Söz barınaklarından çıkan yolcu gibiyim. Gitmenin heyecanı, varabilmenin belirsizliği var bakışlarımda. Dur duraksız yolcu olmanın telaşı demeli buna.
Rüyalardan geçip gelen duygu selintisi zamanın burcu gibi yanı başımda.
Okurken de karşıma çıkan biraz o imge.
Başkalaşma… Her ân, her durumda bunu derinden hissediyorsunuz.
Şimdi, burada, Bursa’da, Tayyare Kültür Merkezi’ne yakın yerde, Setbaşı’ndaki şu kahvede Bener kardeşlerin söyleşisini (Kurmacasız Bir Yaşam/Kardeşi Erhan Bener’le Söyleşi) okurken zamanın eskimeyen yüzüne döndüm bir ânda.
Dün, gene bu kentte, Sait Faik’in “Bir Bahçe” öyküsünü okurken hatırlamıştım orada anlatılan bahçenin ve şapelin bugün yerli yerinde durduğunu.
Yazıda kalan/yaşayan zamanla bizim içinde yaşadığımız zaman bazen, böyle, tuhaf karşılaşmalara götürüyor bizleri.
Varoluşun işaretleri olmasının ötesinde; yerin/mekânın insan belleğindeki önemini de kavratıcı yanı var bence.
Yer/mekân zamanın dili, belleğin barınağı…
Bizim “bellek mekânları” diyebileceğimiz anılar/yaşanmışlıklar da o yerlerle var zihnimizde. Oraya taşınarak/taşarak yazar ederiz. Unutarak yaşar, hatırlayarak yazarız demem de bundandır.
Edebiyatın taşıdıklarına bakınca da, sıklıkla iç’e ve dış’a döndüğümüzü gözleriz. Özellikle de yazılanların izlerine bizi düşüren metinler, kurmacalardan ayrı bir anlam taşır. Başta anılar/söyleşiler, ardından günlükler/mektuplar gelir… Edebiyatın arka planını göstermesi açısından dikkate değerdirler. Yaşam/a tanıklığı kadar bir yazarın/sanatçının yapıtını kurduğu zamanın izlerini görmek, esin dünyasının yansılarına oradan bakmak okuru zenginleştirebilir. Merak ötesi bir duyguyla yöneldiğiniz bu tür okuma yolculukları zaman zaman sizi şaşırtabilir de.
Vüs’at O. Bener’in kardeşi Erhan Bener’le söyleşisi biraz böylesi bir anlam taşıyor. Okur, bilmediği birçok gerçeklikle yüzleşiyor her iki yazar adına.
Edebiyatımızda Bener kardeşlerle bir “kanon” oluşmuştur diyebiliriz:
* Vüs’at O. Bener
* Erhan Bener
* Bilge Bener Bölükbaşı
Oğul, yeğen Yiğit Bener’i de katarsak… Bir de amca Cemil Sena’yı sayarsak… Pek rastlamadığımız bir “yazı”/ “aile” geleneği…
Şimdi karşımıza çıkan ağabey-kardeş söyleşisi de işte bu ailenin edebî varoluşuna bir tanıklığı da içeriyor.
Ailenin bu dört bireyini tanıdım. Yiğit kuşakdaşım. Vüs’at O. Bener zaman zaman Ankara’da buluşup söyleştiğim gözde yazarım olmuştur her dem.
Erhan Bener’le dostluğumuz bir sitemiyle başlamış, gene bir sitemle son bulmuştur ne yazık ki. Bir burukluktur bu da bana. Ve uzun, sırlı bir hikâyedir üstelik. Dillendirilmesini hiç istemediğim…
Ondaki burukluk ise, yitimi öncesi kaleme aldığı, yazım sürecinin her aşamasında konuşup ettiğimiz kitabının, Açık Pencere’nin satır aralarına dahi sinmiştir.
Gariptir insanoğlu, bazı şeyleri bilir ama tutar kendini. Onunla bir söyleşi kitabı yapmıştım ( Erhan Bener’in Dünyasına Yolculuk, 2004). Sonraki planımız ise Vüs’at O. Bener’i konuşmaktı …
“Ağabeyimi bana anlattır,” demişti.
Bir kış günü Oran’daki evde oturmuş, konuşuyorduk. Ardından kalkıp Vüs’at Bey’e gidecektim.
“Yeraltı adamı” gibi yaşadığı yazıevinde buluşup Oğuz Atay’ı konuşacaktık.
O gün söylemişti Erhan Bener; “ağabeyimi de ben anlatmalıyım sana…”
Vüs’at Bey’i Karşıyaka Mezarlığı’nda uğurlayıp döndüğümüzde de hatırlatmıştı:
“Elini çabuk tut…”
Çünkü sağlığındaki ilk belirtiler onu ürkütmüştü.
Ara ara Açık Pencere‘ yi (2008) konuşuyorduk. Artık kendi yazarlık serüvenini/yazı deneyimini yazıp anlatmasını istemiştim yayıncısı olarak. Bu konuda uzun uzun yazışmıştık. Yeni bir romandansa böyle bir kitabın daha anlamlı olabileceğini söylüyordum ona. Dirençli/diri/kararlı, disiplinli biriydi Erhan Bener. Bir aşk adamıydı üstelik. Ondaki yazma enerjisinin dinamosu da buydu, bence!
Vüs’at O. Bener; sinik/kinik, ama bir o kadar da mizahi yanı güçlü zeki biriydi. Bazen çoğu şeyi “ti’ye aldığını” sanırdınız, oysa oradan öyle ince/kara bir mizah çıkarırdı ki kahkahanızın hemen ardından kara düşünceye bile dalabilirdiniz.
Kurmacasız Bir Yaşam’ı okumaya dönünce, iki kardeşin 1920’lerde başlayan yaşama yolculuğunun seyrine tanıklık, bir bakıma, Cumhuriyet Türkiyesi’nin kuruluş öyküsünü de hatırlattı bana.
Yokluklar, yoksunluklar içinde sürüklenilen hayatlar… O sıralar, baba Mustafa Raşit Bener’in asi, dik duruşu bu sürüklenişlerin ivmesidir adeta.
Samsun, Amasya, Erzincan, Kıbrıs, Bursa, Sivas, Bolu…Bergama…Kayseri…
1941, Ankara-Edremit. Vüs’at Bey, askerlik görevini sürdürmektedir Edremit’te. Küçük kardeş Erhan Bener çıkıp gelmiştir yanına. Edremit’in ve oradaki yaşamın iki kardeş üzerindeki etkisi, yapıtlarına yansıyanlar…
Vüs’at O. Bener’in Buzul Çağının Virüsü romanı ile Erhan Bener’in Yalnızlar’ının birbirine yakın duruşu… İki kardeşin edebiyat alanında birbirini etkilemeleri… Gezindikleri edebiyat ortamı, ilişkileri, yaşamlarından süzüp getirdikleri 1995’te yaptıkları bu konuşmaya yansır. Tarih Vakfı’nın sözlü tarih çalışması nedeniyle ortaya çıkan bu söyleşi edebiyat tarihimiz açısından da önemli bir “belge” niteliğinde.
Erhan Bener, ağabey-kardeş olarak elli yıllık edebiyat dostluğunun seyrini ortaya çıkarır bu söyleşide. Bener, şunu da açımlar böylece: “…bu ilişki sanıyorum Türkiye’de her kardeşe, kardeşler arasında herkese nasip olmayan bir dostluk içerisinde bugüne kadar süregelmiştir. Dolayısıyla, ağabeyimin yaşam savaşımı içerisindeki çeşitli evrelerinden bilgim var.” Onun, çocuk gözüyle tanık olduklarıyla yetişkin zamanındakileri de bir araya getirmesi; dahası Vüs’at O. Bener’i konuşturması, yaşamına/yapıtlarına dair izleri getirip bize sunması önemlidir.
Vüs’at O. Bener kapalı bir yazardır. Erhan Bener ise tam tersidir, açık yazardır. Biri ne denli minimal anlatıcı ise, diğeri de bir o kadar uzun soluklu anlatıcıdır. Tüm bunlardan öte, kişilik olarak ortak noktaları yalnızca edebiyat değildir. Örneğin, klasik müziğe ilgileri. İkisinde de derin bir ironik bakış vardı…İkisi de aşk insanıydı…
Bener kardeşlerin edebî yaşamları edebiyat sosyolojisi açısından da irdelenmeye değerdir benim gözümde. Edebiyatımıza taşıdıkları, birikimleri kadar yaşamları da böylesi bir çalışmayı hak ediyor.
Vüs’at O. Bener öyle uluorta konuşmayı, edebiyat üzerine büyük laflar etmeyi sevmeyen biriydi. Erhan Bener’in, onun bu eğilimini kırarak, hayatına dair anlattırdıkları bu kitapla gün yüzüne çıkıyor, değer kazanıyor. Onun edebiyata bakışı, kendi yazınsal dünyasını kurma öyküsünü dile getirmesine kapı aralaması ise yakın duruşun, edebiyatta aynı kuşağın içinde boy vermelerinin bir sonucudur diyebiliriz.
Ne yanıyla bakarsak bakalım, Kurmacasız Bir Yaşam iki kurmaca ustasının edebiyatımıza bıraktıkları önemli bir yaşamsal metin, bir tür söyleşim… Okudukça daha da zenginleştiğinizi, iki ustanın yazın serüvenine dair yeni yeni bilgilerle donanacağınızı şimdiden söyleyebilirim.
edebiyathaber.net (26 Nisan 2022)