“Gerçek şudur ki, hareketler, imgeler olarak çok açıktır ve harekette kendisinde görülenden başka bir şey aramanın gereği yoktur. Bir atom, eylemlerinin ve tepkilerinin gittiği yere kadar giden bir imgedir. Bedenim bir imgedir, öyleyse bir eylemler ve tepkiler kümesidir. Gözüm, beynim imgelerdir, bedenimin parçalarıdır. Kendisi bir diğer imge olduğuna göre, beynim nasıl olur da imgeler içerebilir? Dışsal imgeler bana etki ederler, bana hareket aktarırlar ve ben hareketle yanıt veririm: Ben kendim bir imge, yani hareket olduğuma göre, nasıl olur da imgeler bilincimde olabilir? Ve dahası, bu aşamada ben’den, gözden, beyinden ve bedenden söz edebilir miyim?” (G.Deleuze)
Görsellik Çağı, görsel tüketimin zirve yaptığı bir temaşa devri… Sinemanın, hareketli resmin keşfi… Mağaraların stabil hayvan resimlerinden, katedrallerin kutsal öyküler anlatan resimli romanlarından sonra hareketin bir anlatma sanatı olarak icadı.
Başlangıçta böyle düşünülmese de sinema modern zamanların kutsal öykülerini anlatan, hakikatini üreten bir araca dönüşmüştür. Sanattan ve düşünceden bağımsız değildir. Sosyal, varoluşsal, siyasal… her türlü sorunun sinemalaştırıldığı dünyada, sinema üzerine düşünen bir filozof G. Deleuze ve kaleme alınmış iki temel kitap: “Hareket İmgesi” ve “Zaman İmgesi”. Düşünür, bir sinema teorisi ortaya koyma iddiasında olmasa da bu çalışmalar bugün sinema üzerine düşüncenin en temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Çünkü Deleuze, düşünce dünyasının bir parçası olarak dikkate alınmamış bir alan olan sinemanın felsefi bir değerlendirmesini yaparak, bu görsel temaşa sanatını düşünce dünyasına dahil ediyordu. Düşüncenin harekete aktarılmasıyla hareketin düşünceyi kışkırtması felsefeye de yeni bir tartışma alanı kazandırıyordu. Felsefeyi kavram üretmek olarak tanımlayan Deleuze, sinemayı şöyle tanımlıyor: “Herhangi bir an, bir diğer herhangi bir ana eşit mesafede olan andır. O halde sinemayı, hareketi herhangi anla ilişkilendirerek yeniden üreten sistem olarak adlandırıyoruz”.
Sinemanın, hareket ve sesi birlikte kullanarak resim ve fotoğrafı çok etkili bir imgeler dünyasına taşıdığı ve burada kendi hakikatini etkili biçimde defalarca üretme yeteneğine sahip olduğu ortadadır. Ve imgeler dünyasında dahi olsa bir hakikat üretiminin düşünce dünyasından bağımsız olması kabul edilemez. Sinematografik imge dünyasının iki temel yolundan birisi Hareket’tir. Düşüncenin hareketi olarak sinema, düşünce dünyasına dahildir. “Psikolojinin tarihsel krizi, artık belli bir konuma yerleşmenin mümkün olmadığı anla çakışır: Bu konum, imgeleri bilince ve hareketleri mekâna yerleştirmekten ibaretti. Bilinçte yalnızca niteliksel ve uzamsız imgeler olacaktı. Mekânda yalnızca uzamlı ve niceliksel hareketler olacaktı. Peki ama bir düzenden diğerine nasıl geçeceğiz?”… Sinemayla birlikte otomatikleşen hareket imgeye yeni bir ivme kazandırmış imge sanatın kendisine dahil olmuştu.
Gilles Deleuze’ün sinemaya dair sorgulamasını içeren ilk çalışması “Sinema I: Hareket-İmge” (Cinéma I – L’image-mouvement), Norgunk Yayınevi tarafından Soner Özdemir’in çevirisi ile yayımlandı. Bu müthiş çalışmada Deleuze, hareketi sanal bir imge olmaktan ve imgeyi de olası bir hareket olmaktan kurtarır. Daha önce Henri Bergson ve Edmond Husserl imge-hareket ilişkisini ele alan düşünürlerdi. Husserl “her bilinç bir şeyin bilincidir” derken, Bergson “Her bilinç bir şeydir” diyor, imge ve hareket arasındaki mesafeyi daraltmaya çalışıyordu. İşte sinemanın önemi burada idi; geliştirdiği hareket imgesiyle burada devreye girmeliydi. Çünkü sinema bir eğlence ve/veya temaşa sanatı olmaktan çok insanın düşünsel bir etkinliğinin neticesiydi.
“O halde sinema, istediği kadar bizi şeylere yaklaştırsın ya da uzaklaştırsın ve etraflarında dönsün, dünyanın ufkunu olduğu kadar öznenin dünyaya demir atmasını da ortadan kaldırmıştır… Daha çok dünyanın içinden bir gerçek dışına yönelen öteki sanatlardan farklı olarak sinema, dünyanın kendisini bir gerçek dışı ya da bir anlatı haline getirir. Sinemayla birlikte bir imge dünyaya dönüşmez, dünyadır kendi imgesine dönüşen.”
Deleuze’ün, düşünsel bir ihtiyaç sonucu hızla gelişen sinemanın tarihinden örneklerle ele aldığı bu eseri, yolu sanat ve özellikle de sinemadan geçen herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bir başyapıttır.
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (17 Temmuz 2014)