1950 Kuşağı dendiğinde akla ilk gelen isimlerden olan, tarzıyla ve edebî söylemiyle pek çok öykücüyü etkileyen Orhan Duru, klasik anlayışları paranteze alıp kendisine özgü bir anlatı dili kurmuştu. Düşlerle, ironiyle, mizahla ve hicivle nefes alıp veren bu dil, Duru’nun alametifarikası ve imzasıydı. Etrafında olup bitenleri ve günlük yaşamı takip eden ve bunları kurmacayla bir araya getirip hikâyeler oluşturmuştu. Çağrışımlara açıktı ve yeni sözcükler de yaratıyordu.
Duru’nun bu öykü evrenini en iyi yansıtan kitaplardan biri olan Düşümde ve Dışımda yeniden okurla buluşurken yazarın dış dünya-kurmaca bağlantısını nasıl güçlü biçimde oluşturduğunu görüyoruz bir kez daha.
‘Ölümler hep yaşamı anımsatıyor bize’
Düşümde ve Dışımda, Duru’nun günlük yaşamdan çekip çıkardıklarını ve kurmacayı harman ettiği öykülerden oluşuyor. Savaşın gelip gelmeyeceğini soranlara her yanı saran inşaatları gösteriyor mesela. Asıl savaşın, insanın çevreyle kurduğu ilişkide ortaya çıktığını ve kâr hırsının, her şeyin önüne geçtiğini ironik biçimde hatırlatıyor yazar.
Duru, konuşmaktan önce dinlemenin ne kadar önemli ya da bakıp görerek yaşamanın nasıl hayatî olduğunu vurguluyor. Yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğunu, ölümün bir anda gelebileceğini ve geride kalanların çabucak bencilleşebileceğini de ekliyor: “Ne kadar kırılgan bir yapıda insanoğlu. Olmadık şeylerden ölüveriyor hemen. Direnci bir noktaya kadar gelip orada kalıyor. Kimi trafik kazalarında ölüyor, kimi savaşlarda, kimi karakollarda, bir bölümü hastane koridorlarında ve yoğun bakımda. Kimi ölü ele geçiriliyor, kimi sokak ortasında can veriyor. Çıt diye bir şey kırılıyor. Kurtuluş yok. Kimi beyin kanamasından ölüyor, kimi komaya girip orada kalıyor, bir daha çıkamıyor. Kimi kötü hastalıktan mum gibi eriyor. Kimi ölmese bile sürünüyor. Ölümler hep yaşamı anımsatıyor bize. Değer bilmiyoruz ve benciliz. Her ölümün ardından gizlice ‘Biz yaşıyoruz ya…’ diye geçiriyoruz içimizden.”
Duru, metinlerinde bazen bir filmin içine bazen de bir apartman yönetim kurulu toplantısına gönderiyor okuru. Barışçıl insanları ararken birbirinin gırtlağını sıkmak için fırsat kollayanlara denk geliyor. Rastladığı bir başka grup ise tüketim çılgınlığına tutulanlar; kendisine ve nesnelere taparak yaşadığını sanan bu topluluk, sanal ve gerçek hayat arasında ayrım yapamıyor yazara göre. Düzensiz yapıların üst üste yığıldığı kentte nefes alıp vermeye uğraşırken etrafını da kendisine benzeten hatırı sayılır bir kalabalık bu.
‘Bellek torbasını boşaltmak istiyorum kimi zaman’
Duru, öykülerinde eskinin bozuluşu ve yeninin kuruluşu arasında bocalayanları anlatıyor. Yedikçe yiyen ve doymayan bir mide uygarlığından bahsederken fırsat ekonomisinin ve paradan para kazanma düsturunun yaşamda açtığı gediklerden dem vuruyor. Dolayısıyla söz, dönüp dolaşıp hortumculara ve onların trajikomik hikâyesine geliyor.
Düşe kalka, çöplere bata çıka, kalabalığa vücut çalımı ata ata ilerliyor Duru; şehirden kaçıp az biraz sakinliğe ulaştığından denize açılıyor, balık avlamaya yeltenip kıyıya eli boş çıkıyor. Teknede olduğu süre içinde ruhunu ve gözünü bozan her şeyi unutuyor. Ardından, coğrafyamızın değişmezleri aklına düşüyor: “Enflasyon durmadan katlanarak yükseliyordur ve para hızla eriyordur. IMF arada bir gelip ziyaret ediyordur. Bir yerlerde düzenlenen yeni yasalar, yeni vergiler getiriyordur. (…) Kara paralar aklanıyordur. İşsizlik artıyordur. O kadar uğraşsanız da elde avuçta bir şey kalmıyordur. Bir yerlerde derin devlet ve sığ özel sektör yeni tuzaklar hazırlıyordur. Bu tuzaklar için yeni oltalar alınıyordur. Gizli anlaşmalarla satılıyorsunuzdur. Basın ve medya suskundur (…) emekli aylıkları ve bütün aylıklar gittikçe düşüyordur. Yoksulluk sınırının altında kalıyorsunuzdur.”
Duru, belleklere sesleniyor Düşümde ve Dışımda’da; günü yaşıyor, dünü hatırlayıp hatırlatırken hafızayla ilgili soru ve sorunlarını sıralıyor: “Bellek torbasını boşaltmak istiyorum kimi zaman. Başaramıyorum bunu. Boşalsa ve içine yenilerini doldursam diyorum, yoksa bir gün torbanın dolup taşmasından korkuyorum. Üstelik bellek torbasına atılanlardan kurtulmak da güç. O yüzden belleğimize attıklarımızdan bir bölümünü çıkarıp çöpe atsak daha iyi diye düşünüyorum ama bunu da başaramıyorum. (…) Bellekte ve ezberde yaratıcılık yok. Hepsinde bir çeşit belgeleme var. Belgeleme ve kayıtlama. Tutanaklara geçirme. Saçma sapan da olsa tutanaklara geçirme. Bir çeşit gereksiz ayrıntıları üst üste yerleştirme.”
Duru’nun gözlemciliğiyle ve yaratıcılığıyla karşılaşıyoruz Düşümde ve Dışımda’da. Olaylar ve çağrışımlarla örülü metinlerde yazarın, ironik ve mizahi bakış açısını görmek mümkün. Günlük yaşamdan çekip çıkardıklarını bu üslupla hikâyeleştiriyor Duru ve bilindik kalıpların dışına çıkıyor yine.
Kaynak: Düşümde ve Dışımda, Orhan Duru, YKY, 154 s.
edebiyathaber.net (18 Ekim 2022)