“Türkiye’de ‘80’ler, siyasi, iktisadi ve büyük bir toplumsal dönüşümün miladıdır. Travmaların, yeni bir insan ve toplum tipinin, arayışların olduğu kadar kayboluşların, dahası yeni bir ‘dünya’nın habercisidir…” diye tanıtılıyor Mete Kaan Kaynar’ın yeni derlemesi “Türkiye’nin 1980’li Yılları” (İletişim yay.). Geniş yazar kadrosuyla seksenli yılları enine boyuna, hemen her açıdan ele alma amacında, 1272 sayfalık kapsamlı bir çalışma.
Mete Kaan Kaynar daha önce 50’li, 60’lı ve 70’li yılları değerlendiren benzer çalışmalar yapmıştı. Ülkemizin geçmişini araştırmak ya da anımsamak için iyi bir başvuru kaynağı gibi görülüyor bu çalışmalar. 2020’de yayınlanan ‘Türkiye’nin 1970’li Yılları’ için kısa bir tanıtma yazısı da yazmıştım (Muhtıradan darbeye geçip giden yıllarımız (okudugumkitaplar.blogspot.com). ‘Türkiye’nin 1970’li Yılları’ derlemesinde “Yetmişli Yıllarda Edebiyat” başlıklı bir makale vardı. Yazıyı Çimen Günay-Erkol kaleme almıştı.
Çimen Günay-Erkol’u “Yaralı Erkeklikler” (İletişim yay.) adlı çalışması ile tanımıştım. 12 Mart askerî darbesini konu edinen romanlarını inceliyordu. “Çimen Günay-Erkol, Yaralı Erkeklikler’de güce tapılan bir atmosferde, istikrarlı bir erkeklik arayan ama bunun ne demek olduğunu göremeyen erkeklerle dolu 12 Mart romanlarını erkek kimliklerine getirilen yeni ve güçlü bir eleştiriyle ele alıyor” diye tanıtılıyor kitap. Toplumcu gerçekçi edebiyat, Türk modernizmi, askerî darbelerin travmaları ve edebiyatta toplumsal cinsiyet hakkında makaleler yayınlatmış Çimen Günay-Erkol. Türk edebiyatı doçenti. İlgi alanları “Tanıklık edebiyatı, travma, toplumsal cinsiyet, erkeklik araştırmaları” Çimen Günay-Erkol | Özyeğin Üniversitesi (ozyegin.edu.tr).
‘Türkiye’nin 1970’li Yılları’ hakkındaki kısa tanıtım yazımda “Yetmişli Yıllarda Edebiyat”ı kastederek “Edebiyat denilince de aklımıza romanlar değil şiir geliyordu. Çünkü duvarlara slogan olarak dizeler yazılıyordu” demişim. “Türkiye’nin 1980’li Yılları” derlemesini alınca da ilk okuduğum makale Çimen Günay-Erkol’unki oldu. Kitapları derleyen Mete Kaan Kaynar’ın bir cümlelik eleştirimi okuyup ciddiye alacağını ummuyordum ama Çimen Günay-Erkol’un seksenli yıllarda edebiyata daha geniş açıdan bakacağını umuyordum.
“Seksenli yıllarda edebiyat” makalesinde Çimen Günay-Erkol yine romanda ve kendi ilgi alanında yoğunlaşmayı tercih etmiş. Kendini “12 Eylül Tanıklığı” ile sınırlamış yani 80’li yıllarda Türk edebiyatının genel görünümüne, ne durumda olduğuna, nasıl bir gelişim ve değişim gösterdiğine bakmıyor. 12 Eylül Darbesine ve etkilerine değinen romanları değerlendiriyor ki bu da önemli. Zira şimdi sorsanız”12 Eylül’ün romanıyazılmadı” diyen çok olacaktır.
Makalenin “12 Eylül ve Postmodernizm” başlıklı bölümü genel görünümü tamamlayabilecek bir ek olarak görülebilir. Çimen Günay-Erkol seksenlerde yayınlanan romanlarda “12 Eylül Tanıklığı” araştırmasını bırakmamış ama bir nebze uzaklaşıp genel olarak romana bakmayı denemiş. Ama bu bölümde de sınırları belirleyen “postmodernizm” arayışı var. Neyse ki kendi koyduğu başlığa sadık kalmamış ve daha geniş açıdan yaklaşmış. Sonraki bölümün başlığı “12 Eylül ve Cinsellik” değil de “12 Eylül ve bireysellik” mi olmalıydı? Seksenli yıllarda romanda birey daha derinlemesine ele alınmaya başlandı ve önceki dönemlerin aksine bireye bakarken cinsellik görmezden gelinmedi. Oysa 70’lerde böyle bir şey yapmanız edebiyattaki siyasi baskı ortamı nedeniyle pek mümkün değildi.
“Seksenli yıllarda edebiyat” makalesinin girişinde Çimen Günay-Erkol tek bir yazıda tüm türlere değinmenin mümkün olmadığını söyleyip romanla sınırlı kalacağını da açıkça belirtmiş. Öykü ve tiyatro eserlerine bir paragrafta değinip şiir deyince de sadece bir kesimi hapishanedeki devrimci kökenli şairlerden söz etmekle yetinmiş. Nevzat Çelik ve Ahmet Erhan adlarını vermiş.
‘Türkiye’nin 1970’li Yılları’ kitabında da benzer içerikte tek makaleyle yetindiği düşünülürse şaşırtmadı. Yazar aynı tavrı sürdürüyor. Belki bu makalelerin bütününden “Türk romanında darbe tanıklıkları” diye bir çalışma çıkacak. Ama Çimen Günay-Erkol’un makalesi başlıkta yaratılan beklentiyi karşılamıyor, “Seksenli yıllarda edebiyat”ı anlatmıyor. “12 Eylül Tanıklığı” ya da başka deyişle “12 Eylül edebiyatı”nı roman üzerinden araştırıyor. Oysa “Seksenli yıllarda edebiyat” sadece darbenin tanıklığı ya da etkisinin romana yansımasından ibaret değildi. Kitabı derleyen Mete Kaan Kaynar’ın Çimen Günay-Erkol’un bu satırlarını okuyup diğer edebiyat türlerini de değerlendirecek yazılar yazdırması beklenirdi. Önceki ciltlerde olduğu gibi başka makale yazdırmadığına göre Mete Kaan Kaynar’ın edebiyata gereken önemi vermediğini düşünebiliriz. Ama bence bu büyük çalışmanın önemli bir eksiği olarak not edilmesi gerekiyor.
“Türkiye’de ‘80’ler, siyasi, iktisadi ve büyük bir toplumsal dönüşümün miladıdır”, yayıncılıkta da edebiyatta da bu dönüşüm yaşanmıştır. Funda Şenol’un aynı derlemede yer alan ”Seksenli yıllarda basın” başlıklı makalesinin ara başlıklarından biri “Büyük sermaye basına egemen oluyor”. Hürriyet, Milliyet gibi büyük gazetelerin patronları iktidar tarafından değiştirilirken bu büyük gazeteler “sermaye dergileri” diye adlandırılan Gösteri, Sanat Olayı, Milliyet Sanat gibi doğrudan sanata ve edebiyata müdahil olabilecekleri dergiler yayınlıyordu. Darbeyle kesintiye uğrayan yayıncılık sektörü de önemli bir değişim yaşadı. Yayınevleri de kültürel ya da siyasi misyondan ticari misyona evriliyor, kültür endüstrisinin bir parçası haline geliyordu. Kültür endüstrisine evrilmenin, kitabı pazarlanıp satılacak bir ürün olarak görmenin bir boyutu da edebiyatı sadece romandan ibaretmiş gibi sunmaktı. Roman devrine giriyorduk. Bol bol roman basılacak, romanlar çok satılmaya çalışılacaktı.
Günümüzün birçok büyük yayınevi seksenlerin başında kuruldu. Ama en dikkati çeken ve simgesel olanı dönemin en büyük reklam şirketlerinden birinin sahibi Nazar Büyüm’ün Adam Yayınları’nı kurmasıdır. Adam Yayınları o yılların en önemli şair ve yazarlarını bünyesinde toplamakla kalmadı, kitap ve yazar kampanyaları ile de yayıncılığın dönüşmekte olduğunun ilk işaretlerini verdi. Latife Tekin’in ve ilk romanı “Sevgili Arsız Ölüm”ün tanıtım kampanyası bu tavrın ilk ve tipik örneğidir.
Kampanyalar dönemi başlıyordu. Kitap bir pazarlama nesnesiydi. Eser kadar yazar da önemliydi artık ve yazarlar da reklamlarda birer nesne olarak sunulacaktı, yani “satılacak”tı. İstanbul Kitap Fuarı ve imza günleri, çoğalan edebiyat ödülleri gibi gelişmeler de endüstrileşmenin işaretleri olarak görülebilir.
Adam’ı sonra başka yayınevleri de izlediler ve yayıncılık sektörü kültürel endüstriye eklemlendi.
Darbe öncesi kültürel misyonla, siyasi misyonla yayıncılık yapanlar da durmuyordu. Darbenini olumsuz etkilerini üzerlerinden atmış, sektöre dönmüşlerdi. Funda Şenol’dan alıntılarsak, “1980’de kurulan Sınırlı Sorumlu Yazarlar ve Çevirmenler Kooperatifi’nin Mustafa Kemal Ağaoğlu yönetiminde çıkardığı, sosyalizmin kültür sanat ayağını oluşturan YAZKO Edebiyat ve Somut, TİP/TKP çizgisindeki Bilim ve Sanat, Edebiyat Dostları da kültür sanatın siyasetle bağını kuran dergiler olarak bu yıllarda çıktılar.” İslami düşünce, feminizm, yeşiller gibi oluşumlar da seksen sonrası dergi ve yayınlarıyla dikkati çekiyordu. Yine Funda Şenol’un belirttiği gibi “Seksenlerin ikinci yarısından itibaren siyasette sivilleşme ve liberalleşme hamleleri artmış, yayıncılık piyasası ve muhalif hareketler bunun faydasını görmüşlerdi.”
Askeri darbenin karanlığına rağmen yaşanan bu çok renklilik kaçınılmaz olarak edebiyata da yansıdı ve yasaklar nedeniyle yapılamayan siyasi tartışmaların yerini edebiyatta polemikler aldı. Yalçın Küçük yeni yayınlanan romanları “Eylülist” ilan edip bir tartışma ortamı yaratmaya çalışsa da esas tartışma edebiyatımızda hep olduğu gibi şiirde yaşandı.
Siyasi anlamda kendini ifade edemeyen tüm eğilimlerin yansımaları şiirde görüldü. Bu tartışmalardan da “80 Şiiri” çıktı. Şiirimizde sayıları hep az olan kadın şairlerin hem nicelik hem de nitelik olarak ağır basmaya başladığı yıllar da seksenlerdir. Öykü de romanda da benzer bir değişim görürüz, “Kadınlar vardır!”
Tabii ki bir dönemin edebiyatına sadece yeni eğilimler nelerdi diye bakmak doğru olmaz. “Ne vardı, nasıl gelişti, değişti?” diye sormak belki daha doğrudur ama bütüncül görüp değerlendirmenin “Seksenli yıllarda edebiyat”ını okurun kavraması açısından daha doğru olacağını düşünüyorum.
edebiyathaber.net (29 Kasım 2023)