Şifa İnan’ın kaleme aldığı “Bir Bipoların Günlüğü” kitabı, bipolar bozukluk hastalığından mustarip yazarın 1 Ocak 2019 ile 30 Aralık 2020 tarihlerinde tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Her ne kadar kitaptaki yazıların büyük kısmı hastalığın seyrine, iniş çıkışlarına, getirip götürdüklerine dair yazarın yaşadıklarından oluşsa da, “kendinizi iyi hissetmek için yapılacaklar listesi” türünden lüzumsuz tavsiyelerden uzakta duran, gerçek birer tecrübe sunuyor okura.
“Hani eski mahallelerde ya da köylerde kilitlenmeyen, sadece iple bağlanmış, tahta bahçe kapıları olan evler vardır; seslenirsiniz ama yanıt gelmez, kapı açılmaz. Oysa bilirsiniz, aradığınız kişi evdedir, içeridedir çünkü evin bacasından duman yükselmektedir. Orada olduğunu bilirsiniz de görmek istediğiniz insan, sizi duyamayacak kadar kuytusundadır evin. Bir süre beklerseniz, sonunda ona bir şey olduğu endişesine kapılıp kapıdaki ipi çözer ve bahçeye girersiniz. Seslenirsiniz yine yanıt gelmez ve evini; beyaz sabun kokularıyla, kanaviçe işli yastıklarıyla, renk renk, desen desen kilimleriyle kaplı salonuna, biraz da çekinerek adım atarsınız. Salonun ortasında, bütün evi ısıtan bir kuzine yanmaktadır ve dışarıdaki fırtınanın aksine sımsıcak bir dünyada bulursunuz kendinizi. İşte böyle bir yolculuktu yaptığım. İçimdeki beni bulmak için bahçe kapısının ipini çözüp önce içeri girmeye karar vermem gerekiyordu, sonra da beklediğim o eve girmem.” Bu satırlar Şifa İnan’ın Sumru Yayınevi etiketiyle yayınlanan “Bir Bipoların Günlüğü” kitabının önsözünden. Bipolar bozukluğu, kaygı bozukluğunu, hiperaktiviteyi, majör depresyon ve daha nicesinin ne anlama geldiğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Zira bizi asıl ilgilendiren, bu tanımların, “tanıların”, bir insanın zihninde nasıl dolambaçlı yollar açarak, oralardan geçerek, arada bir durup etrafa bakınarak ya da tamamen içe kapanarak, tökezleyerek, tekrar ayağa kalkarak o zihinden dışarı taşan şeyler. Farklı işleyen bir “sistemin”, neyi, nasıl gördüğü, anladığı, bunu “dışarıda” nasıl tezahür ettiği konumuz. Ya da elimizdeki Şifa İnan’ın Ursula K. Le Guin’in “Mülksüzler”inden alıntıladığı gibi, “Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.”
“Bir Bipoların Günlüğü”, bu hastalıktan mustarip Şifa İnan’ın, 1 Ocak 2019 ile 31 Aralık 2020 tarihleri arasında tuttuğu günlüklerin kitaplaşmış hâli. İnan, günlüğünü kendisine iyi geleceğini düşündüğü için tutmaya başlamış ve anladığımız kadarıyla da bu yolda bir kapı aralamış. Ancak burada ufak bir not düşmekte fayda var: Kitaptaki notlar sadece birer dertleşme, kişisel telkin ya da iç dökmelerden oluşmuyor.
Her şeyden önce günlüklerin birer başlığı var. Sadece tarih atılıp bırakılmamış. Bu açıdan baktığımızda kitabın bir bütünlük taşıdığını, bir amacı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca klasik, “Sevgili Günlük” tadında naif, insanın kendini iyi hissettirmeye yönelik duygu şecereleri de değil yazarın anlattıkları. İnan, günlüklerinin büyük kısmını elbette hastalığa ve onun getirdiği ya da getireceği duygusal iniş çıkışlara veya bipolar bozukluğun “bekleyiş” sancılarına ayırmış ama Erdal Öz’le, Sylvia Plath’le çıktığı yolculuklar var örneğin. TRT 2’deki “Edebiyat Konuşmaları”na takılmaları, Dostoyevski var. Şifa İnan’ın “Umut Işığım”la başlayan “Deli ve Dâhi”, “7. Koğuştaki Mucize” gibi hassas filmlerle arasında “normal” bir izleyiciyi ya da okurunki gibi değil “kendince” kurduğu bağları anlattığı metinler var.
“Bir Bipoların Günlüğü”, Şifa İnan’ın, “Peki, hangi benim gerçek? Ben, hangi benim? Başına buyruk, gülünç, karmaşık, çılgın kişi mi benim? Çekingen, içine kapanık, çıkar yol bulamayan, intihara eğilimli, bezgin bir kişi mi? Herhâlde ikisinden de var içimde…” sorularına bir “müzakere masası” kurarak yanıt aradığı günlüklerinden oluşuyor. “Müzakere”yi burada bilerek kullandım zira yazar bu günlükler vasıtasıyla kendine daha çok yaklaşıyor, içinden geçenlere daha bir kulak kesiliyor, kendine “danışıyor”. Ancak kitap bir “kendini tanıma”, “iyi hissetme”, bu hastalıkla “başa çıkma” yolunda bir adım olsa da bir “reçete” veya “yapılması gerekenler listesi”, “tavsiyesi” niteliği taşımıyor. Şifa İnan’ın da böyle bir gayeyle yola çıkmaması yerinde olmuş çünkü duvarlar, “bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlü” olabilir…
edebiyathaber.net (23 Ocak 2023)