“Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların yankısı da yok mudur?”
Pasajlar – Walter Benjamin
Edebiyat, öteki, sınır, suskunluk arasındaki ilişki pek çok filozof, edebiyatçı, psikanalist tarafından derinlemesine incelenmiş, anlaşılmaya çalışılmıştır. Edebiyatın söz söyleme kudreti, yazının gücü bir anlamda buradaki ilişkisellik üzerinden de ölçülebilir. Konu aynı zamanda antropolojik içerimlere de sahiptir. İnsanın arkeik yanının, toplumsal bilinçdışının arka planda araştırılıp öğrenilmesi bu konuların da etraflıca ele alınmasını sağlayacaktır. Disiplinler arası bir yaklaşım bu minvalde insan ruhsallığının daha iyi kavranmasını ve edebiyatın da bahsettiğimiz söz söyleme kudretinin artmasına vesile olacaktır.
Maurice Blanchot, Gilles Deleuze, Felix Guattari, Emmanuel Levinas gibi düşünürler bu konuları eserlerinde işlemişlerdir. Özellikle Fransız Edebiyatı’nda suskunluk, sessizlik, sınır gibi temaları ele alan çalışmalar zengindir.
Bütün bu çalışmalar ışığında, edebiyatın delinin, şizofrenin, damgalanmış olanın, ötekinin suskunluğunu yazıyla tam olarak aktarıp aktaramayacağı tartışmalı bir konudur. Edebiyat bu suskunluğu yazı ve söz ile dışarıya aktarma konusunda ne kadar başarılı olabilir? Deliliğe, onun bilgisine akıl vasıtasıyla ulaşılamayacağı – bilhassa Descartes’tan itibaren- aşikardır. “Cogito bir dil haline geldiği anda, kendini kurarken deliliği dışlayan bir yapıt haline de gelmiş olur” diye belirtiyor Bennington. Foucault’nun belirttiği “Suskunluğun Arkeolojisi” de kendi yaratacağı dizge, mantık içinde bir dil yaratacağından tartışmalı bir yaklaşımdır. Bütün bu tartışmaları bilmek ve bu konuda eleştirel bir perspektiften ilerlemek edebiyat ve suskunluk arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamamız için elzemdir.
Edebiyat suskunluğu anlatacak bir araç olabilir mi?
Verili dil’in dizgesel yapısını parçalayarak, sabit bir söz dizimine sahip olmayanları unutulmuşluk uçurumundan çıkartacak ve onların kendi adına konuşmalarını sağlayacak bir edebiyat pratiği…
Tanrı-yazar’ın ölümünü ilan eden, dönemin hâkim edebi kanonu’nu geçersiz kılacak dipten gelen bir dalga… Anlamla, kavramlarla örtülmeye çalışılan varoluşun çıplaklığının, aklın yıkılmaz sanılan surlarına çarparak açtığı gedikte yolunu bulan bedenlerin raksı ve her türlü temsil ilişkisini geçersiz kılacak ötekinin kendi icat ettiği yaşam-söylem olanakları…
“Dili içinden mayınlayacak” bir yazma pratiği… Hâkim dilin kodlarını parçalayacak, suskunluğu aktarabilecek, her türlü edebi kanonun dışında yeni bir Patika-dil.
Büyük anlatıların, kuşatıcı teorilerin ıskaladığı yaşam deneyimlerini gün ışığına çıkartacak bir yazar-oluş serüveni… Bu serüvende yazma eyleminin donuklaştırıcı etkisini kırarak, dilin karnavalesk yanını keşfetmek…
Anlamla, kavramlarla örtülmeye çalışılan varoluşun çıplaklığını gözler önüne serecek bir yazma – yaratma cesareti. Kafka örneğinde olduğu gibi “edebiyat olarak yaşam”a kavuşacak estetik bir cesaret… Suskunluğu aktarmayı göze alabilecek bir cesaret.
Burada bahsedilen Edebiyat, işte bu arayışın duyurulmasında bir yaşam aşısıdır. Yaşamın kıyısına savrulanların kendi sözlerini söyleme kudretidir. Varlığın; ideoloji, etnisite, kimlik ile bastırılmaya çalışılan, onu kendisinden uzaklaştıran maskeleri sanatın gücüyle düşürme yaklaşımıdır. Tek boyutlu dünyaya hapsedilmiş insanın içinde farklı dünyalar arama arzusu uyandırmaktır.
İyi edebiyatçı, her türlü cemaatin dışında, akıntının tersine kürek çekebilendir. Yarattığı dünyada diğer insanların nefes alabilmesini sağlar. Dilin sınırlarında dolaşır. Patika-dil’in bütün olanaklarını kullanarak varlığın en kuytu yerlerine nüfuz eder. Bu Patika-dil ile adlandırılamaz olanın peşine düşer. Aşkın bir yazar anlayışı ile hesaplaşır. Edebiyat, bu anlamda insan bilmecesini çözme noktasında insanlığın bitmeyecek bir macerasıdır.
Biz günümüzde Nietzsche’yi de anarak Tanrı-Yazar’ın öldüğünü ilan edebiliriz. Bu bize yeni oluş imkânlarını açan, farklı estetik deneyimleri yaşamamızı ve yaratmamızı sağlayan minör-oluş’lar devrini açığa çıkarmaktadır. Büyük isimlere, anlatılara karşı tekilliklerin tarihini keşfedilmek üzere önümüze sunmaktadır; bir anlamda suskunlukların, yalnızlıkların tarihini de… Özellikle günümüzde bir entelektüel Rene Girard’ın betimlemesiyle: “Her türlü metne şiddet uygulamalıdır.” Etik – estetik içerikli bir Kritik geliştirmek, çağın ethosunda en acil görevlerden biridir. G. Deleuze: “Sanat direnendir, ölüme, köleliğe, alçaklığa, utanca direnir.” Derken bir hakikati dillendiriyordu. Sanatçı – okur gerçekliğin basıncında, yeni direnme odaklarını keşfedecek patika yollarda bütün engellere, suskunluğa, yalnızlığa rağmen sabır ve azimle ilerlemelidir. Bu yolculukta keşfedilecek olan, insanlığın binlerce yıllık kültürel – düşünsel hazinesine katkı yapacaktır. Özgürlüğe götürecek patika yolları keşfetmek işte bu oluş halinde okur – sanatçıların kudreti dahilindedir. Bu patika yol aynı zamanda yalnızlığın da yoludur. Bütün suskunlar için yalnızlık, bu düşüncede olanlar için hiç bitmeyecek her daim kendimizi keşfedeceğimiz bir okuldur…
edebiyathaber.net (23 Ekim 2023)