Doğrusu bu konuya hiç değinmeyecektim. O tür polemikleri sevmem. Edebiyat tarihinin kayıt tutucusu değilim üstelik. Gelin görün ki, her şey o denli ayyuka çıktı ki; bir iki söz etmeden kendimi alamayacağım.
Bir zaman önce bir yazar dostumdan gelen ileti benim de “onay”ımı bekliyordu. Öne sürümü doğruydu. Andığı “yazar” Balkan Ödülü’nü kazanmamıştı. Biyografisinde sürekli “kazandı” ifadesini kullanması hoş değildi elbette. Ayrıntısına girmeyeceğim, çünkü bu ödülün Türkiye ayağının seçici kurulunda yer alıyordum.
Geçiyorum bunu. Ardından gene bir dostumuz kendi özel sosyal medya ağında anılan bu “yazar”ın romanlarını kendisinin yazmadığını, yazdırdığını anlatıyordu. Üstelik yayıneviyle yollarının ayrılmasında bunun “neden” olduğunu da ima ediyordu. Kendisiyle konuştum, bu “iddia”sının haklı nedenlerini de paylaştım.
Şimdilerde de karşıma çıkan üçüncü bir yazı/ “iddia”, gene bir dostumdan gelmişti bu “yazar”a dair.
Belki de en “vahim”i buydu.
Sevgili dostum/ağabeyim Erdal Öz’ün, gene bir diğer dostum Deniz Kavukçuoğlu’nun itiraz edebileceği şeyleri döküp etmesi artık canımı sıkmıştı.
Adını anmak istemediğim bu “yazar”ın yapıp ettikleri, Anadolu deyimiyle kırkı geçmişti. Kendine verdiği sıfatlar da öyle. Hatta öyle ki, akademik unvanı olan bir dostumuz tutup bunun üzerine kitap yazmış, yazdıklarında Hegel/Kant izleri sürmüştü! Nasıl bir aymazlıktı bu da, anlatamam!
Bunun nasıl bir aymazlık örneği olduğunu size anlatacak değilim. Merak eden, okur.
Burada bunları sayıp döksem: Gene bir “mağduriyet” itirazı, “kıskanıyorlar beni” edası takınılacağı için gerek yok. Çünkü iki “çok satar” romanını eleştirdiğimde, karşılaştığım o namlı “itiraz”ını yazıya dökme cesaretini gösteremediği, bana kimlerin bunları beğendiğini sayıp döktüğü için, orada duruyorum ben de.
Rastlantı bu ya, uzunca süre İsveç’te yaşayan bir dostumla geçen gün bir yemekte buluştuğumuzda gene gelip masamıza konu olmuştu, onun “şu sazcı mı” dediği kişi. O yıllarda, orada, elinde sazıyla o toplantı senin bu toplantı benim gezinip dururmuş. Ve hep de birilerini kullanarak kendine yol açmak istermiş. Sanırım bu “hünerini” şimdiler de “yazar”ım diyerek yapıyor. Açın yazdıklarını tek tek okuyun, iz sürün, biri diğerine hiçbir şey söylemediği gibi, bunları kimin yazdığı konusunda size küçük birkaç “merak” sorusu da sorduruyor.
Söylemiş olayım ben de:
Vasatlık sürüyor; ülkemizde, içimizde.
Bunu bir “infial” olarak nitelendiremiyorum ama, gene de Byung-Chul Han’ın şu sözleri üzerine sizin de düşünmenizi istiyorum sevgili okurum:
“İnfial toplumu bir skandal toplumudur. Herhangi bir çehreden ve tutumdan yoksundur. İnfial dalgalarının karakteristiği olan isyankârlık, histeri ve inatçılık, hiçbir nesnel iletişime, hiçbir diyaloğa, hiçbir söyleme izin vermez. Oysa tutum kamusal olan için kurucudur.” (*)
Sözün üstüne söz söylenir mi artık!
(*) Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar, Byung-Chul Han; Çev.: Zeynep Sarıkartal, 2023, İnka Kitap, 95 s.
edebiyathaber.net (18 Haziran 2024)