Duvar dergisinin Mart-Nisan 2013 tarihli 7. sayısı çıktı. Derginin bu sayısı Noam Chomsky ile yapılan söyleşiyle açılıyor.
İlke Şanlıer, geçtiğimiz Ocak ayında Türkiye’yi ziyaret eden Chomsky hakkında kaleme aldığı “Chomsky ile barış yolculuğu” başlıklı yazısında hem Chomsky’i okura tanıyor hem de onunla Türkiye ziyareti sırasında yaptığı görüşmede yazarın güncel olaylar hakkındaki görüşlerini aktarıyor. Chomsky bu görüşmede Arap Baharı, ABD hegemonyası, Türkiye ve PKK arasındaki görüşmeler hakkındaki düşüncelerini aktarıyor. Arap Baharı konusunda sadece diktatörlerin değil, orada yaşayan halkın da düşünülmesi gerektiğini söyleyen Chomsky şunları dile getiriyor: “ABD’nin oyunu hiç şaşmadan aynı: Diktatörü ve rejimi mümkün olduğunca destekle. Desteklemek imkânsız olduğunda, örneğin ordu Mısır’da olduğu gibi, karşı pozisyona geçince, diktatörü yolla, demokrasi aşkından dem vur, sonra eski rejimi yeniden kurmaya çalış. Ne yazık ki, Arap Baharı devam etse de olan biten bundan ibaret. Bu ülkeler neo-liberal politikalar ürettikçe, ki Müslüman Kardeşler neo-liberaldir, ABD onlarla yaşayabilir. ABD’nin İslami yönetime kapitalizmin kurallarını uygulayıp kendi egemenliğini destekledikçe hiç itirazı olmaz.”
Duvar’da başlayan muhafazakâr sanat, soldan sağa entelektüel transferi ve İdris Küçükömer tartışması bu sayıda da devam ediyor. Gökhan Atılgan, “Yeraltından Notlar’dan bir kahraman gibi: İdris Küçükömer…” başlıklı yazısında emekçi kitlelerin rızasını, onayını, pasif desteğini kazanabilen sağ kanadın entelektüellerinin sola karşı mücadelelerinde Küçükömer’i fırsatçı bir biçimde kendilerine dayanak yapmak istediklerini belirterek şunları söylüyor: “İdris Küçükömer’in Türkiye sosyalist hareketi içindeki önemi, ortaya attığı tarihi sorudan kaynaklanır; soruya bulmaya çalıştığı çözümden değil. Türkiye sağı için önemi ise ortaya attığı sorudan değil, yanıtını bulamadığı çözüm denemelerindendir. Başka bir ifadeyle, Küçükömer’in sosyalist aydınların halktan olmamasının, onunla bütünleşememesinin nedenlerine ilişkin sorusu onu soldan bir aydın olarak kıymetlendirirken, bu soruyu çaresi bulunması gereken bir soru olarak değil, çaresi olmayan bir sonuçmuş gibi göstermeye çalışan sağ kanat entelektüeller onun sahte bir mirasçısı olurlar.”
Ebru Deniz Ozan – E. Attila Aytekin tarafından kaleme alınan “AKP, muhafazakârlık ve yeni hegemonya tartışması” başlıklı ortak yazıda ise AKP iktidarının Gramsci’nin kavramları çerçevesinde kültürel bir hegemonya kurmayı başaramadığı ileri sürülmektedir.
Yüksel Taşkın ise “Sağcı aydınlar ve ‘tevarüs edilmemiş asalet’ iddiası” başlıklı yazısında, Necip Fazıl Kısakürek’in Adnan Menderes’e yazdığı mektuplardan yola çıkarak sağcı aydınların karakteristik özelliklerine dair önemli sorular soruyor: Çoğu Anadolu’nun dindar ailelerine mensup olan ve Cumhuriyet’in eğitim kurumlarında “yetişen” sağcıların, kendilerini “devletin geçici olarak dışlanmış gerçek sahipleri” olarak görmeleri nasıl mümkün olabilmiştir?
Elis Şimşon, Şeker Portakalı ile Fareler ve İnsanlar hakkındaki sansür haberlerinden yola çıkarak edebiyat ve demokrasinin sınırlarının nerede kesiştiğini, edebi ürünün sorgulanamazlığını tartışıyor.
Ali Ekber Doğan, “Kenti azmanlaştırarak birikim: Harvey’le ‘Bütünşehir Yasası’na bakmak” başlıklı yazısında hükümetin izlediği iktisadi politikalarının önemli bir ayağının yüksek faiz-düşük kur olduğunu ve uluslararası finans sektörünün elindeki aşırı birikimleri kent mekanına yüklenerek ülkeye çektiğini, soğurup büyüttüğünü söylüyor. Aynı zamanda ekonomik krizin sirayet etmesinden korkan AKP’nin kent alanını sömürüp kentsel rantları yükseltmeyi özellikle hedeflediğini belirten Ekber yazısında şunları söylüyor: “Yani, kendisi de mekân üretimi süreçlerinden gelen AKP’liler kentsel mekânı tekleyen, üretkenlikten uzaklaşan sermaye birikim sürecinin kaldıracı olarak kullanma ısrarıyla düzenlemeler yapıyor. Bunu da kentlerin ölçeğini çevresindeki köy ve kasabaları yutacak biçimde azmanlaştırarak yapmayı hedefliyor. Yani burada iktisadi süreçlerle, piyasa güçleriyle belki 50 yılda gerçekleşecek aslında çok da yanlış olan bir mekânsal saçaklanmayı idari bir kararla gerçekleştirmeye çalışmak söz konusudur. Kentin sıçramalı biçimde oraya buraya doğru yayılması anlamına gelen metropolleşme burada azman bir kentleşme olarak cisimleşmektedir. Kendisi de başlı başına insan ekolojisine, yerel demokrasi ve katılıma aykırı olan metropolleşmenin bu şekilde yaşanmasının, insan ve diğer canlıların yaşam alanlarını, doğayı, tarımsal üretimi, kentte bulunmayan pek çok olumluluğu barındıran kır hayatını yok eden bir gelişme olduğuna şüphe yoktur.”
enis rıza, “Vasıf… bir tiyatro hayali” yazısında, Vasıf Öngören’in tiyatro pratiğini, tiyatro ve politika hakkındaki ilişkiye dair görüşlerini kendi kişisel tanıklıklarını da aktararak tartışıyor.
Duvar’ın bu sayısında ayrıca şu yazılar yer alıyor. Tarık Ali “Ravi Shankar’ın ardından”, Murat Şahin “Asırlık ömrün mimarisi”, Murat Beşer “Modern dünyanın zamane hippileri: Gevende”, Asuman Susam “Tepenin ardında kimse yok!”, Beyza Uçak “68 afişleri”, Emre Zeytinoğlu “Aydınlanma sergisi üzerine notlar”, Abdullah Çelik “Ölüm ve oyunun icadı”, Feryal Saygılıgil “Sokakta yaşamak”, Maymanah Ferhat “Dia al-Azzawi’nin ‘Sabra ve Şatilla Katliamı’ ”.
Bu sayının hikâyeleri: Uğur Nazlıcan ve Hakan Yılmaz’dan.
Bu sayının şairleri: Komet, Ali Özgür Özkarcı, Elif Sofya, Aslı Serin, Mehmet Erte, Azad Ekkaş, Riitta Cankoçak, Mehmet Said Aydın, Tuncer Erdem.
edebiyathaber.net (6 Mart 2013)