçmenlik temalarının ağır bastığı öyküler, tiyatro oyunu ve romanlar yazan Dursaliye Şahan; yerel ve ulusal gazetelere röportajlar yaptı, karikatürist Semih Bulgur ile birlikte, ‘Zabit Londra’da’ haftalık bant karikatürünü hazırladı.
Zaman zaman çocuklar, engelliler ve yetişkinler için yazı atölyeleri de düzenledi.
Pek çok öyküsü İngilizceye çevrildi. Hazırladığı sinema projesi 2012 yılında Kültür Bakanlığından senaryo desteği aldı.
Çocuk gelinleri anlatan Güvercin isimli projesi iki özel kanalda dizi film olarak oynadı.
Ödüle alışkın bir yazar olan Dursaliye Şahan bu kez de Çiğli Belediyesi Fakir Baykurt Roman ödülü alan “Bul Beni Anne” isimli eseri ile okuyucu karşısına çıktı.
O halde ilk önce Bul Beni Anne’yi soralım Dursaliye Hanım’a. Sizi bu romanı yazmaya götüren süreci anlatır mısınız bize.
Yıllar önce yetiştirme yurdunda gönüllü annelik yaptığım, cami avlusuna bırakılmış Cemil Uslu adında bir çocuk vardı. Yurt dışına çıkınca iletişimimiz kesilmişti. Sonra birbirimizi bulduk. Yetiştirme yurtlarından çıkınca tamamen yalnız kalmış, hayatı daha da zorlaşmıştı. Kısaca söylemek gerekirse; Bul Beni Anne onun hayatından esinlenerek yazdığım bir roman. Zaten kimsesiz çocukların hayatına ayna tutmak arzusu hep vardı içimde.
Sanırım yirmiye yakın ödül aldınız çalışmalarınızla. Ödül almak güzel ama omuzlara yüklediği sorumluluk da büyük. Aldığınız her yeni ödülle bu sorumluluğu hissettiniz mutlaka. Bunun üstesinden nasıl geldiniz? Yeni bir esere başlarken bir öncekinden iyi olması gerekli diye düşündünüz mü ya da şöyle sorayım yazdıklarım öncekinden iyi olmazsa diye endişeye kapıldınız mı?
Hiç ama hiç endişeye kapılmıyorum. Asıl yük en iyi olma yarışına girmek. Ben yazarken kafamda bir dünya yaratıyorum. O zaten bana göre o anda olmak istediğim dünya. Bütün ödüllerin de üzerinde. Bazen yazıp bitirdiğim öykülerin içinden çıkmak zor bile geliyor. Sanıyorum birçok yazar yarattığı karakterlerini capcanlı hissediyor. Ben de öyleyim.
“Bul Beni Anne” 1974 yılında Fatih Cami avlusuna bırakılan bir bebeğin, Cemil’in hikayesi. Gerçek bir olaydan yola çıkılarak kaleme alınmış. Romanda anlatılanların hepsi gerçek mi yoksa kurguladınız mı?
Az önce söylediğim gibi o bebeğin bulunduğu andaki sonraki hayatından esinlenerek yazıldı roman. Şunu söyleyebilirim. Romanın eksiği var fazlası yok. Kurgu yaparken birçok olayı romantize etmeye çalıştım. Bazı hayatların gerçeği kolay kolay yazılamaz. Böyle bir dünyada Cemil gibi tamamen yalnız olmak sanıldığından daha zor. Cami avlusuna bebek bırakanlar bilmelidir ki, o çocukların hayatı zor ama çok geçecek. Kaldı ki, devlet istendiğinde, anne babanın kimliğini gizli tutabiliyor. O çocukları doğrudan yetiştirme yurtlarına teslim edip, en azından arada bir ebeveyn olarak gidip görmek, onların aidiyet duygusunu yaşamalarına izin vermeleri o çocuklar için çok kıymetli.
Cemil gibi sokaklarda yaşayan onlarca çocuğun varlığına dikkat çektiğiniz için teşekkür ediyorum size. Gerçekten de parklarda, sokaklarda yaşayan çocuklardan korkuyor, kılığından kıyafetinden ürküyor ve onlardan uzak duruyoruz. Oysa bir parça ekmeğe, bir yudum suya en önemlisi de sevgiye ihtiyaçları olduğu akılımıza gelmiyor. Cemil’in yaşadıkları bize gerçekleri, insanı, insan olmayı hatırlattı. Romanı yazarken bu mesajları vermeyi amaçlamış mıydınız?
Genelde öykü ve roman yazmaya başlarken kafamda elbette bir fikir oluyor ama yazmaya başladıktan sonra bilinmeyen bir yolun götürdüğü mekanlara veya olaylar zincirine sürüklenebiliyorsunuz. Romanı yazmaya başlarken tamamen Cemil’in gerçek hayatını yazma düşüncesiyle yola çıkmıştım. Yani biyografi gibi. Ama sonra baktım ki, onları olduğu gibi yazmak zor. Devreye kurgu girdi.
Cemil, yurtta büyümüş, ayağı engelli bir çocuk. Bu engeli hayata yenik başlamasına neden oluyor yani Cemil bunu sık sık dile getiriyor. Hâlbuki diğer insanlar gibi her ihtiyacını yerine getirebiliyor. Şanssızlığı küçük yaşta ‘hırsız’ damgası yemesinden kaynaklı. Oysa arkadaşı Şeref gibi sevilmek, Şeref’te var olduğu ve onun için herkes tarafından sevildiği söylenen ‘şeytan tüyü’nü görmek için ceplerini karıştırırken yakalanması ve yurt idaresi tarafından dinlenmeden, anlaşılmadan bütün hayatını etkileyecek ‘hırsız’ kelimesinin dosyasına işlenmesi ile çizilmiyor mu Cemil’in kaderi?
Evet Cemil hem kimsesiz hem de engelli bir çocuk. Asılsız hırsız damgasını da çok kolay yiyor ama etrafımızda zaten hak etmediği suçlamaların bedelini ödeyen insanlar yok mu? Hep adalet adalet diyoruz ya. Aslında sadece kurumlarda değil, toplumda da adalet duygusunun yerleşmesi önemli. Bazen küçücük bir yalanın insanları nasıl yaralayabileceğini bilmek ve çocuklarımıza öğretmek gerekiyor.
Cemil’in yaşadığı en büyük eksiklik bence merhamet ve şefkat yoksunluğu.
On sekiz yaşını dolduran çocuklar iş ve ev bulunarak yurtla ilişkileri kesiliyor. Ne kadarı hayata tutunabiliyor bilmiyorum ama Cemil’in hikayesinde görüyoruz ki bu büyük eksiklik.
Haberlere sık sık konu olan bir gerçek bu. Yurtlarda kalan çocukların güvenli devlet desteğine daha fazla ihtiyacı var. Ayrıca toplum bu konuda daha fazla bilgilendirilmeli. Gönüllülük kurumları desteklenmeli ve çocukların yararına olacak eğitimler verilmeli. Daha yeni bir dizi (Yargı) bu konuyu işledi diye Aile Bakanlığı şikâyette bulundu. İyi ama zaten bu sıkça dile getirilen bir konu. Haberlere konu oluyor. Parti başkanları dile getiriyor. Milletvekilleri tanık oldukları olayları anlatıyorlar. Gerçek olduğu aşikâr. Suç örgütlerinin yetiştirme yurtlarıyla bağlarının ne olursa olsun kesilmesi gerekiyor.
Cemil’in hayata tutunmasındaki en önemli kişi annesi. Onu cami avlusuna bırakan kadını arayıp bulmak istiyor. Ben olsam arar mıydım, diye düşünmeden edemedim. Bir de insanlar bakmayacağı, sevmeyeceği çocuğu neden dünyaya getirirler ki dedim kendi kendime. O masumun suçu ne, neden yaşamak zorunda kaldı onca olumsuz şeyi?
Cemil’in annesi hayatında yok. Doğduğunda ne kadar süre çocuğuyla birlikte olduğunu da bilmiyoruz. 1974 yılında niye bıraktığını bilmediğimiz gibi. O yıllarda Fatih’te yaşayan bu olaya tanık olmuş ya da bilgisi olan biri belki Cemil’e ulaşıp ailesi hakkında bilgi verebilir. Aslında Cemil’in beklentisi de bu yönde. Ailesini bulmak.
Her bebek doğduğunda masum. Yaşadıkları hayatlar, çevreleri onları olumlu/olumsuz etkiliyor. Cemil sokaklarda yaşadığı halde kendini tinercilerden, hırsızlardan, sapıklardan, akıl hastalarından korumayı başarmış. Cemil’in söylediği gibi sokak üstü başı kirlettikçe yüreği ve ruhu temizliyor muydu gerçekten?
Bilmem. Sokakta kalmak zorlu bir sınav olsa gerek. Cemil de bu sınavı başarıyla geçmiş biri aslında.
Bir insan köklerini bulmayı neden ister? Bir yere ait olmak, dört duvar ve başının üzerindeki çatı neden insan hayatında bu kadar önemlidir? Cemil’in karanlığın bir parçası, gecenin iblislerinden biri olması, hayalini kurduğu sıcak bir ev özlemi ile son bulacak mı? Bul Beni Anne’yi okurken bu soruların cevabını fazlasıyla öğreniyoruz ama ben bir de sizden duymak istiyorum.
İnsanın doğasında aidiyet duygusu yok mu? Çocuğun en yakını annesi. Onun yokluğuna dayanması, kabullenmesi elbette kolay değil. Barınma ihtiyacı da çok önemli.
Yurtların çocuklara 18 yaşından sonra da destek vermesi onları izlemesi gerektiği kanısı oluştu bende.
Tamamen haklısınız. Bu neden yapılmıyor bilmiyorum.
“Bul Beni Anne” bana sokaklarda yaşayan çocukları ötekileştirmeden, ön yargılı davranmadan, onlar için ne yapılabiliriz, diye düşündürttü. Sizin bu konuda sosyal sorumluluk projeleriniz var mı?
Yetiştirme yurtlarında gönüllü çalışmalarım oldu. Hatay’da yıllar önce çocuklara yaratıcı yazı atölyeleri düzenlemiştim. Çok keyifli, çocukları çok eğlendiren çalışmalar olmuştu. Hala onlardan kalan kitapçıkları saklıyorum. O çocuklar şimdi kim bilir nerelerde? Hepsi birer yetişkin olmuştur. Benim onca deneyimden sonra edindiğim kanaat şu oldu. Yetiştirme yurtlarındaki kimsesiz çocukların maddi destekten çok manevi, bilinçli manevi desteğe ihtiyacı var. Maddi kısmı zaten devlete ait.
Eserlerinizde verdiğiniz mesajları mı yoksa edebi kısmını mı önemsiyorsunuz?
Romanlarda, öykülerde edebiyat çok kıymetli. Ancak ben gerçekçi, toplumsal konuları ele alan yazarlardanım. Orhan Kemal tarzı da denebilir. Yalın bir dille yazmaya çalışıyorum. Hikâyenin okuyucu tarafından anlaşılması benim için çok önemli. Edebi yanına da elimden geldiğince özen gösteriyorum.
Bul Beni Anne yayımlanmış son romanınız. Sırada başka bir projeniz var mı?
Evet. Uzun süredir meclisi yazmak istiyordum. Her gün haberlerde izlediğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi kameralar kapandığında nasıl acaba? Geçenlerde bir milletvekili, “Bakmayın kameralar önünde kavga ettiğimize. Kameralar kapandığında biz oturup karşılıklı çay kahve içerek sohbet ediyoruz,” dedi. İşte tam bu cümlenin ortaladığı bir roman yazdım. Üstelik mizah. Dosya yeni bitti. En kısa sürede okuyucu ile buluşmasını diliyorum.
Müjdeli haberinizi almak mutlu etti bizi, inşallah en kısa zamanda yeni romanınızı da okuruz. Söyleşimizin sonuna geldik Dursaliye Hanım. Sizi kutluyorum. Sokak çocuklarına karşı bakış açımızı değiştirdiğiniz için teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum.
Ben teşekkür ediyorum.
edebiyathaber.net (4 Ocak 2024)