Haruki Murakami, çağdaş dünya edebiyatının en önemli isimlerinden. Kitapları birçok dile çevrilmiş durumda ve dünyanın birçok yerinde hatırı sayılır bir hayran kitlesi var. Türkiye’de de son yıllarda Murakami romanlarına yönelik bir ilgi söz konusu. Yeni kitapları merakla bekleniyor, çıkar çıkmaz da büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Geçtiğimiz haftalarda Doğan Kitap tarafından yayınlanan Sputnik Sevgilim, Murakami’nin 1999 yılında yazmış olduğu bir roman. Kitap Ali Volkan Erdemir tarafından başarılı bir şekilde Türkçeleştirilmiş.
Sputnik Sevgilim, bilindik Murakimi üslubunun olduğu bir roman. Yalnız kahramanlar, gizemli bir hikaye, şık arabalar, edebiyat tarihinden önemli yazarlar ve klasik müzikten rock müziğe varana kadar enfes bir müzik seçkisi kitap boyunca bize eşlik ediyor. Sputnik Sevgilim, adını Sovyetler Birliği’nin 4 Ekim 1957 yılında uzaya gönderdiği ilk yapay uydudan geliyor. Sputnik aynı zamanda Rusça’da ‘yoldaş’ anlamına geliyormuş. Bu anlamda Murakami, kitabın ruhuna hizmet eden bir adla karşımıza çıkmış oluyor. Kitabın ağırlık merkezini ise işinden içinden çıkılması zor bir aşk üçgeni oluşturuyor.
“Yalnızlık Ömür Boyu”
Sputnik Sevgilim, klasik bir aşk hikayesi gibi dursa da hikayenin seyri öyle gelişmiyor. Murakami’nin o klasik anlatı kalıplarını yıkan üslubu burada öne çıkıyor. Murakami hikayesini düz anlatısal bir şekilde anlatmıyor. Hikayeyi ileri sarıyor, bazen geçmişe döndürüyor ve bilinçli boşluklar bırakıyor. Kitap boyunca hikayeyi bize adını bahşetmeyen K.’dan dinliyoruz. K., tipik bir Murakami karakteri, yalnızlığını seven, uzun süreli ilişkileri beceremeyen, kendisinden büyük kadınlarla birlikte olan, dünyanın gürültüsünden kaçıp kendi münzevi dünyasında kitaplara ve müziklere sığınan bir öğretmen.
Diğer karakterimiz ise Sumire. Sumire hikayenin başrolünde yer alıyor. K.’nın kitap boyunca bizlere sıklıkla hatırlatacağı üzere Sputnik Sevgilim esas olarak Sumire’nin hikayesi. Sumire, 22 yaşında içine kapanık “ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım” sözünü hatırlatırcasına gerçeklikle arasındaki ince bağdan kendisini koparmış, sürekli roman okuyan ve Kerouac gibi bir yazar olmak isteyen bunun için de üniversiteyi bırakmış birisidir. Sumire aynı zamanda bir kadına karşı tutkulu bir aşk yaşamaktadır. Onun ismi de Myu’dur. Myu, 30’larında şarap şirketi sahibi, zengin, karizmatik ve çekici bir kadındır. Sumire ile Myu bir düğünde tesadüf eseri tanışırlar. Sumire onu görür görmez vurulur. K.’nın durumu da çok karışıktır ve imkansız bir aşkın tam ortasında düşmüştür. Kendisi yakın arkadaşı Sumire’den hoşlanmaktadır. Sumire ise Myu’dan hoşlanmaktadır. Dolayısıyla işler yazarın ifadesiyle açıklayacak “karmakarışıktır”. Bu karmaşada durumu en zor olan K. gibidir:
“Myu, Sumire’ye âşıktı. Ancak ona karşı cinsel istek duymuyordu. Sumire bu kadına âşıktı, dahası ona karşı cinsel istek de besliyordu. Ben Sumire’ye âşıktım, ona cinsel açıdan ilgi duyuyordum. Sumire beni seviyordu ama bana âşık olmadığı gibi bana karşı cinsel istek de duymuyordu. Ben, adını gizlediğim bir kadına cinsel istek duyuyordum. Ancak ona âşık değildim.”
Üç karakterin yolu bir Yunan adasında kesişir. Yaz sıcağında bir anda denizden gelen rüzgarın etkisiyle perdelerin uçuştuğu, yolların hep denize çıktığı, nefis kumsalın ve harika yemeklerin olduğu bir cennettir adeta. Karakterlerimiz burada bütün dünyanın kirinden, gürültüsünden uzakta kendi geçmişleriyle, hayatlarıyla yüzleşirler. Sumire’nin adada gizemli bir şekilde ortadan kaybolması, Myu’nun yardım için K.’yı adaya davet etmesiyle işler daha karışık hal alır. Murakami, bu noktada hikayenin seyrini polisiyeye kaydırmaz aksine Sumire’nin kaybolmasıyla birlikte Myu ve K. yalnızlıklarıyla ve kendileriyle hesaplaşırlar. Özellikle de yalnızlık üzerine çok kafa yorarlar:
“Neden insanlar bu denli yalnız olmak zorundalar? Neden bu denli yalnız olunmak zorunda? Bu dünyada bu kadar çok insan yaşarken, her birimiz bir başkasından bir şeyler beklerken, neden bu kadar yalnızız? Yoksa gezegenimiz, insanların yalnızlığından beslenerek mi sağlıyor dönüşünü?”
Murakami, özetle karakterlerini Tokyo’dan Yunan adasına hayat, yalnızlık üzerine içsel bir yolculuğa çıkarır. Onlar bu derin yolculukta birbirlerine yoldaşlık ederler, destek olurlar. Karakterlerin hali ister istemez şu sözü hatırlatır: “ancak yalnızlıkları birbirine benzeyen insanlar uzun yolda birbirini kaybetmez.”
Aşk ve yoldaşlık
Murakami, Sputnik Sevgilim’de klasik bir aşk hikayesi anlatmıyor. Bir aşk hikayesinden beklenmeyecek şekilde uzun uzun karakterlerin iç dünyalarına eğiliyor, gerçek ve rüya arasında gelip giden bir öykü anlatıyor bizlere. Esas mesele edindiği konu ise aşk ve yoldaşlık oluyor. Murakami, kitap boyunca dünyada yönünü kaybolmuşların, yalnızların, bir türlü eksik yanını tamamlayamamış olanların hikayesini anlatıyor. Ancak tamamen kaybolursak kendimizi bulabileceğimizi ve hayatın bize gönderdiği bir takım işaretleri doğru okursak hayatın kıvılcımını yakabileceğimizi söylüyor. Bununla beraber her insanın özetle yarım olduğunu ve bu hayatta birbirlerine yoldaşlık yapanların ve kendilerini güvenle karşı tarafa açabilenlerin bütünü tamamlayabileceğini söylüyor. Sputnik Sevgilim, aşk, yoldaşlık ve yalnızlık üzerine bir çarpıcı bir roman. Murakami’nin o bilindik üslubunu sevenlerin kaçırmaması gereken bir kitap. Murakami’nin kitaplarını daha önce hiç okumamış olanlar için de iyi bir tanışma fırsatı.
Can Öktemer – edebiyathaber.net (6 Nisan 2017)