Ece Gamze Atıcı: “Kayıp duygusu her insan gibi bildiğim bir duygu”

Temmuz 4, 2024

Ece Gamze Atıcı: “Kayıp duygusu her insan gibi bildiğim bir duygu”

Fotoğraflar: Çiğdem Karşıgil Argan

Ece Gamze Atıcı’nın yeni romanı Keşke Leyla geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Roman hayatın sert gerçekliğinde yolunu kaybetmemek için hayal dünyasına sığınan bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. Ece Gamze Atıcı’yla son romanı Keşke Leyla üzerine konuştuk.

Öncelikle kitabın yazım sürecinden bahseder misiniz?

Keşke Leyla’yı bir önceki kitabım Aile Geleneği’nin hemen peşinden yazmıştım, AG henüz yayımlanmadan. AG’deki güçlü temalardan biraz uzaklaşıp masum bir ses aradım kendime. Hemen Keşke Leyla’daki çocuk yetişti imdadıma. İçimi rahatlattı. Onun bakış açısı, dünya hakkındaki duyguları bana iyi geldi. Kafamı temize çekmemi sağladı. Sonra tekrar AG’ye dönüp kitaba son halini verdim. O dönem hangisi önce yayımlansın diye konuşuldu hatta. AG’de karar kılındı. Bir yanıyla da uzun süredir ağlayamadığını ve ağlamaya ihtiyacı olduğunu söyleyen bir arkadaşım için yazdım Keşke Leyla’yı. AG’deki temayı ve duyguyu temize çekmenin yanı sıra, böyle bir motivasyonum da vardı. Ve evet, ağlattım.

Kitaptaki bütün kadın karakterler çok güçlü. Çocuğun annesi Aysel, Leyla, Leyla’nın annesi Aslı… Bu bir kadın kitabı diyebilir miyiz? Bu karakterlerin oluşum sürecinde nelerden ilham aldınız?

Leyla’nın annesi Aile Geleneği’ndeki Aslı. Leyla, Aslı’nın kızı yani. O evrenden çıkma. Diğer bir deyişle Keşke Leyla spinoff, yani bir yan karakter hikayesi. Oradaki annelik hikâyesi burada, Keşke Leyla’da temize çekiliyor. Bir çocukluk fantezisinin kötü üvey anne mitine dönüşmesine, oradan da başka bir yere evrilmesine şahit oluyoruz. Kadın kitabı demek istemem çünkü Keşke Leyla’daki çocuk, medeniyetin çoğu garabetinden azade olduğu için cinsiyet rollerinin alabildiğine dışında. Kadın dersek yine sıkıştırmış oluruz. Biraz daha uzaktan bakıyor oralara. Diğer yandan bir önceki kitap için bunu diyebiliriz. Sizin verdiğiniz örnekler de o kitaptan buraya taşınan karakterler olduğu için bakış açısını anlıyorum. Şöyle özetleyebilirim: Aile Geleneği daha kadın bir kitaptı. Bütün medeniyet kadınlara zayıf olduğunu düşündürmek için kurulmuş gibi gelir bana. AG, bu fikri sezdiren bir kitaptı. Keşke Leyla, AG’den taşıdığı karakterler yüzünden öyle bir izlenim uyandırıyor olsa da burada cinsiyet yok.

Kitapta “kalbi kırık, yetişkinler dünyasını anlamaya çalışan” bir çocuğun perspektifinden yazılmış bölümler var. Bu çocuğun karakterini yaratırken hangi duygusal veya kişisel deneyimlerden ilham aldınız?

Çocukluk sesini yani dünyadaki o acemiliği yeniden yakalamak insanı bir süreliğine de olsa değiştiriyor. Dünyaya o gözlerle baktığınızda içinde bulunduğunuz medeniyeti yeniden değerlendiriyorsunuz. Yetişkin hayatımda da rahatsız olduğum, uyum sağlayamadığım çoğu şeyi içimdeki çocuğa onaylatmış oldum bir nevi. Kişisel deneyim olarak kayıp duygusu her insan gibi bildiğim bir duygu. İnsanı daha hızlı büyüten, değiştiren bir duygu yoktur herhalde.

Yazarken en zorlandığınız kısım ne oldu? Özellikle çocukluk ve yetişkinlik arasındaki duygusal geçişleri yazmak sizin için zorlayıcı oldu mu?

Zorlandığım bir yer olmadı aslında. Aksine o geçişler en zevk aldığım kısımlardı. Hatta kitabın son bölümünde çocuğun artık yetişkin olduğu, bize olup biteni yetişkin sesiyle anlattığı bölümde derin bir nefes aldığımı hatırlıyorum. Bakış açısı değiştirmek zaten hemen hemen her kitapta yaptığım, dolayısıyla çok zevk aldığım bir teknik. Bir de duygusal tarafı var tabii. Sanki büyümesine şahit olmuşum ya da oraya gelmesine katkıda bulunmuşum gibi bir his eşliğinde garip bir gurur duyduğumu da itiraf edeyim. Bence birbirimizi büyüttük biraz.

Küçük çocuğun yaşadığı duygusal dalgalanmalar ve onun hayal dünyasına sığınması, kitabın en önemli unsurlarından biri. Bu unsurları işlerken hangi edebi teknikleri kullandınız?

Edebi teknik olarak bir şey söylemem doğru olmaz. Ama Pan’ın Labirenti filminin anlatımından çok etkilenmiştim yıllar önce. Aslında sert bir temayı fantastik bir bağlamda ya da paralel bir hikâyeyle anlatmak her zaman ilgimi çekiyor. Aynı şeyi Aaahh Belinda! filmi için de söyleyebilirim mesela. Keşke Leyla’daki dünyaya yakın dünyalar.

Kitapta sürekli değişim ve geçicilik teması öne çıkıyor. Bu temayı seçmenizdeki sebep nedir? Bu temanın sizin kişisel hayatınızda nasıl bir yeri var?

Çünkü fâniyiz. Hem değişimden hem de kendi geçiciliğimizden kaçamayacağımızı biliyoruz. Ama dünyanın mevcut haline bakınca hayatın belki de en basit iki gerçeğiyle barış içinde yaşamayı beceremediğimiz de aşikâr. Neredeyse tam aksini iddia eden bir düzenin içindeyiz. Yani yanlış hayat doğru yaşanmaza çıkıyor konu burada. Bu iki temayla barışmadan hayatı daha iyi yaşayabileceğimizi düşünmüyorum.

edebiyathaber.net (4 Temmuz 2024)

Yorum yapın