2022 Yunus Nadi Ödülleri kazananları Ekim ayında duyurulmuştu. Belgin Bıyıkoğlu, Dünya Döner Renkler Kalır adlı eseriyle bu yıl roman dalında ödülün sahibi oldu. Bıyıkoğlu’nun eseri Ekim 2021’de Destek Yayınları’ndan okuyucuya ulaşmış, Mart 2022’de ikinci baskı piyasaya çıkmış. Yazarın çalışmalarının daha geniş bir okur kitlesine kavuşmasını dileyerek biraz da bu ödüllü romanı birlikte inceleyelim.
Dünya Döner Renkler Kalır’ın ana karakterlerinden Feride ile Cahide ortaokul yıllarında tanışıp arkadaş olurlar. Her ikisinin de küçükken ebeveynleri tarafından terk edilmelerinden kaynaklanan çocukluk travmaları dostluklarını pekiştirir. Yine de birbirleriyle paylaşmadıkları büyük sırları vardır ve bir dizi gelişmeler orta yaşa ulaşmış kahramanlarımızın bu sırlarını açığa çıkaracaktır. Roman Cahide’nin terk edilme bunalımı yaşadığı bir kış günü, 2015 yılının Kasım’ında başlar; zamanda geri gidişlerle birlikte 2016 baharında sonlanır. (Anlatı boyunca kahramanlarımız Çanakkale-Bursa -İstanbul arasında mekik dokuyacaktır). Gezi olaylarının üzerinden iki yıl geçmiş; su kaynaklarının, ormanların, verimli arazilerin talanı hızlanmış; toplumsal dokudaki zedelenme derinleşmiştir. Bu şiddet sarmalı yetmiyormuş gibi yurdun dört bir yanında art arda bombalar patlar. Herkes, her şey bir köşeye kıstırılmıştır sanki. Cahide’nin bir ara dediği gibi: yağmur hep aynı tempoyla hiç dinmeyecekmiş gibi yağmaya devam etmektedir, tıpkı hiç bitmeyecek zannedilen yaşamın hüzünlü günleri gibi.*
Metni okurken karakterlerin geçmişi hakkında pek çok bilgi ediniriz. Cahide ve Feride 1980 Darbesi’nin ülkeye çöktüğü dönemde üniversite öğrencisidir. Sol ideolojiye sempati duyarlar. Yakın akrabalarından miras kalmış değerli mülklere ve yüksek statülü mesleklere sahiptirler. Mezuniyetten sonra üniversitede yıllarca öğretim görevlisi olarak çalışmışlardır. Feride’nin evliliği çok kısa sürmüş, sonrasında kimseye bağlanamamıştır. Toplumsal sorunlara duyarlı Feride’ye kamuya açık alandaki bir konuşması nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı getirilir. Romanın başlarından itibaren ana karakterlerimize eşlik eden Fikret ve Rüya’ya gelirsek: Rüya 1970’li yıllarda Paris’te resim eğitimi alır. 2015’te İznik Gölü kıyısında, gelirinin neredeyse tamamını yoksul kız çocuklarının eğitimine ayırdığı bir pansiyon işletiyordur. Cahide’nin abisi Fikret ise Galatasaray Lisesi mezunu bir avukattır. İşi sayesinde çok iyi paralar kazanıyor yanısıra Validebağ gönüllüleri ve Rüya’nın işletmesine hukuki destek sağlıyordur.
Tükettikçe tüketmek
Anlatının başlarında Cahide eşi tarafından terk edilmenin acısıyla kendini yapayalnız hisseder. Peki insan nasıl olur da kafaca yakın bellediklerinden ayrışır? Kayda değer bir sorudur bu ve cevapları çeşitlendirebiliriz. Söz gelimi tam zamanlı hengamelere dalmışsınızdır. Kariyer basamaklarında tepelere tırmandıkça dünyayla aranızda kalınlaşan bir kabuk oluşturmuşsunuzdur. Kişisel tarihinizle ilişkili çevrelere girip çıkmaz olmuş, o ya da bu kişilerden uzaklaşmışsınızdır. Konumumuz benliğinize karışmış, özlemini çektiğiniz eşit ilişkiler yerini hiyerarşik kademelenmelere bırakmıştır. Villalarda veyahut rezidanslarda giysi odaları oluşmuş; Chanel takımlardan, Milano’dan satın alınmış stilettolardan geçilmez olmuştur. Ek olarak Fikret’in, daha romanın başlarında kulağımıza fısıldadığı itirafları da aynı yöndedir. Hayatın tadı çıkarılmalıdır ve o da bunca zaman öyle yapmıştır. Cahide de Fikret de iyi giyinirler. Bol bol seyahat ederler. İyi lokantalarda, iyi şaraplar eşliğinde, iyi yemekler yerler. Tatillerini yurtdışında lüks mekanlarda geçirirler. Onların yaşamlarına dair bu türden ayrıntıları bilmemiz romandaki başka bazı karakterlerle aralarındaki konum farkını bariz hale getirir. Saniye ile ötekiler arasında; Dilber’le, Cahide-Feride arasında; Fikret’le kapıcısı Hasan arasında. Ekonomik-kültürel uçurum vurgulanmaz tabii ki fakat hemen göze çarpar. Ayrıksı bir karakter olarak Saniye’nin iç dünyasında neler olup bittiğini özellikle merak ederiz. Ne var ki onu çok az tanıyabiliriz ve bu tanışıklığımız Saniye yakın akraba kimliğiyle aileye katıldıktan sonra birazcık daha ilerler. Eğitim hayatından mahrum kalmış Saniye’nin, kasabadaki kapalı yaşamının yeteneklerini, becerilerini körelttiğini biliriz. Gelgelelim İstanbul’da Cahide’nin mülklerinden birine taşındığında onun kendi gerçeğine dair neler hissettiği hakkında, yeni çevresine dair çıkarımları hakkında pek bir şey bilemeyiz. Yine de Saniye gelişimini sürdüren bir karakter olarak aklımızda kalır.
İnsan elli üç yaşında on sekiz olabilir
Cahide de, Feride de, Fikret de mesleki yaşamlarında tatmine ulaşmışlardır artık. Biz onları, deyim yerindeyse, yaşamlarının yeni bir evresine geçmek üzereyken tanırız. Tam da o günlerde büyük bir şirketin yetkilisi Fikret’i arayacak, Çardak’ta, aileye ait bir arazinin satışı için teklif sunacaktır. Bu gelişme önce herkesi şaşırtır. Zira o güne değin bu toprak parçasından kimsenin haberi yoktur. Bu arada Cahide’nin kızı Derin, eşi Berk’le birlikte geliştirdikleri çiftlik kurma hayallerinden annesini haberdar eder. Hemen zihinlerinde bir tasarı oluşur: Toprak tarıma elverişliyse satıştan vazgeçecekler, araziyi Derin’lerin çiflik projesine vakfedeceklerdir. Firma yetkilileri, araziyi organik tatil köyüne dönüştüreceklerini söyleyip dururlar. Ancak bizimkilerin yerinde yaptıkları araştırmayla bunun bir yalan olduğu ortaya çıkar. Asıl amaçladıkları şey jeotermal bir tesis kurup işletmektir. Verimli topraklarda, ekosisteme zarar vermeden tarımı sürdürmek ya da arazilerin doğayı talan edenlerin elinde heba olması. Romandaki temel çatışma bu ikilikten doğar. Bütün bunlar olup biterken kahramanlarımız ister istemez kendi iç dünyalarında dönüşüm yaşayacaklardır. Bir başka deyişle roman değişimin, dönüşümün anlatısıdır.
Carlos Fuentes’in Cennetteki Adem’inde, genç şair Abelardo, anlatının bir yerinde, yozlaşma karşısında dehşete kapılarak Tanrı’yla konuşur ve nüfuz ve şöhret sahibi olmak uğruna onun her şeyi göze almasına izin vermemesini, ona şöhret değil evladının, eşinin, dostunun başını sokabileceği bir yuva vermesini, onu pohpohçulardan kurtarmasını, gençliğini zamanla yitirmesine izin vermemesini, yaşlandıkça gençleşmesini dileyerek yakarır Tanrı’ya. Fuentes’in romanını okurken ister istemez bu dünyadaki varlığımıza yüklediğimiz anlamlarla hayattaki tercihlerimiz arasında salınıp duran bağlantıları daha net görürüz. Üstüne üstlük insanın mutluluk arayışı bezginliğe kafa tutarcasına her daim farklı biçimlere bürünecektir de. Zira doğadaki muazzam çeşitlilikten tüm ruhu ve bedeniyle pek çok şey öğrenmez mi insan? Ama işte insanın kendi biricikliğini keşfedebilmesi, o sakinliği yakalayıp kendi renklerini oluşturabilmesi kendini maddi açıdan güvende hissetmesiyle, insanca yaşamasına yetecek gelire kavuşabilmesiyle mümkün olabilir. (Graeber’in Tırışkadan İşler’de dediği gibi kendi kendimize bakabildiğimize göre bu hakka zaten sahibizdir.) Gelin görün ki otoriteler (devlet, büyük şirketler) eşitlikçi bir dünya tahayyülünden hoşlanmadıklarından derin sınıf farklılıklarını olağanlaştırırlar. Fakirliğin bireyin tembelliğinden kaynaklandığında ısrar ederler. Dünya Döner Renkler Kalır’ın kahramanlarının, şans eseri, daha doğarken edindikleri maddi güvenceler ise onları, piyasanın, çoğunluğun üzerinde bıraktığı -az önce bahsettiğimiz türden- hasarlardan azade kılıyor. Kahramanlarımız böylece ne mutlu ki kendi renklerini oluşturabiliyor, bununla da kalmayıp gelecek kuşaklar üzerinde etki alanı yaratabiliyorlar.
Yan yana durmak, bozulanları onarmak
Bazı sırlar bir ömür boyu saklanabilir. Ama bazen de açığa çıkmaları kaçınılmaz hale gelir. Belki de insan tepeden tırnağa sevildiğinden emin olduğunda beliren o yoğun mutluluk anları, sırları da saklandıkları yerlerden çıkarıverecektir. Bu karmakarışık dünyadaki en dönüştürücü gücün aşk olduğunu hatırlatır roman. İnsani değerlerin kaybedilmediğini, özgürlük-kardeşlik ideallerinin biçim değiştirerek gezindiğini de… Nitekim Berk ile Derin “Gezi”de birbirlerini bulmuşlardır. Orada “öteki”yle temas ederler. Gezi’deki kırılma ister istemez dönüştürür onları. Hem bu kırılma yakın akrabalarına da sirayet etmemiş midir? Roman boyunca görürüz bunu. Aşk Rüya’yı da, Fikret’i de, Cahide’yi de değiştirir; başka bazı şeylerle birlikte: Rüya’nın hayattaki amacını bulmasını sağlayan şey aşkla birlikte yaşadığı büyük şoklardır aynı zamanda. Fikret çiftlik uğruna çabalarken benliğine işleyen “aydınlanma” anları yaşar. Bunları yaşadıkça Feride’ye daha çok âşık olur. Çiftlik inşa edilirken o da kendini âdeta yeniden inşa eder. Yöre insanlarıyla, çevre örgütleriyle temas ederek bölgeyi yakından tanımıştır. Bir ara şöyle der: “insan gerçeği o kadar net görünce görmezden gelemiyor artık. İnsanlık için yola çıktığında, artık senin evin o yol oluyormuş, yol üzerinde rastladığın insanlar da ailen ve hayatın anlamı sadece senin değil dünyadaki diğer insanların da mutluluğu olduğunda artık o yolun dışına çıkamıyormuşsun”** Yaşanan toplumsal çöküş nedeniyle sıradan insanları suçlamakla yetinmek yerine entelektüelin sorumluluğunu hatırlar Fikret. Hayat bir döngüdür. Kendini birdenbire bütünlüklü duyumsayabilme halinin yaşı yoktur. Fikret altmışında anlar bunu ve geç kaldım diye hiç de hayıflanmaz. Feride de Fikret’le sarsıntı geçirmiş ama sonra yenilenmiştir. Cahide ise ellilerinde tutkuyu, cinsel hazları keşfettiğinde çocukluk travmasının tüm yaşamını etkileyen ağırlığından kurtulur artık.
Romanda doğa da dönüşümün bir parçasıdır ve kişilik kazanır. Dışarıda kar yağarken şöminede odunlar çıtırdıyordur. Mutfaktan güzel kokular gelir. Zencefilli kurabiyeler ve kahve eşliğinde koyu bir sohbet sürüp gider. Gölün yüzeyinden yükselen buğu, ay ışığının suya yansıması, kapının yanındaki kar botları, lapa lapa yağan kar her şey ama her şey yaşayanları kutsamaktadır. İçerisi bahar, dışarısı kıştır; yüreklerde de bahar ve kış bir aradadır. Dünya Döner Renkler Kalır’da yazar düşünelim diye avucumuza çok şey bırakır.
Dipnotlar:
Age. sırasıyla syf. 18, 473
edebiyathaber.net (1 Aralık 2022)